Welcome to My Website

İzleyiciler

Saglik Haberleri 48:51

Gönderen cprnc 3 Şubat 2010 Çarşamba

Hodgkin hastalığı lenfoması lenfoma

Alternatif isimler

Hodgkin lenfoma

Tanım

Lenf düğümleri , dalak , karaciğer ve kemik iliğinde bulunan lenfoid dokunun habasetidir.

Nedenleri,Görülme sıklığı,Risk faktörleri

Bilinen bir sebep olmaksızın lenf düğümlerinde büyüme olursa hastalığın varlığından şüphelenilir.
Hastalık komşu lenf düğümlerine yayılır , geç dönemde kana yayılım olabilir.
Hücrelerin mikroskopik çalışmasıyla ( histolojik değerlendirme ) karakteristik Reed-sternberg hücreleri görülebilir.
Hastalığın sebebi ve risk faktörleri bilinmemektedir.
Hastalık 10.000 kişinin 2 sinde görülmektedir. En sık görüldüğü yaşlar 15-35 yaş ve 50-70 yaş arasıdır.

Korunma

Bilinmiyor.

Belirtiler boyun , koltukaltı ve kasıktaki lenf düğümlerinde ağrısız büyüme ateş ve titreme gece terlemesi yorgunluk kilo kaybı iştahsızlık yaygın kaşıntı aşırı terleme boyun ağrısı saç dökülmesi ( kaybı ) deride kızarıklık dalak büyümesi böğür ağrısı el ve ayak parmaklarında çomaklaşma

Tanı/Teşhis lenf düğümü biyopsisi kemik iliği biyopsisi şüpheli dokunun biyopsisi biyopsi materyalinde Reed-Sternberg hücrelerinin görülmesi

Tümörün evrelemesi için ( evreleme: tümörün yayılım derecesinin değerlendirilmesi ) şunlar yapılır: fizik muayene karın bilgisayarlı tomografisi lenfanjiogram ( lenf sisteminin kontrast madde yardımıyla görüntülenmesi ) eksploratris laparotomi ( karnın cerrahi olarak açılıp incelenmesi ) veya karaciğer biyopsisi göğüs filmi kan kimyasıyla ilgili çalışmalar gerektiğinde manyetik rezonans veya diğer görüntüleme yöntemleri

Hastalığın gidişini aşağıdaki test sonuçları değiştirebilir: T lenfosit sayımı ince barsak biyopsisi periton sıvısı analizi mediastinoskopi ve biyopsi galyum sintigrafisi ferritin plevra sıvısının hücresel analizi kriyoglobülinler kemik iliği aspirasyonu Schirmer testi ACE düzeyi (ACE: anjiotensin dönüştürücü enzim ) beyaz kan hücrelerinin sayılması

Tedavi Tedavi şemasını oluşturmak için evre değerlendirilmesi yapılmalıdır. evre 1 : bir lenf düğümü tutulumu evre 2 : diyaframın aynı tarafında iki lenf düğümü tutulumu evre 3: diyaframın her iki tarafındaki lenf düğümlerinin tutulumu evre 4: hastalığın kemik iliği veya karaciğere yayılımı tedavi hastalığın evresine göre değişir. evre 1 ve evre 2 de (sınırlı hastalık ) lokal radyoterapi uygulanır. evre 3 ve evre 4 ( yaygın hastalık ) kemoterapi ile tedavi edilir. herhangi bir dış kanamada basınç ve buz uygulanır. Kişisel temizlik için yumuşak diş fırçası ve elektrikli traş makinesi kullanılmalıdır. diyetteki protein ve karbonhidrat miktarının arttırılması kemoterapiye bağlı yan etkilerin azalmasında yardımcı olabilir. Dinlenme periyotları ve günlük aktivitelerin programlanması anemiye bağlı yorgunluğu önlemede faydalı olabilmektedir.

Prognoz/Hastalığın gidişi

Tedavi sonrası evre 1 veya evre 2 hodgkin’li hastaların %70-80 inde yaşam süresi en az 10 yıldır. Yaygın hastalıkta 5 yıllık yaşam oranı %20-50 dir.

Komplikasyonlar/Riskler olası bir non-hodgkin lenfoma karaciğer yetmezliği radyoterapi ve kemoterapiye bağlı yan etkiler olası bir akut non-lenfositik lösemi ( ANLL )

Doktorunuza başvurun hodgkin hastalığı belirtileri varsa hodgkin hastalığı için tedavi görüyorsanız ve radyoterapi-kemoterapinin bulantı , kusma , iştahsızlık , ishal , ateş veya kanama gibi yan etkileri oluşmuşsa ...

Romatizma nedir?
Romatizma


Vücudumuzun hareket etmesini sağlayan kaslar, kemikler, eklemler ve bu yapıları birleştiren bağlarda ön planda ağrı ve hareket kısıtlılığına bazen de şişlik ve şekil bozukluğuna neden olan hastalıklara genel olarak romatizma adı verilmektedir.
Romatizma tek bir hastalık değildir. 200'e yakın hastalık bu sınıfa girer. Eklem romatizmaları (osteoartrit, romatoid artrit), yumuşak doku romatizmaları (fibromiyalji, boyun ağrısı, bel ağrısı) ve kemik erimesi (osteoporoz) bunlar arasında en sık görülenleridir.
Romatizmal hastalıklar genel olarak kadınlarda daha sık görülmekte ve yaş ilerledikçe sıklığı artmaktadır. Bununla birlikte erkeklerde daha sık görülen (gut, ankilozan spondilit) ya da ön planda gençlerde görülen (örnek: sistemik lupus eritematozus) hastalıklar da vardır. Romatizmal hastalıklar çocukluk çağında da görülebilir.
Romatizmal hastalıkların önemli bir bölümünün kesin nedeni bilinmemektedir. Çoğunlukla bulaşıcı-mikrobik değildir. Kalıtsal özellikler (genetik yatkınlık) bazılarında önem taşır. Eklemlerdeki yükü artıran şişmanlık ya da damar yapısını bozan sigara kullanımı gibi dış etkenlerin engellenmesi romatizmalı hastalar için de yararlıdır.
Bazı iltihaplı romatizmal hastalıklar kas-iskelet sistemi dışında derimizi (kızarıklık, döküntü), iç organlarımızı (akciğer, böbrek, beyin vb.) etkileyebilir.
Bütün sağlık sorunlarında olduğu gibi romatizmal hastalıklarda da en uygun tedavinin yapılabilmesi için ilk aşamada hastalığa doğru teşhisin konulması gereklidir. Romatizmal hastalıklara özellikle erken dönemde teşhis konulması güç olabilir ve hastanın bir süre konunun uzmanı tarafından tetkik edilmesi ve izlenmesi gerekebilir. Romatizmal hastalıkların belirtileri zaman içinde değişiklik gösterebilir.
Romatizmal hastalığı olan her hasta için kişisel bir tedavi planı yapılması gerekir. Başka bir hasta için yararlı olan ilaçlar ya da tedavi girişimleri sizin için uygun olmayabilir. Doktorunuz tarafından önerilmeyen tedavileri uygulamanız sizin için yararsız ve tehlikeli olabilir, uygun tedavinin yapılması gecikebilir.
Romatizmal hastalıkların bir bölümünde hastalık çok uzun süre devam edebilir. Bu hastalıklara müzmin (kronik) hastalıklar denir. Bu durumda tedavininin de uzun süreceğini ve verilen ilaçların hekim kontrolünde sürekli alınması gerektiğini unutmayınız. Yapılan tedaviler hastalığı tamamen yok etmese dahi günlük yaşamınızın ağrısız ve rahat olmasını sağlamayı amaçlamaktadır.
Romatizmalı hastaların hastalıkları ve kullandıkları ilaçlar konusunda bilgi edinmeleri yaşamlarını olumlu yönde etkiler. Kullanılacak ilaçların olası bilinmesi yararlıdır.

Artrit: Eklemde İltihap


Eklem, kemiklerimizin birleştiği bölgelere verilen isimdir. Bazı eklemlerimiz çok hareketlidir (örnek dirsek diz, parmak, ayak bileği eklemleri) bazı eklemlerimiz ise sadece kemiklerin birleşmesini sağlar (kafatasımızdaki eklemler). Omurgamızda da boyun ve belimizi hareket ettirmemizi sağlayan eklemler vardır. Eklemlerde bulunan kıkırdak dokusu kemiklerin birbirine sürtünmesini engeller.
Doktorunuz teşhisinizin artrit olduğunu belirtirse, eklem ya da eklemlerinizde iltihap olduğu kanısına varmıştır. Artrit ön planda hareketli eklemlerin hastalığıdır. Artritin en önemli belirtileri eklemde ağrı, şişlik, kızarıklık, sıcaklık ve eklemin normal hareketlerini yapamamasıdır. Ağrı, eklemin hareket etmesiyle, istirahatte ve bazen de gece meydana gelebilir. Hasta eklem bölgesinde özellikle sabahları ve istirahat sonrası tutukluk-eklemin hareketlerinde güçlük-daha belirgindir. Bu hastalıklarda sadece eklemler değil eklemin çevresindeki kaslar, yumuşak dokular ve bağlar da etkilenebilir.
Uzun süren artritler eklemlerde şekil bozukluğuna ve eklemin hiç hareket edememesine yol açabilirler.
Halsizlik ve yorgunluk artritli hastalarda diğer belirtilere sıklıkla eşlik eder.
Eklemlerin yapısının, özellikle kıkırdağın bozulması (dejenerasyon) ile seyreden ve halk arasında kireçlenme olarak da adlandırılan osteoartrit (artroz) en sık görülen eklem hastalığıdır. En çok diz ve kalça eklemlerini etkiler, çok sayıda eklemi tutması nadirdir. Genellikle elli yaşından sonra görülür. Bu hastalıkta ağrı genellikle hareket sonrasında ortaya çıkar, sabah yoktur.
Eklemlerde bulunan zarın (sinovya) ve daha sonra eklemin iltihaplanmasının ön planda görüldüğü romatoid artrit yıllar içinde eklemlerin tahrip olmasına yol açabilen, sık görülen, müzmin bir hastalıktır. Çok sayıda eklemde iltihap görülür. Tüm vücudu etkileyen (sistemik) ve iç organları da tutabilen bir hastalıktır. Erken teşhis edilmesi ve uzun süre ilaçlarla tedavi edimesi gerekmektedir.
Omurga ve leğen kemiği eklemlerini tutan müzmin romatizma hastalığı ise ankilozan spondilit adını alır. Genç erkeklerde daha sık görülür. Tedavi edilmemesi omurga hareketlerinde kısıtlanmaya yol açabilir.
Varis
TANIM:
Yüzeysel toplardamarların uzayıp büklümlü genişlemiş hale gelmesi varis olarak tanımlanmaktadır.

Kanı kalbe geri taşıyan damarlar toplardamar olarak adlandırılır. Bu damarlar kan akışının kalbe doğru tek yönlü olmasını sağlayan kapakçıklar içerirler. Toplardamarlarda oluşan tıkanıklıklar ve aşırı basınç bu kapakçıkların düzgün kapanmasını engelleyerek geriye doğru kaçaklara sebep olurlar. Sonuçta bacaklardaki yüzeysel toplardamarlar genişler, uzar ve büklümlü bir görüntü ile varisler oluşur.

Gece oluşan kramplar, kaşıntı, şişkinlik, ayakta kalma ile ağrı, sıkça görülen şikayetlerdir.
Bu şikayetler varislerin büyüklüğü veya sayısı ile orantılı değildir.
Bayanlarda hamilelik ve menstruasyon sırasında varislerle ilgili şikayetler artar.

Hanımlarda varislere, erkeklere oranla 4 kez daha fazla rastlanmaktadır.

Anatomik olarak 3 tip varis vardır:

1) Iri yeşilimtrak ana varisler.

2) Cilt altında ağ biçiminde yapılar oluşturan morumsu retiküler varisler

3) Kırmızı ipliksi varisler


Varis oluşumu:

Toplardamarlar (venler, venalar) açıklığı kalbe doğru bakan kapakçıklar içerir. Bu kapakçıklar, göğüs ve karın içinde, öksürme, hapşırma, ıkınma, yürüme, koşma vb. sebeplerle basıncın arttığı durumlarda bu artışın uzuvlardaki toplardamarlara yansımasını engeller ve kan akımı daima kalbe doğru olur.

Kapakçıklarda herhangi bir nedenle ( Geçirilmiş flebit, aşırı şişmanlık, irsiyet, doğumlar vb.) oluşan kaçaklar, daha aşağıdaki damarlarda aşırı basınç artmasına sebep olur. Zaman içinde yüksek basınç ile normalden fazla gerilen bu damarlarda, genişleme, uzama ve büklümlenmeler oluşur. Bir yandan genişleyerek deforme olan bu damarlar, kendi içlerindeki kapakçıklar da karşılıklı gelemediklerinden, aşağıya doğru kaçaklara, venöz dolaşımda iki yönlü akımlara yol açarlar. Böylece daha da aşağılara yansıyan yüksek basınç, buralardaki venlerde de varislerin oluşmasına sebep olur.
TEDAVİ
1-SKLEROTERAPİ
1 mm veya daha ufak varislerin giderilmesinde kullanılan bir tekniktir. Bu yöntemde hastalıklı damarın içine çok ince bir iğne ile girilerek, az miktarda, damarı kurutan ilaçlar verilir. Kullanılan ilaçlar genellikle yüksek konsantrasyonlu tuzlardan oluşur (Örneğin % 25 NaCl). Bu konsantre çözeltiler hasta damarın iç cidarını bozarak damarın kapanmasına neden olurlar. Kapanan damar daha sonra vücut tarafından eritilerek yok edilir. Tedaviden sonra bazen morumsu lekeler oluşabilir ancak 3-6 hafta içinde kaybolurlar. Toplam tedavi, orta derecedeki kapiller varislerde genelde herbiri 30 dk süren 3-6 seansdan oluşur. Seansları takiben istirahat etmek gerekmez, kişi günlük işlerini sürdürebilir

2-FOTOTERAPİ
Photoderm, Laser
Isın kullanılarak yapılan tedavilerde, laser ve fotoderm uygulamasında temel prensip ışığın koyu renkli dokular tarafından emilip, ısıya donüşmesi esasına dayanır. Çok güçlü foton partiküllerinden oluşan ışın huzmesi, nispeten geçirgen olan cildi aşıp, cilt altındaki kötü görünüşlü, koyu renkli varis veya kapiller varisler tarafından tutulur. Güçlü ışık enejisi bu istenmeyen yapılarda 3/1000 saniye süre ile ısıya dönüşerek hasta damarsal yapılarda bozulmalara yol açar. Bozulan bu variköz damarlar daha sonra vücut tarafından eritilerek yok edilir.

Photoderm ve Laser tedavileri için cildin ışığa geçirgen olması gereklidir. Yaz aylarında güneşli bir havada uzunca bir yürüyüş yapmak, cildinizi -- siz farkında olmasanız da -- hafifçe koyulaştırabilir. Bu, tedavi edilmek istenen damarsal yapılara ulaşacak olan ışın yoğunluğunu azaltacaktır.

Solaryum veya kremle veya başka bir yoldan cildin koyulaşması, ışınlı tedavileri olumsuz yönde etkiler.

Varisli damarların büyüklüğüne ve bünyenizin verdiği cevaba göre sıklıkla 1-3 seans tedavi ile sonuca varılır. Seanslardan sonra istirahat etmek gerekmez, günlük işlerinize devam edebilirsiniz.

3-AMELİYAT
tip varislerin (çapı 2mm veya daha büyük) tedavisinde kanımca tek tedavi yöntemi, bu varislerin cerrahi tekniklerle çıkartılmasıdır. Burada dikkat edilecek konular, sağlam damarların korunması, hasta damarların tamamının alınması ve ameliyat sırasında cilt ve ciltaltı dokularına azami ihtimam gösterilmesidir.

Böylelikle hasta en az travma ile ameliyattan çıkacak ve erken dönemde işinin başına dönebilecektir.

Ne yazık ki, bu prensiplere dikkat edilmeyen durumlarda, varis ameliyatı hasta için oldukça zahmetli, nekahat dönemi uzun ve sonuçları açısından da umulanın elde edilemediği bir girişim olacaktır. Her merkezde ceşitli cerrahi branşlar tarafından kolaylıkla üstlenilen varis cerrahisi, elde edilen kötü sonuçlar ve erken nükslerle haksız olarak "varis tekrarlar" kavramını oluşturmuştur.

Konuda uzmanlaşmış cerrahların dikkatli bir teknikle gerçekleştirdiği varis ameliyatlarından sonra 5 yıl içinde varisin tekrarlama olasılığı sadece %2-5 arasındadır. Diğer bir deyişle, %95-98 oranında KESİN tedavi elde edilir.
mantar zehirlenmesi
DİKKAT:Ağaçlıklar arasında, kırlarda, kendiliğinden yetişen mantarların zehirsizlerini zehirlilerinden ayırmak çok zordur. Bu sebeple, zehirsiz olduğundan emin olmadıkça kır mantarı toplayıp yememelidir!. En garantisi, seralarda özel olarak yetiştirilen ve marketlerde ambalaj içinde satılan, firma adı ve adresi belli olan mantarlardan alıp yemelidir.

ZEHİRLİ MANTARLAR:

Hemen hemen bütün mantar zehirlenmelerine "Amanita Muscarina" ve "Amanita Phalloides" adı verilen iki cins zehirli mantar sebep olmaktadır.

A.Muscarina'nın zehiri yüksek ısıda bile tesirini kaybetmediğinden; bu cins mantarlar pişirilerek yense dahi üç saat içinde zehirlenme belirtileri gösterirler.

Belirtileri:

*Göz yaşarması, bol tükürük salgısı, terleme, kusma ve karın ağrısı ilk belirtileridir.
*Bu belirtileri takiben karın adalelerinde kramplar, ishal, baş dönmesi, kas seyirmesi ve göz bebeklerinde küçülme görülür.

Aman Dikkat!

*Hasta doktora yetiştirilmediği zaman şok ve koma hali kaçınılmaz olur ve solunum yetmezliğinden ölümle neticelenir.

Belirtileri:

*Karın ağrısı, bulantı, kusma ve ishal gibi genel zehirlenme belirtilerine ilaveten idrar çıkaramama görülür.
*A.Phalloides'in zehiri, en büyük tesirini karaciğer üzerinde gösterir. Tedavi edilmediği takdirde, karaciğer harabiyetine bağlı olarak sarılık ortaya çıkar. Bir hafta içinde hasta kaybedilir.

Ne Yapmalı?

*Mantar yendikten sonra, zehirlenme belirtileri görülür görülmez hasta kusturulmalıdır.
*Parmakla küçük dile dokununca kusma temin edilemiyor ise, tuzlu su veya ipeka şurubu verilerek kusma sağlanmalıdır.
*Kusma ile ishal, aslında vücudun kendi kendine aldığı bir savunma şeklidir. Her iki durumda da vücut zehiri dıarı atmak istemektedir. Eğer kusmadan sonra ishal görülmez ise; mushil verilerek hastanın barsakları boşaltılmalıdır.
*Hasta en kısa zamanda doktora yetiştirilmeli, mümkün ise, mantar örneği de beraberinde götürülmelidir.
*A.Muscarina cinsi mantar zehirlenmelerinde deri altına veya damar içine "atropin" verilmesi en tesirli tedavi şeklidir.
*A.Phalloides cinsi çiğ mantar zehirlenmelerinde ise damardan "dekstroz" verilir. Ayı zamanda karbonhidratça zengin bir diyet uygulanır. Bu tür zehirlenmelerde Atropin'in bir tesiri yoktur.
Cinsel ağrı bozukluğu
Cinsel Ağrı Bozukluğu

a-) Disparoni:

Kadın ya da erkekte cinsel ilişki esnasında devamlı ya da tekrarlayıcı bir şekilde cinsel organ bölgelerinde ağrının olması durumudur. Bu durum kişide önemli bir gerilime ve karşısındakilerle ilişkilerinde güçlüklere yol açar. Bu sorun başka bir psikiyatrik, vücutsal hastalık ya da maddenin etkilerine bağlı olarak gelişmemiş olmalıdır.

Bu sorun daha çok ilişki sırasında olsa da bazı kişilerde ilişki öncesi ya da sonrasında da görülebilmektedir. Ağrının derecesi ve niteliği kişiden kişiye değişebilmektedir. Bu durum nedeniyle kişiler cinsel ilişkilerini kısıtlayabilir, içe kapanabilir, evlilik yaşantılarında sorunlarla karşılaşabilirler.

Disparoniye yol açan psikolojik etkenler:
Cinsel tecavüz travması ya da çocukluk çağında cinsel tacizler yaşayanlarda devamlı suretle cinsel bölgede ağrı daha çok gözlenmiştir. Kişide cinsel ilişki ile ilgili gerilim ve endişe var ise bu da vajina kaslarında kasılmaya neden olarak ağrıya yol açmaktadır. Ağrı oluştuğunda esin cinsel aktiviteye ısrarla devam etmesi ya da esin cinsel ilişkiye hazır olmadığı durumlarda cinsel ilişki için ısrar durumlarında ağrı durumu artma göstermektedir.

Disparoniye yol açan vücutsal hastalıklar:

Kadınlarda cinsel bölge çevresine yönelik ameliyatlar sonrasında % 30 oranında ,geçici bir sure için bu sorunun oluşabildiği gözlenmiştir. İltihaplanmış ya da zarar görmüş kızlık zarı artıkları, doğum kesikleri izleri, cinsel bölgeye salgı yapan bezlerin hastalıkları, vajina ve civarı dokuların enfeksiyonları, endometriozis ve pelvis (alt karin bölgesi) bozuklukları sayılabilir. Ayrıca menapoz sonrasında da vajina yüzey dokusunun incelmesi ve ıslanmanın azalması nedeniyle disparoni oluşmaktadır. Erkeklerde ise daha nadir olup, prostat bezi iltihapları, peyroni hastalığı, gonore ya da herpes hastalıkları sonrasında oluşabilmektedir.

Vaginismus:

Vajinanın kas dokusunun 1/3 dış kısmına ait kas grubunun cinsel birleşmeyi önleyecek düzeyde devamlı olarak ya da belli aralıklarla tekrarlayarak , kişinin isteği dışında kasılması durumudur. Bu durum kişide önemli bir gerilime ya da karşısındakilerle ilişkilerinde güçlüklere yol açar. Bu durumun başka bir psikiyatrik ya da vücutsal hastalığa bağlı olmaması gerekmektedir.

Bazı kişilerde cinsel birleşme olmadan, cinsel aktivite olacağı düşüncesi bile bu durumu oluşturabilmektedir. Kişide cinsel birleşme olmadan cinsel istek ve orgazm yetileri normal durumda devam edebilir. Bu durumda bazı kişilerde cinsel ilişkiden kaçınma ve evlilik sorunları gözlenebilmektedir.

Kimlerde görülür?

Daha çok genç kadınlarda görülmektedir. Cinsel taciz yaşantısı olanlarda , cinsellik konusunun tabu olarak kabul edildiği ailelerden gelenlerde gözlenmektedir. Evlilik öncesi, ilk gece hakkında çevreden duyulan abartılı korkutucu sözlerin etkisi olduğu düşünülmektedir. Daha çok eğitimli ve sosyoekonomik düzeyi yüksek kişilerde görüldüğü yolunda yayınlar bulunmaktadır. Daha önce herhangi bir sebeple ameliyat edilenlerde ya da vücutsal travma geçirip, yaralananlarda daha sonraları cinsel ilişki ile bu durumun oluşabildiği gözlenmiştir. Ayrıca kişi duygusal olarak karşısındaki kişi tarafından baskılandığını, kötü davranıldığını düşünüyorsa bu da bir şekilde vücudun kendini savunması seklinde kendini gösterebilmektedir.

Tedavi:

Davranışçı tedavi ve psikoterapi ile rahatsızlık normale dönmektedir. Başlangıçta kişinin kendi başına yapacağı ev ödevleri , daha sonra eşi birlikteliğinde devam ederek, eşler arasında karşılıklı güven ortamının sağlanması ile düzelmektedir.

Burun estetiği
Burun Şekil Bozukluğu (Burun Estetiği)

Burun, en göz önünde olan organlarımızdan bir tanesidir. Her ırk ve kişinin, belli bir burun şekli vardır. Çoğunlukla travmaya bağlı bazen de yapısal olarak burun şeklinde bozukluklar olabilir. Doğallıktan uzak görüntüler kişiyi rahatsız ederse, kişinin "burun şeklinin değiştirilmesi"ni isteme hakkı vardır.

Burun şekil bozukluklarının en sık karşılaşılanları, burun sırtında kemer şeklinde eğrilik, burun ucunun kalın ve düşük olması, burunun yüze göre geniş olmasıdır.



Ameliyatımı Kime Yaptırmalıyım?

Burun birçok görevi olan bir organdır. İlk ve en önemli görevi nefes alıp vermektir. Çünkü normal solunum burundan yapılır. Böylece solunan hava burunda ısıtılır, nemlendirilir, temizlenir ve akciğerlere öylece gönderilir. Ayrıca burunun koku ve tat alma görevleri de çok önemlidir. Burun içerisine açılan sinüsler ve bunların rahatsızlıkları da son yıllardaki teknlojik gelişmelerle oldukça değişiklikler ve başarılar kazanmıştır. Burunun görevlerinin sağlıklı olmasından ihtisas eğitimi sırasında her türlü burun rahatsızlığının ilaç ve cerrahi tedavisinin öğretildiği kulak, burun, boğaz hekimleri sorumludur. Kulak, Burun, Boğaz uzmanı aynı zamanda bir baş-boyun cerrahıdır.

Burun estetik operasyonu, yüz estetik operasyonlarının içerisinde değerlendirilir. Amerikan Yüz Plastik ve Rekostrüktif Cerrahi Cemiyetinin üyelerinin %60'ı Kulak, Burun, Boğaz uzmanları tarafından oluşturulmaktadır. Burun estetik operasyonları günümüzde kulak, burun, boğaz hekimleri ve plastik ve rekonstrüktif cerrahlar tarafından yapılmaktadır. Her iki branştaki hekimlerin özel ilgileri olabilir.

Bizim estetik ameliyat prensibimiz, kişinin yüzüne uyan, abartılı, müdahale edilmiş görüntüsü vermeyen burun şeklini kazandırmaktır. Bunun belirlenmesi için, kişinin ve hekimin yapılacak değişiklikleri, fotoğraf üzerinde konuşması ve kişinin beklentilerinin anlaşılması çok önemlidir. Güzel burun yoktur, güzel görünen burun vardır.

Burunu sadece estetik özellik arzeden bir organ olarak görmemekte, diğer önemli görevlerinin de mutlaka sağlanması gerektiğine inanmaktayız. Tıkalı, fakat çok estetik kabul edilen bir burun şekli bizim için hiç muteber değildir. Kişi de bunun yarattığı tıbbi şikayetlerle ergeç karşı karşıya kalacaktır.

Burun şekil bozukluğu olan kişilerde çoğunlukla burun içerisinde de eğrilik olduğu için aynı ameliyatta o da düzeltilir.

Günümüzde endoskopik sinüs ameliyatları ile aynı anda estetik ameliyatı da yapılabilmektedir.




BEYİN ABSESİ
Serebral (beyin ) absesi hemen daima vücutta bir başka bölgedeki bir infeksiyon odağından kaynaklanır. Bunlar arasında birinci sırada paranazal sinüslerin ve kulak boşluklarının infeksiyonu gelir. Akciğer abseleri ve bronşektazi de önemli bir grubu oluşturur. Bir diğer büyük grup da akut bakteriyel endokardit komplikasyonlarıdır. Çok daha seyrek olarak da pelvik infeksiyonlar, osteomiyelit, diş absesi gibi fokal infeksiyonlar sorumludur. Olguların sadece % 10 kadarında travma ve intrakranyal cerrahi girişimler sorumludur. Serebral abselerin üçte biri fokal yayılma ile duranın aşılması veya serebral venöz dolaşımın invazyonu ile gerçekleşir; bu durumda abse lokalizasyonu primer infeksiyona komşuluk gösterir. Uzak bir kaynaktan hematojen yolla yayılma ise olguların üçte birinde sözkonusudur (metastatik abse). En sık serebral abse etkenleri arasında anaerob veya mikroaerofilik streptokoklar, bakteriodes gibi diğer anaeroblar, stafilokoklar, aktinomyces, nocardia yer alır. Mantarlar da abse yapabilirler.

Patoloji, klinik ve radyolojik bulgular:

Başlangıcta lokalize inflamatuvar eksuda, damarlarda septik trombozlar ve lökosit kümeleri gözlenir. Bölge hiperemiktir ve interstisyel ödem vardır. Henüz abse sınırlarının tam kesinleşmediği bu aşamaya serebrit adı da verilir. Bu aşamada başağrısı, ateş, fokal nörolojik bulgular, epileptik nöbetler görülebilir. İlk 1-3 günü içeren erken serebrit döneminde BT’de çevre dokudan hafifçe daha düşük dansitede belli belirsiz bir alan ve düzensiz kontrast tutulumu görülebilir. Sonraki hafta içinde (geç serebrit dönemi) yavaş yavaş çevresel kontrast belirmeye başlar. Daha sonra ortada nekrotik bir alan meydana gelir, çevresinde de fibroblastlar prolifere olarak kapsülü meydana getirirler; böylelikle abse sınırlanmış olur. Ama tedavi edilmezse abse genişleyebilir veya çevresinde yavru abseler oluşabilir. Bu aşamada başağrısı şiddetlenir, bulantı kusma gibi kafa içi basınç artışı bulguları eklenir, ancak ateş gerileyebilir. Nöbetler görülebilir. Zamanla absenin bulunduğu bölgeye göre değişebilen fokal nörolojik bulgular (bakınız: semiyoloji bölümü), papillödem ve uyanıklık kusuru gelişir. Bu sırada nöroradyolojik olarak abse daha iyi görülebilir hale gelmiştir: BT’de ortası hipodens, çevresi halka şeklinde kontrast tutan, onun da çevresinde yaygın ak madde ödemi bulunan bir lezyon şeklinde görülür. Eğer suppurasyon subdural veya epidural aralığa sınırlıysa, nöroradyolojik olarak kitle etkisi gösteren subdural veya epidural effüzyon şeklinde görülür.

Serebrit aşamasında lomber ponksiyon yapılırsa, basınç biraz artmış bulunabilir; birkaç yüze kadar lökosit bulunabilir; nötrofil oranları değişkendir; protein düzeyi genellikle 100 mg/dl’nin üzerindedir; şeker normal sınırlardadır. Genellikle sedimentasyon hızı artar. Abse geliştikten sonra lomber ponksiyon yapılmasının serebral veya serebellar herniasyon riski taşıdığı için kontrendike olduğu unutulmamalıdır.

Tedavi:

Yapılabilirse stereotaktik aspirasyon ve kültür ile hem tanı doğrulanabilir hem de sorumlu ajan belirlenebilir ve spesifik olarak tedavi edilebilir. Bunun mümkün olmadığı durumlarda ise ampirik tedavi uygulanır. Serebrit fazında yakalanmışsa, uygun antibiyotik tedavisi ile iyileşme şansı yüksektir. Penisilin G 20-24 milyon ünite/gün ve ek olarak 4-6 gr/gün kloramfenikol veya metranidazol (15mg/kg bolus ardından 4 x 500 mg) veya alternatif olarak üçüncü kuşak sefalosporin ile metranidazol verilebilir. Eğer kafa travması veya cerrahi girişim öyküsü varsa stafilokoklara yönelik olarak penisilinaza dirençli penisilin türevleri, penisilin alerjisi olanlarda da vankomisin verilmelidir. Eğer hasta immunkompromize ise mantar abseleri de akla gelmelidir. Ödeme ve kitle etkisine yönelik olarak intravenöz mannitol ve deksametazon verilebilir. Cerrahi girişimin gerekliliği ve uygulanma şekli tartışmaya açık bir konudur. Eğer tedavi altında klinik tablo kötüleşirse stereotaktik veya açık cerrahi girişimle abse aspirasyonu gerekebilir. Sadece soliter, yüzeyel, iyi sınırlanmış ve yabancı cisimle ilişkili abseler cerrahi eksizyon adayıdır.

FMF ailevi akdeniz ateşi
Ailevi Akdeniz Ateşi nedir?

Türkiye, Kuzey Afrika ülkeleri, Ermeniler, Araplar ve Yahudilerde görülen kalıtsal özelliği ön planda olan bir hastalıktır. Hastalığın ana karakteri tekrarlayan akut (birden başlayan), kısa süreli, ağrılı peritonit (karın zarı iltihabı), plörit (akciğer zarı iltihabı) ya da artrit (eklem iltihabı) atakları olmasıdır, buna deride kızarıklık da eklenebilir. Hastaların bir bölümünde böbrek etkilenebilir ve bu durum amiloidoz olarak adlandırılır. Nadir olarak amiloidoz dışında da böbrek tutulumları ve damar iltihabı görülebilir. Böbrek tutulumu böbrek yetersizliğine neden olabilir.

Nedeni

Son zamanlarda bu hastalıkta "Pyrin" adı verilen bir gende mutasyon (değişme) olduğu saptanmış olmakla birlikte, tam olarak neden geliştiği bilinmemektedir.

Tanı

Atak geçiren hastalarda tanı klinik bulgulara, aile öyküsüne, muayene bulgularına ve laboratuvar testlerine dayanarak konur. Hastalarda genetik inceleme yapılmasının yararı sınırlıdır, çünkü bu güne kadar tanımlananan mutasyonlar FMF hastalarının ancak %80'inde bulunmuştur. Bununla birlikte, tipik olmayan olgularda genetik analizin yararı olabilir.

Tedavi

1973 yılında ortaya atılan, günde 1-2 mg devamlı kolşisin tedavisinin ve hastaların önemli bir bölümünde çoğu hastada atakları ve amiloidoz gelişimini önlediği saptanmıştır. Bununla birlikte, tedaviye uyum göstermeyen hastalar ve kolşisine başlamadan önce amiloidoz gelişen kişiler için amiloidoz hala karşılaşılan bir problemdir. Kolşisinin atakları nasıl önlediği ya da amiloidoz gelişimini nasıl engellediği bilinmemektedir. bununla birlikte, kolşisinin FMF ataklarını önlemedeki etkinliğinin amiloid oluşumunu durdurmak olmadığı bilinmektedir. Çünkü kolşisin tedavisi uygulanan bazı hastalarda atakların sıklığı değişmezken, amiloidoz gelişimi durmaktadır. Kolşisin tedavisinin FMF hastaları için güvenli ve uygun bir tedavi olduğu bilinmektedir. Kolşisinin bebek üzerinde zararlı bir etkisi gösterilmemiş olmakla birlikte, hamile FMF hastalarına amniyosentez yapılması (bebeğin içinde bulunduğu su kesesinden örnek alınması) ve fetüsün genetik incelemesinin yapılması önerilmektedir
Hipospadias
HiPOSPADİAS



"Hipospadioloji" teriminin babası John W. Duckett,Jr. MD diyor ki:

Hipospadias cerrahisinde başarılı sonuç için şunlara sahip olmalısınız:

1. Değişik yöntemleri uygulayabilmek

2. Eski teknikleri bilmek

3. Optik aletle mikrocerrahi tekniği deneyimi

4. Kaçınabilmek için hatalardan haberdar olmak

"Ya hipospadiolojiye tümüyle gir, ya da uzak dur! Bocalama!"

Hipospadias; anterior uretra, corpus cavernosumlar ve sünnet derisinin eksik gelişimiyle sonuçlanan bir konjenital penil defekttir. Aşağı doğru işeme, ve ağır formlarında intravajinal ejakulasyon yokluğuna bağlı infertilite dışında ürolojik semptom vermez. Kozmetik kusur

EMBRİYOLOJİ

· Gebeliğin birinci ayında erkek ve dişi genitaliası ayırdedilemez.

· Testosteron etkisi altında erkek dış genitaliası maskülinize olur.

· İlk trimesterin sonu ve ikincinin başında penil uretra ve eşlik eden sünnet derisi tümüyle şekillenir.

· Bu gelişimdeki anormallikler, hipospadias ve eşlik eden anomalilere sebep olur.

· Hipospadiasta, glanduler uretranın eksik gelişimi prepusyal kıvrımların füzyonuna izin vermez.

· Böylece, hipospadiasta ventral prepusyum yoktur ve dorsalde fazlaca sünnet derisi bulunur (dorsal hood)

SINIFLAMA

· Anterior: %50
Glandüler
Subkoronal

· Middle: %30
Distal penil
Midshaft
Proksimal penil

· Posterior: %20
Penoskrotal
Skrotal
Perineal

İNSİDENS VE GENETİK

· 1/300 canlı erkek doğum

· Babada %8 , erkek kardeşte %14 hipospadias

· %9 inmemiş testis, %9 inguinal herni İleri tetkik gerekmez

· Prostatik utrikul veya Müller kalıntısı ciddi vakalarda %15

· Diğer organ-sistem anomalisi varsa üriner US gerekir

· Ciddi hipos + inmemiş testis İntersex araştırması (Karyotip+Endokrinoloji)

TEDAVİNİN HEDEFLERİ

Hipospadik penisin başarılı tedavisinde 5 temel evre vardır:

1. Normal bir glans ve mea oluşturmak

2. Düz bir penis

3. Normal bir uretra

4. Cilt kaplanması

5. Skrotumun penise göre normal pozisyona getirilmesi

AMELİYAT ZAMANLAMASI

· Hipospadias ameliyatı için ideal yaş penceresi 6 - 18 ay arasıdır

· Tuvalet terbiyesinden önce olup alt bezi ile bakıma izin verir Outpatient cerrahi

· Bu yaştaki bebekler genital organ algılamasından uzaktır ve yaşadıklarını unuturlar

· 6 aydan itibaren anestezi riski erişkine eşittir

ANESTEZİ

Ameliyat genel anestezi altında yapılır. Postoperatif rahatlık için penil blok veya kaudal blok eklenebilir.

GENEL PRENSİPLER

· Aletler: Oftalmolojik cerrahi aletleri, optik büyütme (2x - 4x), 7-0 iplikler

· Perop kanamayı azaltmak için 1:100.000 adrenalin ; turnike uygulanırsa 20 dk.da bir gevşetilmeli

· Erken postop hematom ve ödemi önlemek için kompresif pansuman şart: Plastik sargı (Tegaderm, Op-Site vb.), Coban, köpük, gaz sargı kullanılabilir, penis karna yatırılıp baskılı fikse edilebilir 48-72 saatte alınır

· Üriner diversiyon: Uygun kalınlıkta uretral stent (feeding tüp) glansa 5-0 prolenle dikilir, çift kat altbezi içinde serbest drenaja bırakılır, 7-14 gün içinde alınır (Gonzales MAGPİ=stentsiz, GAP=5, Mathieu=7, Onlay=10, Tüp flep=14 gün)

· Stent süresince profilaktik doz antibiotik (Bactrim/Nitrofurantoin)

· Postop mesane spazmları için Oksibutinin

· Postop ağrı için Parasetamol/Kodein

· Dikiş hatları çakışmamalı, interpoze vaskülarize destek flepleri kullanılmalı!

KOMPLİKASYONLAR

· Fistül : Sekonder cerrahinin en sık sebebidir. En az 6 ay sonra onarılır.

· Uretral striktür / Meatal stenoz : Mea dilatasyonları başarısız olursa sekonder cerrahi gerekir

· Uretral divertikül · Rezidüel kordi

· Yüzeysel cilt kaybı: Görece sık olur. Lokal bakım ve hergün sıcak banyo ile spontan iyileşir

TEMEL HİPOSPADİAS AMELİYATLARI

· MAGPİ ve Arap

· Tüp uretroplastiler: GAP, TİPU, King, Thiersch-Duplay

· Meatal based flepler: Mathieu, flip-flep

· Onlay ada flepleri (Klasik onlay, double-faced)

· Transvers tubularize ada flebi

· Serbest mukoza greftleri (Mesane, ağız)

· İlave prosedürler: Kordiektomi, dorsal tunikal plikasyon vs.

Doç.Dr.M.İhsan Karaman

Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
2. Üroloji Kliniği Şefi

Gıda allerjisi
Gıda allerjisine 3 yaşından küçüklerde %8, erişkinlerde ise %2 sıklığında rastlanır. Gıda allerjisinden sorumlu birkaç özel gıda vardır: çocuklarda süt, yumurta, yer fıstığı, balık ve fındık; erişkinlerde ise yer fıstığı, fındık, balık ve kabuklu deniz hayvanları gibi. Gıda ile ortaya çıkan allerjilerde, deri, mide barsak sistemi ve solunum sistemi bulguları ortaya çıkabilir; bunlar allerji ile ilgili antikor olan IgE aracılığı olabildiği gibi, IgE’ den bağımsız da oluşabilirler.
Gıda yaşam için elzemdir. Genellikle hemen tüm kültürlerde 3 ana öğün ve arada atıştırılan bir çok ek gıda günlük menüyü oluşturur. Batılı ülkelerde ortalama bir insan yaşamı boyunca yaklaşık 2-3 ton kadar gıda tüketir. Bu yüzden gıda allerjisi gibi gıdalarla oluşacak rahatsızlıkların da sık görülmesi sürpriz olmamalıdır. Bugün bir çok gazete, dergi, radyo, televizyon programı, kitap ve web siteleri gıda allerjisi başlığını işlemektedir.
Tıbbın babası olan Hipokrat 2000 yıl önce gıda ile oluşan reaksiyonları tanımlamıştır. 1. ve 2. YY.’ da Yunan bilginler inek sütü ile oluşan reaksiyonlardan bahsetmişlerdir. Yumurta ile oluşan ilk anafilaktik reaksiyon Marcello Donati tarafından 16. YY.' da, balık ile oluşan anafilaksi ise Philipp Sach tarafından 17. YY.’ da tanımlanmıştır. 20. YY.’ ın başlarında klinisyenler ekzaması olan çocuklarda rashların gıda allerjisi ile ekzaserbe olduğunu rapor etmişlerdir. Bunlarla birlikte Loveless’ in 1950’ de yaptığı plasebo kontrollü gıda uyarı çalışmalarına kadar, tanı hastalık hikayesi ile konuluyordu. 1976’ da May’ in gıda allerjisi tanısı için önerdiği çift kör, plasebo kontrollü oral gıda uyarı testi şu anda gıda ile oluşan allerjik hastalıkların tanısında altın standart olmuştur.
Nomenklatürde birlik sağlamak amacıyla gıda ya da gıda katkıları ile oluşan reaksiyonlar European Academy of Allergy and Clinical Immunology tarafından mekanizmaya bağlı olarak sınıflandırılmıştır. Gıda ile oluşan reaksiyonlar; toksik ya da non-toksik reaksiyonlar olarak sınıflanabilir. Toksik reaksiyonlar o gıdanın yeterli dozda alınması ile oluşur (örneğin zehirli balıktaki histamin). Nontoksik reaksiyonlar ise allerji-aşırı duyarlılık gibi immün mekanizmalar veya intolerans gibi non- immün mekanizmalarla oluşur. IgE aracılı gıda allerjileri daha iyi tanımlanmış olup, özellikle mide barsak bulguları gibi IgE aracılı olmayan immün reaksiyonlar yeni yeni tanımlanmaya başlamıştır. Gıda intoleransı gıda reaksiyonları içinde en sık görüleni olup gıdanın kimyasal içeriği (eski kaşardaki tiramin ile oluşan başağrısı, kahvedeki kafein ile oluşan sinirlilik gibi), kişinin duyarlılığı (laktaz eksikliği) veya idiosenkrazik (önceden tahmin edilemeyen) cevaplarla ilgilidir.

Gıda Aşırı Duyarlılığının Sıklığı:
3 yaşına kadar takib edilen 480 yenidoğanın özelikle yaşamlarının ilk yılında daha sık olmakla birlikte %28’ inde gıda reaksiyonu saptanmıştır. Bunların ¼ (% 8)’ ünde gıda uyarı testi ile onaylanmış gıda allerjisi vardır. Birkaç ülkede yapılmış çalışmalarda 1 yaşına kadar olan çocukların %2,5’ uğunda inek sütü allerjisi saptanmıştır. Bu allerjilerin %60’ı IgE aracılıdır. Süt allerjisi olan vakaların %35’ i diğer bazı gıdalara da allerjik reaksiyon gösterirler. İngiltere ve ABD’ de yumurta allerjisi sıklığı % 1.3, yerfıstığı allerjisi % 0.5 sıklığında saptanmıştır. Atopik hastalığı olan çocuklarda gıda allerjisi prevalansı daha fazla saptanmıştır. Orta-ağır düzeyde atopik dermatiti olan vakaların %35’ inde bulgular gıda aşırı duyarlılığı ile alevlenebilmektedir. Astması olan vakaların % 6’ sında gıda ile uyarılmış wheezing (öter tarzda solunum) saptanmıştır. Gıda katkıları ile oluşan reaksiyonlar ise çocuklarda %1’ den az oranda rapor edilmiştir.
Erişkinlerdeki gıda allerjisi sıklığı çalışmaları daha azdır. Amerika’ daki sıklık çalışmaları yerfıstığı ve fındık allerjisinin erişkinlerin %1.3’ ünde olduğunu göstermiştir. İngiltere’ de erişkinlerde gıda ile oluşan reaksiyon sıklığı %1.4-1.8 bulunmuş, gıda katkı maddeleri ile ise %0.01- 0.23 saptanmıştır. Hollanda’ da benzer bir çalışmada bu reaksiyonların sıklığı %2 olarak saptanmıştır. Ortalama %0.5’ inde kabuklu deniz mahsülü allerjisi tanımlanmıştır.

Gıda Aşırı Duyarlılık Reaksiyonu Patogenezi:
Barsak Bariyeri
Doğumun hemen ardından birkaç saat içinde yeni doğan barsak lenfoid dokusu (barsak bariyeri) bakteri ve gıda antijenlerindeki yabancı proteinlerle karşılaşır.
Barsak bariyeri; bakteri, virüs, parazitler, gıda proteinleri için immünolojik ve non-immünolojik bariyerdir.
Yenidoğanlarda bu bariyerin olgunlaşmaması penetrasyonun artmasına sebep olur. Örneğin; 1. ayda bazal asit salınımı rölatif olarak azdır. Barsak proteolitik aktivite ancak 2 yaş civarında olgunlaşır. Barsak mikrovillüs gelişimi de erken yaşlarda tam değildir. Bu nedenlerle antijenin mukozal transportu kolaylaşır.
1200 vakalık bir araştırmada, ilk 4 ayda alınan solid gıdaların diğerlerine göre çok daha fazla atopik dermatit oluşma olasılığı var.

Ö:Artmış mide asiditesi ve diğer gıdalarla birlikte alınması emilimi azaltır.

Ö:Antiasidler vb. gibi nedenlerle mide asiditesinde azalma ve alkolle birlikte alınma emilimi arttırır.

Bir çok vakada immünolojik olarak tanınabilen proteinlere tolerans gelişir. Fakat duyarlı vakalarda bu proteinler aşırı duyarlılık yaratır.

Gıda Allerjenleri:
Diyette yüzlerce gıda olmasına rağmen bunlardan sadece birkaç tanesi major allerjenik etkiye sahiptir. Çocuklarda süt, yumurta, yerfıstığı, soya, buğday hipersensivite reaksiyonlarının yaklaşık %90’ ından sorumludur. Erişkinlerde ise yerfıstığı, balık, kabuklu deniz mahsülleri, fındık bu reaksiyonların %85’ ini oluşturur. Son zamanlarda özellikle kiwi, kavun, susam, haşhaş ve kolza dikkati çekmektedir. Gıdaların allerjenik fraksiyonları genellikle ısıya dayanıklı, suda çözünebilen, 10-70 kd büyüklüğünde glikoproteinlerdir.

Mide-barsaktaki Gıda Aşırı Duyarlılık Reaksiyonları:
IgE aracılı reaksiyonlar:
Erken mide-barsak aşırı duyarlılık reaksiyonları IgE aracılıdır ve daha çok akciğerleri ve deriyi de etkilemektedir.
Eski çalışmalarda IgE’ ye bağlı olarak ”besin aşırı duyarlılığı” radyolojik olarak gösterilmiştir. Bir çalışmada besin alerjisi olan 4 hastaya baryum-besin karışımı verilmistir. Bu karışımların yarattığı etkiler radyografik olarak incelenmislerdir. Gastrit, barsakta aşırı hareket ve kalın barsakta spazm görülmüştür.
Flouroscopic bir çalışma sonucu alerjisi olan 12 çocuga baryum sülfatlı alerjen içeren ve alerjensiz olan besinler uygulanmis ve karsilastirma yapilmistir. Mide hareketlerinde azalma, mide çıkışında spazm ve barsaklarda aşırı hareketlenme gözlenmiştir.
Gastroskop kullanılarak erken allerjik reaksiyonları 6 allerjili hastada incelemiştir. Belli bir miktar besin allerjeni mide mukozasına yerleştirilmiştir ve 30 dk sonra tekrar incelenmistir. Mukozada kırmızı ödem, bununla beraber kalın gri bir mukus ve kanama odakları görülmüştür.
Son dönemlerde, yine endoskopi yardımı ile yapılan ve daha önceki gözlemlerdeki sonuçlar elde edilen çalışmalarda buna ek olarak biopsi sonucunda burada mast hücreleri (allerji hücreleri) gösterilmiştir.
Deri testi veya RAST birçok allerjen besinlere pozitif yanit vermekte (%95).
Bulantı, karın ağrısı, kusma ve/veya ishal gibi bulgular yemek yendikten 2 saat sonra ortaya çıkar. Çocuklarda kusma çok spesifik bir bulgu değildir; iştahsızlık, kilo alamama ve karın ağrısı gibi bulgular daha değerlidir.
Son dönemlerde oral allerji sendromu adı ile bir sendrom tanımlanmıştır. Huş ağacı, Amerikan nezle otu poleni ve pelin’ e allerjisi olanlarda oluşur. Reaksiyonlar genelde dudaklarda, dilde, boğazda görülmektedir. Bu bulgular genellikle kısa sürer ve çoğunlukla kavun, karpuz ve muz yenmesinden sonra oluşur. Huş ağacı allerjisi olanlarda patates, havuç, kereviz, çeviz ve kiwi yedikten sonra oluşabilir. Bunun nedeni huş ağacı poleni ile bu sebze ve meyvelerdeki allerjik proteinler arasındaki çapraz reaktivitedir.

IgE ve non-IgE aracılı miks reaksiyonlar:
Allerjik eozinofilik özefajit, gastrit ya da gastroenterit, yemek borusu, mide ve/veya barsak duvarında eozinofil (allerji hücresi) infiltrasyonu ile karakterizedir.
Hastalığın patogenezi tam olarak anlaşılmış değildir.
Allerjik eozinofilik özefajit, genelde çocukluk ve gelişme çağında süregen reflü (mideden yemek borusuna gıda ve mide içeriklerinin geri kaçması), tekrarlayan bulantı, iştahsızlık, karın ağrısı, yutma güçlüğü, irritasyon, uyku problemi ile karşımıza çıkar. Olağan reflü tedavisine yanıt vermeyebilir.
Alerjik eozinofilik gastroenterit herhangi bir yaşta meydana gelip yemek borusu iltihabı ve/veya gastrit bulguları yaratabilir. Kilo kaybı veya gelişme geriliği görülür.

IgE’ den bağımsız reaksiyonlar:
Diyete bağlı protein enterokolit sendromu genelde bebekliğin ilk aylarında irritasyon, kusma, ishal gibi bulgularla karakterizedir. Kusma genelde gıda alımından 1-3 saat sonra belirmekte, kanlı ishal, kansızlık, karın ağrısı, gelişme geriliği görülür. Bu bulgular, genelde inek sütü veya soya proteini içeren besinlerle olabilmektedir; ama genelde anne sütü ile olmaktadır. Yumurta, buğday, pirinç, yulaf, fıstık, fındık, tavuk, hindi ve balığa karşı sensitivite rapor edilmiştir. Yetişkinlerde kabuklu deniz ürünleri (karides, istakoz vs.) buna benzer sendromlara neden olup karında kramp, kusma ve bulantıya sebep olur. Deri prick testi negatiftir.
Celiac (Çölyak) hastalığı, protein kaybettiren bir enteropatidir. Süregen ishal, gaz, karın ağrısı, kilo kaybına neden olan bir hastalıktır. Oral ülser görülebilir. Celiac hastaları gliadine hassastırlar (bugday, yulaf ve tahıllardaki bir protein). Celiac hastaları, kronik olarak gluten içerikli gıda alımı ile T hücreli lenfoma gibi kanserlerin geli?imi için risk taşırlar. Bu vakalarda diyetten gliadinin uzaklaştırılması bulguların ve hastalığın iyileşmesi ile sonuçlanır.

Deride Oluşan Gıda Aşırı Duyarlılık Reaksiyonları:

IgE aracılı reaksiyonlar
Besin alerjisi olan hastalarda akut ürtiker ve anjioödem en çok görülen bulgulardır. Bulgular çok ani gelişebilir. Sorumlu besinler genelde şunlardır: balık, kabuklu deniz ürünleri, fıstık, fındık; çocuk yaştakilerde ise yumurta, süt, fıstık ve fındık. Ancak meyveler ve sebzelerde bu grup içersine girmeye başlamıştır.
Kronik ürtikerse gıda allerjisi olanlarda çok nadiren oluşur. 554 tane gıda allerjisi olan vakanın sadece %1,4’ ünde kronik ürtiker ve anjioödem bulunmuştur. 226 kronik ürtikerli çocuğu değerlendiren bir çalışmada %31 pozitif cilt testi saptanırken bunların sadece %4’ ünde gıda uyarı testi ile pozitif sonuç alınmıştır.
IgE ve non-IgE aracılı miks reaksiyonlar:
Atopik dermatit, bir ekzema türüdür ve genelde erken çocuk yaşta başlar. Kaşıntı, tekrarlayan lezyonlar, astım ve allerjik rinit en önemli bulgularıdır. Allerjen sp. IgE, bu hastalığın patogenezinde rol oynar. Langerhans hucreleri deride artış gösterir ve yüzeylerinde allerjen sp. IgE bulunur. Atopik dermatiti ve gıda allerjisi olan çocuklarda yapılan oral gıda uyarı testi sonucunda serum histamin seviyesi belirgin artar, eozinofil aktivasyonu oluşur.
IgE aracılı olmayan reaksiyonlar:
Gluten duyarlı enteropati hastalarının bazılarında çok kaşıntılı eritemli cilt lezyonları olan dermatitis herpetiformis görülür. Atopik dermatit ile karıştırılır. Kol ve bacakların dış yüzlerinde ve kalçalarda süregen, kaşıntılı, simetrik deriden kabarık içi sıvı dolu kırmızı lezyonlar vardır.

Solunumsal Gıda Aşırı Duyarlılık Reaksiyonları:

IgE aracılı reaksiyonlar:
Gıda uyarı testi ile hem üst solunum hem alt solunum yolu reaksiyonları oluşturulabilir. Bu reaksiyonlar genelde deri ve mide-barsak bulguları ile birliktedir. RAST ile gıda sp. IgE gösterilebilir. 480 adet gıda reaksiyonu veren vakanın değerlendirildiği bir çalışmada çift kör plasebo kontrollü yöntemle % 16 vakada solunumsal bulgu saptanmıştır.
Bulgular gıdanın alımından 15-90 dakika sonra oluşmaktadır. Burunda ve göz etrafında kaşıntı en erken bulgular olup bunun ardından hapşurma ve burun akması oluşur.
Respiratuvar reaksiyonlara yol açan gıdalar, balık, kabuklular, yumurta, nohutdur.
IgE aracılı olmayan reaksiyonlar:
Heiner sendromu çok nadir görülen, gıda ile ortaya çıkan, pnömoni, akciğer infiltrasyonları, hemosideroz (dokulara demir çökmesi), mide kanaması ve demir eksikliği kansızlığı ile karakterli bir hastalıktır. Genelde inek sütü ile oluşur. Gelişme geriliği oluşur. İnek sütüne reaktif antikorlar saptanmış olup hastalığın immünolojik mekanizması tam olarak bilinmemektedir.

Anafilaksi:
Hastahanelerdeki acil servise başvuran jeneralize anafilaksilerin 2/3’ ünü arı sokması oluştururken, 1/3’ ünü gıda allerjileri oluşturur. Her yıl ABD’ de 100 tane gıda ile indüklenmiş ölümcül fatal reaksiyon bildirilmektedir. Anafilaksinin tüm bulgularının oluşmasına rağmen bu hastaların serum triptazlarında major yükselmeler olmaz.

Gıda ile İlişkili Egzersizle Ortaya Çıkan Anafilaksi:
Sık olmayan bu form gıda alımından sonraki 2-4. saatlerde egzersiz yapan vakalarda görülür. Egzersiz olmadan alınan gıda ile gözlemlenebilen herhangi bir reaksiyon oluşmaz. Bu hastalığın insidansı son 10 yılda toplumların egzersize yönelmesi ile artmaktadır. Hastalarda genellikle astma veya diğer atopik hastalıklar olup, sorumlu gıda ile pozitif cilt testi saptanır. Bu hastaların geçmişlerinde de bu gıdalarla reaksiyon vardır. Kadınlarda iki kat daha sıklıkla ve 30’ lu yaşlarda daha sık görülür. Yulaf, kabuklu deniz mahsülleri, meyve, süt, kereviz ve balık sorumlu gıdalardır

0 yorum

Yorum Gönder