Welcome to My Website

İzleyiciler

Saglik Haberleri 44:53

Gönderen cprnc 3 Şubat 2010 Çarşamba

çocukluk çağında hipertansiyon


Çocuklukta yüksek kan basıncının saptanması, ileri yaşlarda artmış birincil hipertansiyon riski olan, erken takip ve tedaviden faydalanabilecek bu çocukları tanımlamada değerlidir. Hipertansiyona bağlı organ hasarları çocuklukta başlayabilir.

Çocuklarda normal kan basıncı aralığı bilinmemektedir. Çocuklarda kan basıncı standartları yaşa paralel olarak artmaktadır. Her yıl yaşla birlikte sistolik (büyük) kan basıncında 1.5mmHg, diastolik (küçük) kan basıncında 0.7mmHg artış olmaktadır. Yapılan çalışmalarda kan basıncının gece, gündüze oranla %20 daha düşük olduğu ve günlük sistolik ve diastolik kan basıncı değişikliklerinin minimal olduğu gösterilmiştir. Büyüyen çocukta kan basıncı boy ile ilişkilidir.

Hipertansiyon başlıca kalp, santral sinir sistemi, böbrek ve göz komplikasyonları (olumsuz sonuçları) açısından önemli bir risk faktörüdür.

Çocuklarda hipertansiyonun büyük bir kısmı altta yatan bir nedene (böbrek, kalp hastalıkları, hormonal nedenler ve diğerleri) ikincildir. Hipertansif çocuk ve adölesanların %28’i ikincil hipertansif hastalardır (altta yatan böbrek hastalığı gibi). Oysa hipertansif yetişkinlerde bu oran %7’dir.

Toplumda hipertansiyon için sfigmomanometreler en uygun tarama araçlarıdır. Kan basıncı ölçümündeki hatalar; aletten, ölçümü yapan kişiden ya da hastadan kaynaklanabilir. Aletten kaynaklanan hatalara örnek olarak manometrenin bozuk olması , basınç kaçakları, dinleme aletine ait bozukluklar ve hastanın koluna uygun olmayan dar ya da geniş manşonlar verilebilir. Kan basıncını ölçen kişi, duyu bozukluğu, dikkatsizlik ve bilinçaltı eğilim (örneğin sıfırla biten rakamlar için “ başka bir rakam tercihi” veya normal basınçların yüksekmiş gibi kaydedilmesi gibi) nedenleriyle hatalara neden olabilir. Hasta postür ve biyolojik faktörler nedeniyle hatalı ölçümlerin nedeni olabilir. Postür (örneğin yatma, ayakta durma, oturma) kalbe göre kolun pozisyonu 10mmHg kadar yüksek değişliklere neden olabilir. Anksiyete, yemekler, sigara, alkol, ısı değişiklikleri, egzersiz ve ağrı gibi biyolojik faktörler de ölçümleri etkileyebilir. Kan basıncı ölçümündeki bu sınırlamalar nedeniyle, hipertansiyon tanısının ancak bir ya da birkaç hafta boyunca üç farklı ölçümde okunan yüksek kan basıncının varlığı ile konulması gerektiği önerilmektedir. Sfigmomanometri 3 yaş altındaki çocuklara uygulandığında ilave faktörler doğruluğu etkiler. Birincisi, kol çevresinde fazla değişiklikler vardır bu nedenle manşon seçilirken bu nokta dikkate alınmalıdır (seçilen manşon ön kolun 1/3'ünden küçük, 2/3'ünden büyük olmamalıdır). İkincisi, muayene sıklıkla hastanın anksiyete ve huzursuzluğu nedeniyle zordur. Üçüncüsü, seslerin kaybolmasını çocuklarda duymak sıklıkla zordur ve sıklıkla seslerin şiddetinin azaldığı değer bunun yerine kaydedilir. Son olarak çocuklukta hipertansiyonun tanımı kesin değildir, çünkü çocukluk çağındaki normal değerlerde karışıklıklar vardır.

Kendi kendine ölçülen (ev) kan basıncı ve ayaktan kan basıncı izlemi özel durumlar için (araştırma gibi) yararlı bilgiler sağlayabilir fakat bunlar taramada rutin kullanıma uygun değildir.

Normal kontrollerde kan basıncı ölçümü sağlıklı çocuk ve adölesanlar için yılda en az bir kez yapılmalıdır. Risk faktörleri varlığında (yenidoğan döneminde göbek arter kateterizasyonu, diabet, şişmanlık, çocuk veya ailede hiperlipidemi (kanda yağların fazla olması)varlığı, ebeveynlerde hipertansiyon olması, birinci veya ikinci derece yakınlarında erken kalp krizi veya felç hikayesi, periodik yüksek kan basıncı) daha sık kan basıncı ölçümleri yapılmalıdır. Bu öneri ikincil hipertansiyonun tedavi edilebilir nedenlerinin erken saptanmasının getireceği yararlar nedeniyledir. Sfigmomanometri çocuklar için önerilen teknikle uygulanmalıdır. Tüm çocuk ve yetişkinlerde hipertansiyondan birincil korunma için sağlıklı bir diyet, tuzdan fakir beslenme, fiziksel aktivitenin arttırılması, şişmanlığın önlenmesi ve tedavisi önerilmektedir
KAYNAK:
Dr. Fatih Özaltın, Prof. Dr. Ayşin Bakkaloğlu
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Nefroloji Ünitesi, Ankara
Zührevi hastalıklar

Zührevi hastalıklar yani cinsel yolla bulaşan hastalıklar çeşitlidir.

1-BEL SOĞUKLUĞU:(GONORE)
Gonore isimli mikropun meydana getirdiği cinsel yolla bulaşan bir hastalıktır.Nadiren olsada cinsel yolla bulaşmaz.Mikroplu havlu,mendil gibi eşyaların kullanılması ile de bulaşabilir.Mikrop alındıktan sonra 3-7 gün arasında belirti verir.Bazen belirtiisi 12 saat ile 3 ay kadar da değişebilir.Tedavi edilmezse 3-7 hafta sonra müzminleşir.
Penisten sarı kahverengi çok defada yeşile çalan bir akıntı olur.Miktarı çok olmazsa bile her idrar yapıştan sonra ve sabahları kilota bulaşan bir akıntıdır.İdrar çıkış yeri kızarır şişer.İdrar şikayetleri olur.
Teşhis,akıntının özel metotlar ile alınıp mikroskop altında belsoğukluğu mikrobunun görülmesi ile konur.
Tedavi edilmeyen vakalarda apse sonucu idrar yolunun daralması meydana gelir.hastalık daha ilerliyecek olursa testise yayılır.Buradaki tohum hücrelerinin gelişmesini önliyerek kısırlığa neden olur.
Korunma:Her şeyden önce hijen kurallarına uyulmalı.Cinsel temas sırasında kondom (prezervatif) kullanılmaldır.Şüpheli ilişkilerde bulunulmamalıdır.
Tedavi.Bir doktor kontrolünde uygun antibiyotik ve gerekli ilaçların kullanılması ile tedavi olunur.Bu ilaçlar hastalığın şiddetine göre ağızdan alınan haplar veya kalçadan vurulan iğnelerdir.
Kadınlarda çok defa akıntı olmaz.%20 oranında idrar yanması vardır.tedavisi biraz daha yoğun çaba gerektirir.
Belsoğukluğu mikrobunun kan yoluna geçmesi ile eklam şişmeleri,kalp kası iltihapları olabilir.Nadiren beyin zarı iltihabı ve Karaciğer iltihabı yapar.

2-BELSOĞUKLUĞU OLMAYAN AKINTI:
Bu akıntıda bel soğukluğu mikrobu bulunmaz.Mikroplar çok defa değişiktir.Cinsel yolla geçer.Genç erkeklerde görülür.Bazen belsoğukluğundan daha ciddidir.Belirtiler 7-24 gün sonra çıkar.Akıntı olmayabilir.İdrarda yanma ve idrar yolları kaşıntısı vardır.

3-TRİKOMONİASİS:
Trikomona isimli mikroptan ileri gelir.Çok defa kadın vajeninde bulunur.Mutat cinsel temas ile bulaşır.Eşler arasında bir birlerine bulaştırma çok sıktır.Akıntıda mikrobun görülmesi ile teşhis konur.
Ekeklerde bazen belirti vermiyebilir.Prostata ve testise yayılacak olursa kısırlık meydana getirme riski olur

4-GENİTAL UÇUK:
Kadın ve erkeklerde sıklıkla görülür.Herpes simplex virusunun meydana getirdiği bir cilt hastalığıdır.Daha ziyade ağız ve dudak çevresinde görülür. %5 oranında da genital organlarda bulunur ve cinsel ilişki ile geçer.
2-10 gün süreden sonra torbalarda ve kadında dış genital organlarda kırmızı zemin üzerinde içi sıvı dolu bir çok keseciklerden oluşur. Kasıklarda beze yapar. Tedavide viruslara etkili melhem kullanılması ile yapılır.

5-YUMUŞAK ŞANKIR:
Gene bir cilt hastalığıdır. Sebebi mikrobiktir. 1-7 gün bekleme süresinden sonra belirti verir. Penis başında gözükür. Önceleri bir kızartı halinde başlar. 24 saat içinde kabarır ve yaradan akıntı başlar. Sonunda bir derin yaraya dönüşür. Yaralar birleşerek daha geniş bir hal alır. Kasıklarda beze olur. Tedavi uygun antibiyotik kullanımı ve hijene dikkat etmektir.

6-AIDS:(Edinsel bağışıklık yetmezliği)
İlk defa 1981 yılında görülmüştür. HIV isimli virusten ileri gelmektedir. Seksüel ilişki ile kirli enjektör kullanımı ve kan nakillerinden geçer. Anneden cenine, kadından erkeğe ve erkekten erkeğe geçer.
Virus vücuda geçtikten sonra bağışıklık sistemini bozar. Organizma kendisini koruyamaz hale elir. Yorgunluk, kilo kaybı ateş ve ishal bulunur. Kasıklarda koltuk altlarında yaygın bezeler olur. Bacaklarda çeşitli büyüklüklerde mor renkli çürükler meydana gelir. Hastalığın teşhisi en yaygın olarak kullanılan ELİSA testi ile konur. %95 positif sonuç verir. Maalesef bugün için belirili bir tedavisi yoktur.

7-FRENGİ:
Mikrobik bulaşıcı bir hastalıktır. Cinsel ilişki ile deri yolu ile geçer. 2-4 hafta sonra peniste ağrısız bir yara gözükür. Önceleri bir sivilce şeklinde başlar daha sonra akıntı olur. Penis boyunca ve torbalara yayılır. Bu yara 1-2 haftada zımba ile delinmiş bir şekil alır. Derin, sert kenarlı olan bu yara tedavi edilmezse kendiliğinden iyileşir. Bu frenginin birinci devresidir.
2 ci devre bu yaradan itibaren 6 hafta sonra ortaya çıkar. Daha yaygın kızarıklıklar vardır. Döküntüler olur. Bu devrede 4 yıl sürebilir.
3 cü devrede yer yer bölgesel tümörler oluşur. Bu tümörler yaygındır. Genital organlarda bulunduğu gibi eklemlerde de bulunur.
Tedavide uygun antibiyotiğin kullanımı ile olur. Günümüzde erken tedevi ile ve frenginin 2-3 cü dönemleri artık olma mamaktadır.

8- İnsan papilloma Virüsü:
Cinsel organlar ve çevresinde siğil benzeri oluşumlara neden olan bu virüs kadınlarda rahim girişi kanserlerine neden olabilir

9- Chlamydial Enfeksiyonlar:
çok sık raslanılır. kadınlarda ve erklerde görülür. Akıntı ve idrar sırasında yanma olur. Bazan hiç bir belirti vermez
Eroin bağımlılığı
Tarihçe

* Opium, poppy (haşhaş, papaver somniferum) bitkisinden elde edilir ve en eski ilaçlardan biridir.

* Eski Sümerler (IÖ 4000) ve Mısır’da (IÖ 2000) kullanılıyordu.

* Opiumun esas aktif içeriği morfin alkoloididir. 20’den fazla alkoloid vardır (%10 morfin,%0.5 kodein, %0.2 tebain, papaverin vs)

* Bağımlılık yapmayan analjezik (ağrı kesici) üretmek amacıyla yapılan çalışmalar sonucu opiyumdan morfin, kodein ve bunlardan üretilen ilaçlar ve tebain kullanılarak üretilen bazı semisentetik ilaçlar üretilmiştir.

İsimlendirme

Opioid: Daha kapsamlı bir kavramdır. Opiyatlar (morfin, kodein, tebain) ve morfin benzeri aktivitesi olan sentetik maddeler (metadon, fentanil, meperidin), agonist/antagonistler, parsiyel agonistler ve endojen opioid peptitler buna dahildir.

Endojen opioid peptitler: 1. Endorfinler, 2. Enkefalinler, 3. Dinorfinler

Morfin prototip opiyattir ve bir çok opiyatın öncülüdür: eroin (diasetilmorfin), oksimorfon, hidrokodon, oksikodon, kodein (metilmorfin)

Tebain nalakson, etorfin ve oksikodonun öncülüdür.

Opioid reseptörleri:

* Mu: duygudurum düzenleme, pekiştirme mekanizmaları, solunum baskılanması, ağrıyı giderme (analjezi),

* Delta: Gastrointestinal (mide-barsak) sistem , Endokrin sistem

* Kappa: Endokrin sistem, ağrı uyarımı (aversif etkili)

* Sigma (?) Opioid reseptörü olduğu tartışmalıdır, çünkü Nalaksondan (opioid antagonisti) etkilenmez. Uyarıldığında disfori ve halusinasyon yapar.

Opioid Reseptör alt tipleri ve etkileri:

mu1: supraspinal analjezik etki

mu2: spinal anestezi, GI motilite (mide-barsak hareketi), solunum

delta2 ve kappa1: spinal anestezi

delta1 ve kappa3: supraspinal anestezi

delta2 : beyinde aneljezik etki

Reseptör yerlesimi:

Opioid reseptörleri beyin, spinal kord, mide-barsak sistemindeki nöral pleksuslarda, otonomik sinir sisteminin diğer yerlerinde ve ak yuvarlarda bulunur. Dolayısıyla opioidlerin etkileri çok yaygındır.

Opioid İlaçlar:

Agonist: Opioid reseptörlerine bağlanıp aktive edenler

Antagonist: Opioid reseptörlerine bağlanan, ancak aktive etmeyenler

Opioidler (fentanil, nalakson, buprenorfin), reseptör afiniteleri ve intrinsik aktiviteleri yönünden farklılıklar gösterir

Opioidler:

1. Saf agonistler

a. Morfinanlar: Levo-dromoran

b. Fenilpiperidinler- piperidinler: meperidin, fentanil

c. Metadon: LAAM ( L-alfa-asetilmetadol ), Propoksifen

2. Agonist-antagonistler: Pentazosin, Nalbufin, Butorfanol, Meptazinol

3. Parsiyel agonistler: Buprenorfin

4. Saf antagonist : Nalokson, naltrekson, Nalmefen

Opioidlerin merkezi sinir sistemi üstüne etkileri (mu reseptörü üstünden):

* Analjezi (ağrı kesici)

* Sakinlik (lokus serelousun inhibisyonu ile)

* Öksürük refleksinin baskılanması

* Bulantı, kusma

* Solunumun baskılanması

* Miyosis (göz bebeklerinin genişlemesi)

* Isı regülasyonunda değişiklikler

* GRH (gonadotropin releasing hormon)’da azalması ® LH&FSH azalması ® Testesteron’da azalma ve adet düzensizlikleri

* CRF (kortikotropin releasing faktör)’de azalma ® ACTH’da azalma ® kortizol’de azalma (antianksiyete etkisi)

Opioidler insanlarda değişik etkiler olusturur:

Bağımlılarda öfori (high) yaparken, bazı kisilerde konfüzyon, sersemlik yapar.

‘Flash’, ‘rush’ : merkezi sinir sisteminde opioidlerin keskin ve hızlı artışı ile oluşan hoşnutluk verici duyguya bu ad verilir. Bağımlılar tarafından orgazma benzetilir.

Opioidler depresyon, anksiyete, öfke ve paranoid düsünceleri azaltabilir.

Opioidlerin gastrointestinal sistem (mide-barsak sistemi) üstüne etkileri

(mu reseptörü üstünden):

Antidiyareik (ishal giderici) etkisi, barsak hareketlerinin azalmasına bağlıdır. Bu etkisiye tolerans gelismez. Yani opioid bağımlılarında ya da metadon kullananlarda sürekli kabızlık olur.

Bu etkisi için kullanılan opioid ilaçlar:

- Difenoksilat-Lomotil

- Loperamid (merkezi sinir sistemine geçmez)

Opioidlerin diğer etkileri:

* Morfin antihistaminiktir, ciltte vazodilatasyon ve kaşıntı (tipik burun kaşıma) yapar.

* Mesanede sfinkter tonusunu arttırır, miksiyon (işeme) refleksini bastırır. Böylece idrar retansiyonuna (idrar yapamama) neden olur.

* Meperiden (Demerol), grand mal epileptik nöbete neden olabilir. Böbrek yetmezliğinde vücutta birikebileceği için bu etki önemlidir.

* Morfin, safra yollarındaki Oddi sfinkterini kasarak sarılığa neden olabilir ancak meperidin (Demerol) bunu yapmaz.

Opioidlerin bazı klinik özellikleri:

* Morfin glukronize olur, metaboliti aktiftir, böbrekten atılır. Böbrek yetmezliğinde vücutta birikir.

* Eroin (diasetil morfin) prodrog (öncül ilaç)’dır. Yağda çözünürlüğü morfinden fazladır, hızla beyne girip 6-mono-asetil-morfine dönüşür. İdrarda morfin olarak atılır. Histamine benzer etkisi daha azdır.

* Kodein (3-metoksi-morfin) da prodrogdur (öncül ilaç). Ağızdan alındığında karaciğerde fazla metabolize olmaz (yıkılmaz). Vücutta morfine çevrilir.

Neden bağımlı olunur?

1.Tekrarlayıcı kullanım, fiziksel bağımlılık ve yoksunluk yapar. Tekrarlayıcı kullanım endojen opioid sisteminde (sinir sisteminde doğal olarak bulunan opioidlerde) kalıcı değişiklikler yapar. Eroin bağımlıları onu sevmez ama isterler ve onsuz yaşayamazlar.

2. Beyindeki “ödül yolu” üzerindeki pekiştirici etkisi biyolojik olarak, verdiği haz psikolojik olarak yeniden kullanmayı sağlar. Eroin herkesde öfori (coşku) yapmaz. Bu özellik (yani opioid deneyiminden haz almak) bağımlılığa yatkın olmayı gösterir, psikopatoloji ile ilgili olabilir, endorfin (sinir sisteminde doğal olarak bulunan opioidlerin) eksikligine bağlı olabilir.

3. Self medikasyon: depresyon, anksiyete gibi yaşantıları kontrol etmek için başlayan ama sonra bırakamayanlar da vardır.

Devam ettirici faktörler:

Çevresel ip uçları (kullanımı hatırlatan şeyler) ve hüzün, öfke, sıkıntı vb içsel duygu durumları öğrenilmis ve şartlanılmış aş ermeye (craving) yol açar. Çrneğin bir şırınga görmek ya da sıkıntı hissetmek eroin kullanmak için büyük bir istek doğurur.

Opioid yoksunluğu:

Opioid yoksunluğu belirtileri:

(En az 3 tanesi bulunmalı)

1. Disforik mood (sıkıntılı, hüzünlü duygu hali)

2. Bulantı ya da kusma

3. Kas ağrıları

4. Göz yaşarması, burun akması

5. Pupiller dilatasyon (göz bebeklerinde genişleme), piloereksiyon (tüylerin dikleşmesi), terleme

6. Diyare (ishal)

7. Esneme

8. Ateş

9. İnsomni (uykusuzluk)

Yoksunluğun subjektif (öznel) belirtileri daha erken başlar. Bunlar anksiyete, aş erme, depresyon, irritabilite (huzursuzluk), kas krampları, sırt ağrısı, kemik aşrısı, genel disforidir.

Tipik yoksunluk morfin ve eroinde son kullanımdan 8-12 saat sonra başlar, 48 saat sonra max düzeyine ulaşır, 5-7 günde azalarak biter.

Fiziksel bağımlılık:

* Tedavi dozlarındaki (15-30 mg) tek bir doz morfin bile toleransı olmayan bir kişide düşük bir derece de olsa fiziksel bağımlılık yapabilir ve Nalakson (opioid antagonisti) verilmesiyle yoksunluk ortaya çıkar.

* Daha önce fiziksel bağımlılığı olup detoksifiye olmus fareler tekrar eroine maruz bırakılınca daha kolay bağımlı olurlar. Bu da bir kez eroine bağımlı olanların bundan mutlak olarak uzak kalması gerektiğini desteklemektedir.

* Bağımlılarda tolerans çok çabuk gelişir.

Opioid yoksunluğu tedavisi:

* Antipiretik ve analjezikler (ateş düşürücü ve ağrı kesiciler)

* Benzodiyazepinler: özellikle uyku için, alternatif olarak amitriptilin (Laroxyl) vb sedatif ilaçlar verilebilir.

* Klonidin: Noradrenerjik deşarjı azaltmak için kullanılır. Objektif bulgu varsa baslanmalıdır, Günde 4 kez 0.2 mg, birkaç gün devam edilir, 2 haftada azaltarak kesilir.

* Metadon: Günde 20-40 mg verilerek başlanır. Bir hafta ya da bir ayda azaltarak kesilir. Metadon detoksifikasyonu uzatır.

* Ultrahızlı detoksifikasyon: Saatler süren genel anestezi altında bol sıvı ve Nalakson verilerek yoksunluk belirtilerinin ortaya çıkarılması ve hızlı bir şekilde geçirilmesi sağlanır. Son yıllarda ABD’de popüler olan bu yöntem oldukça tartışmalıdır. Çünkü bu işlem akut yoksunluk belirtilerini giderse de anestezi sonrası subakut belirtiler uzun süre devam eder. En önemlisi de yoksunluk tedavisi eroin bağımlılığının tedavi edilmesi demek değildir.

Uzamış Yoksunluk:

Görünen ve ölçülebilir yoksunluk belirtileri ortadan kalktıktan çok sonra bile bağımlılar ‘normal hissetmeme’den depresyona kadar değişen istenmeyen duygular yaşarlar. Bunun antisosyal kişilik bozukluğu, depresyon gibi altta yatan psikopatolojiden ayırımı önemlidir.

BALANİTİS:GLANS PENİS İLTİHABI:PENİS BAŞI İLTİHABI
Balanit, glans (penis başı) veya penis ucunun iltihaplanmasıdır. Oldukça sık görülen bir rahatsızlıktır. Sünnet olmamış erkeklerde, özellikle sünnet derisinin daralması nedeniyle kolaylıkla geriye çekilemediği durumlarda, sünnet olmuş erkeklere kıyasla daha fazla görülür.

Belirtiler : Penisin ucunda kızarıklık ve tahriş.

Balanitin birçok çeşidi vardır. Nedenlerinden bazıları; böbrek yolları enfeksiyonu, penise sürtünen kumaşın tahrişi veya kumaşın temizlenmesi ya da yapımında kullanılan kimyasal maddeler ve doğum kontrol kremlerine reaksiyon, olabilir. Şeker hastası erkeklerde, idrarda fazla şeker bulunması nedeniyle, balanitis çok sık görülür. Mantar enfeksiyonu da sık rastlanan bir sebeptir.

Teşhis

Penisteki tahriş bir iki gün içinde geçmezse doktorunuza veya bir üroloğa danışmak gereklidir. Doktor penisi inceleyerek ve daha ciddi enfeksiyon ihtimalinin olup olmadığını anlamak için testler yapacaktır. Balanit teşhisi konursa da, şeker hastalığı ihtimalini gözönünde tutarak idrar testi uygulayacaktır.

Tedavi

Balanit tedavisinin temeli temizliktir. Sünnet derisi kolaylıkla geri çekilemeyen bir erkekte balanit in iyileşmesi ve önlenebilmesi için sünnet yapmak gerekebilir. Bakteri ve mantar enfeksiyonlarını iyileştirmek için antibiyotikler ve mantar ilaçları kullanılır.

testis kırılması
ABD Minneapolis Kalp Enstitüsü Vakfı'nın yaptığı araştırmaya göre, erkeklerdeki sertleşme sorunu, kalp ve damar hastalıkları için erken uyarı olabilir. Dr. Marc Pritzker, sertleşme sorunun damardan kaynaklandığının anlaşılması halinde, kalp ve damar hastalıkları bakımından da araştırma yapılması gerektiğini söyledi. Pfizer İlaç Firması'nın Sağlık Bülteni'nde yer alan araştırmaya göre, Dr. Pritzker, sertleşme sorunun, 'penis stres testi' diye de adlandırılabileceğini belirtti. Dr. Pritzker, ''Efor stres testinde, kalpten gelen elektrik sinyalleri, kalpteki hastalıklı kan damarlarının saptaması için kullanılıyor. Penis stres testi de hastalıklı kan damarlarının saptanması için de başka bir yol olabilir'' dedi.

Penisiniz kırılabilir!

Penis sert halde iken yatakta aniden dönme, mastürbasyon esnasında anormal bükülme, ereksiyonu sonlandırmak için penisin bükülmesi, at tepmesi penis kırılmalarına neden oluyor. Almanya'da her yıl 600 erkeğin penisi kırılıyor. Penis kırılmalarında penis şişiyor ve morarıyor. Erkek aniden ağrılar içinde kıvranmaya başlıyor. Vakaların verdiği bilgiler çoğunlukla yanlış. Hekimlerine ''sabahleyin yataktan düştüm ya da çocuğumu severken aniden penis bölgeme tekme attı ve birden penisim şişti anlayamadım,'' diyerek doğru bilgi vermiyorlar. ''Mastürbasyon yaparken penisi kırılan genç ameliyata alındı.'' Bu haberin kahramanı 26 yaşında, oto tamircisi, evli bir erkek. Eşi sekiz aylık hamile olduğu için bir süredir cinsel ilişkiye giremeyen genç adam, sabah işe gitmeden önce banyoya girip mastürbasyon yapmaya başlamış. Birden penisi şişip çok acı hissedince de hastaneye kaldırılmış.

Çoğu Bekar
Penisi kırılan tek Türk erkeği bu genç değil. Penis kırılmaları olağan bir durum olmasına rağmen vakalar utandıklarından hastaneye gitmedikleri için sayıları bilinmiyor. Uluslararası tıp literatüründe her 175 bin hastane başvurusundan birinin penisin bu tür yaralanması olduğu yazılı. Örneğin Almanya'da yılda 600 erkek cinsel ilişki sırasında penisini kırdığı için hastaneye gidiyor. Onların aralarında da utançtan doktora gitmeyenlerin sayısı az değil. Uzmanlar hemen doktora görünülürse oluşabilecek iktidarsızlık tehlikesinin de önlenebileceğini belirtiyorlar. Penis kırılmaları bilinçsiz cinsel ilişki, penis sert halde iken yatakta aniden dönme, mastürbasyon esnasında anormal bükülme, ereksiyonu sonlandırmak için penisin bükülmesi, at tepmesi gibi durumlarda oluşabiliyor. ''Ancak çoğu zaman hastanın öyküsünden gerçek sebep öğrenilemez,'' diyor Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalında öğretim görevlisi Yrd. Doç. Yılmaz Aksoy: ''Hastanın verdiği bilgiler çoğunlukla yanlış. Örneğin sabahleyin yataktan düştüm ya da çocuğumu severken aniden penis bölgeme vurdu gibi çelişkili konuşuyorlar. Oysa çocuğunu insan severken penis ereksiyon halinde olmaz. Kliniğimizde tedavi olmuş hastaların yaş ortalamaları 29 ve çoğu da bekar. Çekindikleri için böyle şeyler uyduruyorlar.''

Penis bandajlanıyor
Tanı hastanın öyküsü ve fizik muayenesi ile konuyor. Muayenede kırılma olan tarafta kan birikmesi ve peniste karşı tarafa doğru eğilme, şişlik, morarma saptanıyor. İki veya üç silindirik cisimli şiddetli kırılmalarda ise idrar yolu kanaması ve yumurtalıklarda kan birikmesi görülebiliyor. Ancak çok küçük olan yırtıklar Kavernozografi adı verilen özel görüntüleme yöntemleri ile saptanabiliyor. Penis kırığı daha önceleri penise bandaj uygulanması, lokal soğuk pansuman tatbiki ve şişlik giderici ilaçlar verilerek tedavi edilmeye çalışılırmış. Şimdi ise tanı konur konmaz cerrahi müdahale ile başarılı bir şekilde tedavi edilebiliyor. Nasıl mı? Ameliyatta penis cildi sünnet hattından çepeçevre açılarak geriye doğru çekiliyor ve etrafa birikmiş olan kan boşaltıldıktan sonra yırtık kısım bulunarak dikişle tamir ediliyor.

Penis yatakta kırılıyor
Penis kırığı ile idrar yolu yaralanmaları arasında doğru bir orantı var. İşeme zorluğu, idrar yolundan kan gelmesi veya hastanın idrar yapamaması durumlarında penis ucundan ilaç verilerek film çekiliyor. Böylece bir yaralanma varsa o bölge net olarak gösterilebiliyor. Ardından hastanın idrar torbasına göbeğin altından özel bir sonda yerleştiriliyor. Ve yırtık cerrahi müdahale ile düzeltiliyor. Penis kırığı tedavi edilmezse peniste şekil bozukluğu, ağrılı sertleşme, cinsel ilişkide zorluk, iktidarsızlık, idrar yolunda bölgesel genişleme, kanama bölgesinde Peyroni hastalığı adı verilen sert şişlikler oluşabiliyor.

Olumsuz etkiler
Penis kırılması erkeğin cinsel yaşamını önemli ölçüde olumsuz etkileyebilir. Bunun olmaması için alınması gereken tedbirler çok önemli. Araştırmalar penis kırılmalarının daha çok cinsel ilişki sırasında penisin vajinadan kayıp etraf dokulara isabet etmesi ile meydana geldiğini gösteriyor. Penis ereksiyon halinde iken yatakta kırılma sıklığı tıp literatüründe yüzde 28-38 olarak bildirilmiş. Bunun için cinsel ilişki sırasında ani ve ters hareketlerden kaçınılması, penis sertleşme halindeyken kıvrılmaması gerekiyor. Cinsel ilişki sırasında kadının üstte olduğu pozisyonlarda ise kırılma riski daha artıyor. Orta yerinden çatlatıyor Erkek üreme organı; kamış kökü, gövde ve kamış başı olmak üzere üç bölümden oluşan bir organ. Penisin dıştaki bölümüne gövde, vücutla birleştiği bölüme ise kök adı veriliyor. Kamış gövdesinde birbirine lifsi yapılarda bağlanan ve dikilgen doku olarak bilinen silindir biçimli üç cisim yer alıyor. Bu silindirik cisimler penisin uzama ve genişleme kabiliyetini sağlıyor. Bunlardan ikisi penisin sırt kısmında bulunuyor ve bu cisimler ''Tunigia Albuginea'' adı verilen kalın ve sert bir kılıfla sarılı. Penisin sırt kısmındaki bu silindirik cisimlere ise ''Korpus Kavernozum'' adı veriliyor. Üçüncü cisim ise daha ince yapıda ve etrafında sert bir kılıfla sarılmış değil. Bu üçüncü cisime de ''Korpus Spongiozum'' adı veriliyor. Ereksiyon sırasında her üç silindirik doku kanla dolarak penisin boyunda uzama, genişleme ve ardından sertleşme meydana geliyor. Bir penis kırılmasında ereksiyon halindeki bir penis orta yerinden aniden kıvrılınca sert kılıf yırtılıyor. Ve penisin sırt kısmında kalan kan, cisimsel dokular arasında dağılıyor. Erkek kırılma sesi duyduktan sonra hızlı bir ereksiyon kaybı, morarma ve şişmenin oluyor sonra da peniste şiddetli ağrı duyuyor.
Saç dökülmesi

Saç Dökülmesi

Hazırlayan : Doç. Dr. Burhan Aksakal
Gazi Üniversitesi Dermatoloji Anabilim Dalı

Saçlar hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

Her bir saçın yaşam döngüsü vardır. Bunlar yaklaşık olarak üç yıl ya da daha fazla süren aktif dönem, hemen bunu izleyen ve birkaç gün süren geçiş dönemi ve ardından da üç ay kadar devam eden dinlenme dönemidir. Saçlar günde yaklaşık olarak 1/3 mm uzar. Fizyolojik olarak bir gün içinde ortalama 100 kadar saç dökülmesi söz konusudur.

Saç dökülmesini tanımlar mısınız?

Saç dökülmesine tıp dilinde alopesi adı verilir. Saçların insan yaşamı için yaşamsal önemi yoktur ancak çok önemli psikolojik işlevleri bulunur. Özellikle kadınlarda büyük stres yaratabilir.

Saç dökülmesine yol açan etmenler nelerdir?

Saç dökülmeleri nedbesiz (skarsız) veya nedbeli (skarlı) olabilir.

Skarsız olan alopesilerin en sık görülen nedeni androgenetik alopesi lerdir. Saçlarda incelmeyle başlayan hastalık erkeklerde daha şiddetli seyreder. Zemininde ırsi bir yatkınlığın olduğu düşünülmektedir. Tedavisinde bazı hormonal ilaçlar kullanılır. Halk arasında yanlış olarak saçkıran adıyla bilinen önemli bir skarsız alopesi nedeni de alopesi areata dır. Bu hastalığın en sık görülen şeklinde saçlı deride odaklar halinde saç dökülmeleri vardır. Vücudun savunma sistemlerindeki yetersizlik sonucunda bazı enfeksiyon odaklarının tetiklemesiyle ortaya çıktığı düşünülmektedir. Kendiliğinden de düzelebilen hastalığın şiddetli şekillerinde kortizonlu ilaçlar ve ışık (PUVA) tedavisi kullanılabilir. Bu hastalıklar haricinde Telogen effuvium denilen aktif dönemdeki saçların bir anda ve çok sayıda dinlenme dönemine geçmesi ile gelişen bir tablo vardır. Burada yaygın bir saç dökülmesi olur. Saçlar 3-4 ay içinde incelir ve seyrekleşir. Yenidoğan döneminde ve doğum sonrasında fizyolojik olarak görülebilir. Bundan başka siddetli enfeksiyon hastalıkları, ağır seyirli müzmin hastalıklar, büyük cerrahi girişimler, tiroid bezinin az çalışması, sara hastalığı için kullanılan ilaçlar, hormonlar ve ağır metaller böylesi bir tabloya neden olabilir. Tedavisinde bu tabloya yol açan etmenlerin ortadan kaldırılması esastır. Bunlardan başka demir, protein, çinko eksiklikleri, radyasyon tedavisi, frengi hastalığı ve mantar hastalıkları skarsız saç dökülmelerine yol açabilmektedir. Özellikle kadınlarda saçların arkada topuz yapılması veya güneş gözlüklerinin sürekli olarak bir saç tutacağı gibi kafada tutulmasının da gerginlik tipi alopesiye neden olabileceği unutulmamalıdır.

Skarlı alopesilerde ise saç kökü tahrip olduğundan skarsız alopesilerdeki gibi saçların yeniden gelme olasılığı söz konusu değildir. Şiddetli yaygın kimyasal veya termal yanıklar, deri kanserleri, ışın tedavileri, bazı şiddetli mantar enfeksiyonları ile bazı ciddi dermatolojik hastalıklar sonucunda görülebilirler.

Sonuç olarak ne söylenebilir?

Saç dökülmesi hangi nedene bağlı olursa olsun eğer bir kişi böyle bir durumdan yakınıyor ise hiç paniğe kapılmadan bir Deri Hastalıkları (Dermatoloji=Cildiye) uzmanına başvurmalıdır. Bazen çözümün çok basit olabileceği unutulmamalıdır.


CORONER ARTER HASTALIKLARI: KRONER YETMEZLİK:KALP DAMARLARINDA DARALMA: ANGİNA PECTORİS: KALP ANGİNASI
TANIM:

Koroner arter hastalığı (KAH) genel bir terimdir ve koroner arterlerin her türlü patolojisini kapsar. KAH yapan çok çeşitli nedenler tablo 1'de gösterilmiştir. Bunlar içerisinde en sık rastlanılan neden koroner aterosklerozdur(Kireçlenme). Koroner arterlerdeki kireçlenme kalp kasının kan perfüzyonunu anormal bulgu verecek şekilde azaltmışsa, aterosklerotik kalp hastalığı (ASKH) veya koroner kalp hastalığı (KKH) diye ad verdiğimiz çeşitli klinik tablolar ortaya çıkar. Bu anlamda bazen iskemik kalp hastalığı terimi de kullanılmaktadır. Amerika Birleşik Devletler'inde KKH'na bağlı ölümler son 20 yılda eskiye göre bir azalma göstermiştir ama koroner ölümler halen birinci sıradaki ölüm nedenidir. Yılda yaklaşık 500 binden fazla kişi bu nedenle ölmektedir. Amerikalıların %3.1'inde (7 milyon) aktif koroner arter hastalığı vardır. Kuzey Amerika, Avustralya, Belçika, Finlandiya, Japonya gibi endüstri ülkelerinde 1960'lı yılların sonlarında KKH mortalitesinde önemli yükselme olmuş, sonradan azalmıştır. Rusya, İsveç ve Doğu Avrupa ülkelerindeki KKH'na bağlı ölüm oranı ise halen artmaktadır.
Ülkemize gelince, Türk Kardiyoloji Derneği öncülüğünde 1990 yılından beri yürütülen çalışmalardan elde edilen sonuçlara göre, Türkiye genelinde erişkinlerdeki KKH sıklığı %3.8 (erkeklerde %4.1, kadınlarda %3.5)'dir. Ülkemizde yaklaşık 1.200.000 kalp hastası vardır ve yılda 130.000 kişinin bu nedenle öldüğü tahmin edilmektedir.

Koroner arter hastalığı nedenleri:
- Koroner ateroskleroz (koroner damarlarda kireçlenme)
- Koroner embolisi(koroner damarların pıhtıyla tıkanması)
- Koroner arterlerin ani sinirsel uyarılarla kasılarak kapanması.
- Doğumsal koroner damar anormalikleri


KORONER ATEROSKLEROZDAKİ RİSK FAKTÖRLERİ:

Ateroskleroz gelişen kişilerde bazı faktörlerin genel populasyona göre daha sık bulunduğu epidemiyolojik çalışmalardan anlaşılmıştır. Bu faktörlere risk faktörleri denilmiştir. Son 20 yılda bu faktörlerin tanımında önemli gelişmeler olmuştur. Risk faktörü kavramı, en az bir risk faktörü olan bir kişide aterosklerotik bir olay gelişme şansının daha fazla veya daha erken olacağı görüşünü kapsar. 65 yaşın altındaki insanların çoğunda bu risk faktörlerinden biri veya fazlası bulunur. Birden çok risk faktörleri varsa aterosklerotik olay daha da hızlanmaktadır. En önemlileri hiperkolesterolemi (kanda kollesterol yüksekliği) ,Hipertensiyon (HT) ve sigara içmedir .

Koroner kalp hastalığı için risk faktörleri

Pozitif risk faktörleri:
- Yaş
Erkek > 45 yıl
Kadın > 55 yıl ve östrojen tedavisi almamış erken menopoz,
-Uzun süreli doğum kontrol hapı kullanılması
- Aile hikayesi: Birinci derecede erkek akrabalarda 55, birinci derecede kadın akrabalarda 65 yaşından önce infarktüs veya ani ölüm bulunması.
- Hiperlipidemi: Total Kolesterol > 200 mg/dl. (LDL-Kolesterol >130 mg/dl).
- Hipertansiyon veya antihipertansif tedavi alıyor olmak.
- Sigara içimi
- Diabetes mellitus( Şeker)
- HDL-Kolesterol < 35 mg/dl olması. -Obezite, stress, fizik aktivite azlığı Bu faktörlerin bir kısmı önleyici veya koruyucu yöntemlerle değiştirilebilirler. Yaşlanma, cinsiyet ve genetik faktörler ise değiştirilemezler. Yüksek kolesterol düzeyinin düşürülmesi, HT'nun tedavisi, sigaranın yasaklanması ile KKH riski ve ölümleri azaltılabilmektedir. Risk faktörlerinin bir kısmı yaşlanma ile birlikte olduğundan yaşlanma da kompleks faktörlerden biridir. CİNSİYET ve YAŞ: Ateroskleroz uzun yıllar içinde gelişen bir olaydır ve yaş ilerledikçe ateroskleroz sıklığı artar. Erkeklerde 40-45, kadınlarda 50-55 yaştan sonra aterosklerotik olaylar çıkmaya başlar. Kadınların ÖRT (östrojen tedavisi) almaması, erken menapoz veya uzun süreli doğum kontrol hapı kullanılması da riski artırır. Menapozdan önce KKH görülmesi açısından kadın/erkek oranı 1/7'dir. Menapozdan sonra bu fark giderek azalır ve 70 yaştan sonra erkeklere eşitlenir. HİPERTANSİYON: KKH ve serebrovasküler hastalıkta önemli bir risk faktörüdür. Kan Basıncı (KB) artışına paralel olarak risk de artar. Orta yaş grubunda KB 160/95 mmHg'yı aştığı zaman, KB:140/90 mmHg'dan düşük olanlara göre KKH insidansı 5 misli artabilmektedir. Bu durum her iki seks için de geçerlidir.. SİGARA İÇME: Günde 1 paket sigara içilmesi ateroskleroz gelişmesini hızlandırdığı gibi, KKH'dan ölüm oranını da %70 artırır. Sigara içenlerde KKH riski içmeyenlere göre 3-5 misli artmıştır. Mortalite artışı içilen sigara miktarı ile orantılıdır ve yaşlanma ile azalır.Myokard infarktüsüne bağlı ölüm oranı kadın tiryakilerde de artmıştır ama erkeklere göre daha azdır. Diabetik ve hipertansiflerde sigara içilmesi ateroskleroz mortalitesini çok daha fazla artırır. Ani ölüm riski de artar. Sigaranın kesilmesiyle risk oldukça azalır ve 1-2 yılın sonunda içmeyenlerin seviyesine ulaşır. DİABETES MELLİTUS (DM) (ŞEKER HASTALIĞI): Diyabetiklerde, DM olmayanlara göre miyokard enfarktüsü sıklığı 2 misli fazladır. Bu risk genç diyabetiklerde daha fazladır. Yine diyabetik kadınlarda diyabetik erkeklere göre KKH eğilimi artmıştır. OBESİTE (ŞİŞMANLIK) ve FİZİKSEL AKTİVİTE AZLIĞI: Vücud ağırlığı ideal değerlere göre %30'dan fazla olanlarda KKH görülme sıklığı daha yüksektir. Obesite hiperlipidemi, DM ve HT gelişmesini kolaylaştırabilir.Özellikle göbek kısmında yağlanma tipi obesite ile KKH arasındaki ilişki daha fazladır. 50 yaşın altındaki aşırı obesite, tek başına, az da olsa KKH için risk oluşturur. Framingam çalışmaları, sedanter (fiziksel aktivite azlığı ) yaşayan bireylerin ani ölüme daha fazla yatkın olduklarını göstermiştir. Mekanizma tam gösterilemese de fiziksel aktivite azlığının lipid profilini, yağlanmayı, KB'nı, glukoz toleransını, kalp damarlarındaki kapasiteyi kötü yönde etkilediği bilinmektedir. Sedanter kişiler fiziksel aktivitelerini artırırlarsa, risk faktörlerini azaltma şansları vardır. DİYET: Serum Kolesterol ve LDL-Kolesterol düzeyleri yağ alımı ile yakından ilişkilidir. Tuz yenmesi hassas kişilerde Kan basıncını artırır. Tekli ve çoklu doymamış yağlar, balık yağı, lifli gıdalar gibi diyet komponentlerinin ateroskleroz gelişiminde iyi etkisi olduğu gösterilmiştir. STRESS ve PERSONALİTE: Fiziksel veya ruhsal streslerin ve sıkıntıların KKH veya ani ölümü arttırdığına dair klinik izlenimler vardır. HİPERLİPİDEMİ: Kolesterol (C) ve trigliserid (TG) düzeylerinin kanda tek tek veya birlikte yükselmesine hiperlipidemi (lipid yüksekliği) denir. En önemli risk faktörlerinden biridir. Plazma lipid düzeylerinin ölçülmesi hiperlipidemili(lipid yüksekliği olan )kimselerin belirlenmesini sağlar ve böylece erken aterosklerozu tesbitine ve önleyici tedbirlerin alınmasına yardımcı olur. Koroner Damar Hastalıkları(Kalp Krizi/Spazmı) Nasıl Oluşur? Kalbde tıpkı diğer organlar gibi sürekli oksijenlenmeye ve beslenmeye yani kanlanmaya gerek duyar.Kalbin tüm yaşam boyu kesintisiz çalışmasının ilk güvencesi bu kanlanmayı sağlayan koroner damarlardır.Koroner damarların damar sertliği dediğimiz tutulumu kalbin beslenmesini bozarak bir dizi önemli ve bazen hayat tehdit edici olabilen sorunlara neden yolaçmaktadır. Damar sertliği esas olarak,yağ,bazı bağ dokusu elemanları ve kimi dönüşmüş savunma hücrelerinden oluşmuş plak dediğimiz yapıların, damar iç duvarını zaman içinde daraltarak kalbe giden kan akımını kısıtlaması ve bazende tamamen kesmesi sonucunu doğurmaktadır. Damar sertliği dışında daha az rastlanan ve benzer kan akımı kısıtlamasını ama bu kez farklı bir mekanizma ile yapabilen ve genellikle strele tetiklenen dmar spazmınada değinmeden geçmemeliyiz. Nedeni ne olursa olsun kalbe giden azzalmış veya kesilmiş kan akımının ortak sonucu koroner kalp hastalığı denen bir dizi hastalığın oluşumudur.Bunlar: Yalnızca efor srfetme ile göğüs ağrısı vb yakınmaların belirdiği kararlı göğüs ağrıları; kalp krizine evrilme olasılığı yüksek olan yeni başlangıçlı veya istirahatde beliren kararsız ağrılar;kalp krizi ve ani kalp kaynaklı ölümlerdir. Kalp krizi çoğu zaman,kalbi besleyen koroner damarlardaki damar sertliği ile oluşmuş damarı içten daraltan plakların yırtılması ve bu yırtılmanın kan pıhtılaşma mekanizmasını tetikleyerek damarı tam tıkaması ile oluşur. Tıkanan damarın beslediği alan,yani kalp kası ölmektedir. Pek çok kişide kalp-damar/koroner hastalıkların ilk belirtisi kalp krizi olabilmektedir. Sıklıkla gün içerisinde sabah erken saatlerde ortaya çıkmaktadır. Göğüs ağrısı çoğunlukla döş kemiğinin arkasında geniş bir alanda(örneğin nokta kadar değil) baskı, basınç,ezici tarzdadır.Ağrı heriki kola,omuza boyun ve çeneye,mideye yayılaabilmektedir.Ağrıya terleme, bulantı,halsizlik,kusma eşlik edebilir. Daralmış olan koroner damarlar neden göğüs ağrısına neden olur? Vücudun her yerinde o bölgeye kan, dolayısı ile de dokunun kullanacağı gıda maddeleri ve oksijeni taşıyan damar sistemleri vardır. Koroner damarlar da kalbin kendisini besler. Kalbi besleyen atar damarlarda daralma veya tıkanıklık olduğunda kalp gerekli gıda ve oksijeni alamaz. Kalp gereğinden daha az besin ve oksijenle çalışmak zorunda kalır. Fizik yorgunluk, stres ve ağır yemeklerden sonra kalbin daha fazla çalışması gerektiğinden oksijen ihtiyacı artar. Daralmış olan damar yatağı oksijen ihtiyacını karşılayamaz ve bu göğüs ağrısına neden olur. Şemaya baktığınızda, koroner damarların kalbin dış yüzünü sardığını görürüz. Bu damarların hepsi açıksa sorun yoktur. Biri veya bir kaçının iç hacmi daralmış ise göğüs ağrısı (anjina) oluşur. Eğer damar tamamen tıkanır ve kan akımı durursa, kalp krizi gelişir. Günümüzde kalp krizinde tedavi yaklaşımı krizden sorumlu damarın pıhtı eriticiler veya acil koroner angiografi ile tıkanan damarın belirlenerek buraya balon angioplasti ve/veya stent uygulaması ile açılmasıdır. KORONER ANJİOGRAFİ Koroner anjiografi, özel bir kamera ile kalbinizin atar damarlarının incelendiği bir röntgen film çekimidir. İşlemi kateter laboratuarında gerçekleştirilir. İşlemi gerçekleştiren doktorunuz kolunuzdaki veya bacağınızda büyük atar damarların birine ince küçük bükülebilir bir boruyu (katater) yerleştirir. Daha sonra kalbinizi besleyen küçük atar damarların (koroner damarlar) çıktığı en büyük atar damara (aorta) kadar ilerletir. Daha sonra katater koronerlerin aortaya giriş yerlerine yerleştirilerek, koroner arterlerinize, boyalı bir madde verilir. Böylece çekilen filmlerde koroner damarlarınız görüntülenebilir ve hangi bölgelerinde ne kadar darlık olduğu tesbit edilebilir. Anjiografi doktora hangi bilgileri verir? Anjiografi koroner arter hastalığı bulunup bulunmadığını gösteren en doğru yöntemdir. Damar sertliği nedeni ile koroner arterlerin hangi bölgesinin ne kadar daraldığını ve / veya tıkanığını tesbit edebilir. Kalp kateterizasyonu ile kalp kapaklarının ve duvarlarının işlevlerindeki kusurlar da gösterilebilir. Anevrizma (kalbin bir bölümünün, kalp krizi sonrası, dışarı doğru bombelenmesi) veya kalp delikleri gibi doğumsal kalp hastalıklaının teşhisi için de kullanılabilir. Koroner Kalp Hastalığı'ndan KORUNMA : Yaş, cinsiyet, kalıtım gibi unsurlardan kaçamayız. Kadınlarda menapozu geciktirici ilaç kullanmak ise (bu ilaçların dolaylı olarak KKH oluşumunda rol oynaması nedeniyle) sakıncalıdır.İkinci grup unsurları değiştirmek ve koroner kalp hastalığından korunmak ise bizim elimizdedir. Sigara bırakılabilir, en azından azaltılır.Hipertansiyon tuz kullanımı kısıtlanarak ve ilaçlarla kontrol edilebilir.Diabet (şeker hastalığı) diyet ve ilaçlarla kontrol altına alınabilir.Alkol ve kahve kullanımı azaltılmalıdır.Değiştirilebilir faktörler içinde önlenmesi belki de en zor olanı strestir. Kişinin kendi iradesi, çevre ve ailesinin yardımı, gerekirse psikiyatrist ve psikologların tedavisi ile stres yenilebilir. Sürekli stres altında kalan kişiler öncelikle stresin nedenlerini düşünmeli, bunları ortadan kaldırmaya çalışmalı veya bunlardan mümkün olduğunca uzak durmalıdır.Bir çeşit kan yağı olan kolesterol total (toplam) düzeyinin azaltılması ve kolesterolün bir alt ünitesi olan HDL-Kolesterol düzeyinin artırılması diyet ve (gerekirse) ilaçlarla sağlanabilir.spor ve egzersiz, akupunktur, bitki çayları, (hekim gerekli görürse) ilaç tedavisi ve cerrahi tedavi (ameliyat). Bunlar yapılırken dikkat edilmesi gereken nokta kiloların yavaş yavaş ve uzun zamanda verilmesidir; unutulmamalıdır ki hızlı verilen kilolar yine hızlı bir şekilde yerine gelebilir.Hareketsiz (sedanter) yaşamdan mümkün olduğunca kaçınmalı; örneğin yakın mesafeler için araba kullanmamalı, asansör yerine merdivenleri tercih etmeli, hergün düzenli yürüyüşler ve egzersizler yapmalıdır. Yalnız sporu yaşımıza ve bünyemize göre yapmalı, vücuda aşırı yüklenmemelidir. Gut hastalığı varsa hekimin vereceği ilacı düzenli kullamalı, protein diyetine uyulmalıdır. Hiperkalsemi (kan kalsiyum düzeyinin yüksek olması) kan tahlillerinde saptanmışsa doktora başvurmalıdır, kontrol altına alınmalıdır.Bayanların oral kontraseptif denen doğum kontrol haplarını uzun süreli kullanmaları KKH açısından sakıncalıdır, mümkünse diğer doğum kontrol yöntemleri kullanılmalıdır. Bu ilaçlar kullanılmadan önce hekime danışmada fayda vardır. Hastalığın Seyri Koroner kalp hastalığında en çok korkulan olay; koroner damarlardan hiçbirinin kalp kasının kanlanmasını (dolayısıyla oksijenlenmesini) yeterince sağlayamaması, böylece kalbin kasılamaması ve vücuda kan gönderememesidir. Bu olay halk arasında kalp krizi olarak bilinen "myokard infarktüsü"dür. Koroner kalp hastalığı bu safhalara gelinmemesi için zamanında teşhis konulup tedavi edilmelidir; en güzeli ise şüphesiz, daha hiç bu rahatsızlıklar yokken risk faktörlerinin belirlenip bunlardan mümkün olduğunca korunmaktır. Özellikle belli bir yaştan sonra düzenli aralıklarla kalp muayenesi, tansiyon ölçümleri ve check-up yaptırmak hayati önem taşır. KAYNAKLAR: 1.Fuster V. Atherosclerosis-thrombosis and vascular biology. Cecil Textbook of Medicine. Eds. Goldman L, Bennet JC. WB Saunders Company. 21st edition, 2000, 258-296. 2.Theroux T. Angina pectoris. Cecil Textbook of Medicine. Eds. Goldman L, Bennet JC. WB Saunders Company. 21st edition, 2000, 296-303. 3.Sobel BE. Acute myocardial infarction. Cecil Textbook of Medicine. Eds. Goldman L, Bennet JC. WB Saunders Company. 21st edition, 2000, 296-319. 4. ACC/AHA 2002 Guideline Update for the Management of Patients with Unstable Angina and Non-ST-Segment Elevation Myocardial Infarction. J Am Coll Cardiol 2000;36:970-1056. 5. Acute Myocardial Infarction: ACC/AHA Practice Guidelines for the Management of Patients with Acute Myocardial Infarction. J Am Coll Cardiol 1996; 28: 1328-428. (1999 Web Version )
pnömokok ve meningokok aşısı
Pnömokok Aşısı

Pnömokok adı verilen mikroplar, çocukluk çağında, alt ve üst solunum yolu infeksiyonları, zatürre, orta kulak iltihabı ve menejit gibi hastalıklara neden olan önemli etkenlerden birisidir. Antibiyotiklerin sık kullanımı nedeniyle sıklığı azalmış olmakla birlikte, hala çok sayıda süt çocuğu ve yaşlı kimsenin ölümüne neden olmaktadır.

Pnömokoklara karşı ilk aşı 1978 yılında geliştirilmiştir. Çeşitli kronik hastalıklar, müzmin solunum yolu ve kalp rahatsızlıkları, kanser ve şeker hastalığı olanlarda, dalağı ameliyatla alınmış kimselerde pnömokok infeksiyonu kolaylaşır. Hernekadar pnömokoklar sıradan antibiyotiklerle tedavi edilebilmekteyseler de sayılan risk faktörlerine sahip bireylerde infeksiyon ağır seyredebilmektedir. Son yıllarda antibiyotiklere dirençli pnömokok infeksiyonları artmakta, aşıyla korunma önem kazanmaktadır.

Meningokok Aşısı

"Neisseria meningitis" adı verilen mikroorganizmanın yol açtığı menenjitler oldukça ağır seyretmektedir. Mevsimlerle ilişkili olarak salgınlar yapmaktadır. Aynı aile içinde kardeşler arasında ard arda belirtiler vermeye başlaması ve yüksek ölüm sıklığı meningokok menejiti için tipiktir. Gripal infeksiyon benzeri tabloyu takiben ortaya çıkan ense sertliği, ciltte çok sayıda küçük kırmızı mor renkte kanama odakları biçiminde döküntüler hastalığın başlıca belirtileridir. Ağır bir hastalık tablosudur, derhal hastaneye yatırılarak yoğun ilaç ve destek tedavileri yanında yakın takip gerektirir.

Hasta bireyle temas eden kimselere "rifampisin" adlı ilaç iki gün süreyle verilmekle geçici olarak korunma sağlanır. Çocukların toplu olarak bulundukları okul gibi ortamlarda ortaya çıkan salgınlarda aşıyla korunma önerilebilirdesteklemek yararlıdır
BOYUN AĞRILARI
BOYUN AĞRILARI

Boyun ağrıları bel ağrıları kadar sık görülmemekle birlikte, her yaş grubunda karşılaşılabilen, yaşam kalitesini düşürüp iş gücü kaybına neden olabilen önemli bir sorundur.
Boyun ağrısı nedenleri 3 temel grupta incelenebilir:
Kas iskelet sistemi kaynaklı mekanik nedenler
Boyun dışı bölgelerin hastalıklarının neden olduğu ağrının boyun bölgesinde hissedilmesi (yansıyan ağrı)
Boyun bölgesini tutan yangısal, enfeksiyöz ve tümöral hastalıklar.

Akut boyun ağrısının en sık nedenleri:
Boyun fıtığına bağlı ağrı atakları
Miyofasyal ağrı sendromu
Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması (Servikal strain)

Kronik boyun ağrısının en sık nedenleri:
Boyun kireçlenmesi
Sık görülen bazı iltihaplı romatizmal ağrılar (Ankilozan Spondilit, Romatoid artrit)
Fibromiyalji

Yanlış duruş, psikolojik stres, soğuğa maruz kalmak, yorgunluk gibi etkenler boyun bölgesinde ağrı nedenidir. Uzun süreli bilgisayar – daktilo kullananlar, sürekli tek noktaya odaklaştıkları için boyun kaslarının yeterince hareket etmemesi sonucu ağrı çekerler.

Özellikle stres boyun kaslarında kasılmaya neden olur ve boyun ağrısı ve gerilim baş ağrısı ortaya çıkar. Bu şekilde ortaya çıkan ağrılarda kas gevşeticilerin yanı sıra bölgeye yapılan enjeksiyonlar, gevşeme egzersizleri, fizik tedavi yapılması ve antidepresan ilaç verilmesi yoluna gidilir.

Boyun Fıtığı

Belde olduğu gibi boyunda da fıtık olabilir. Omurları birbirinden ayıran diskler yarı eklem sayılırlar. Disk ortasında jel kıvamında bir madde ve bunun çevreleyen yastıkçıklardan oluşur. Bu yastıkçıklardan daha dışta olanlar içtekilere göre serttirler. Yaşın ilerlemesi ve travmaya maruz kalma durumlarında bu yastıkçıklar yıpranmaya başlar. Dıştaki tabaka giderek incelir, ani yapılan ters bir hareket sonrasında yırtılır.

İçteki jel kıvamındaki madde bu yırtıklardan dışarı doğru kayarak, omurilikten çıkıp kolumuza giderek o bölgelere hareket emri veren veya o bölgelerin duyusunu algılamanızı sağlayan sinirimize baskı yapar. Böylece boyun-kol ağrısı ve o kolumuzda uyuşma, karıncalanma, bazen de güçsüzlük hissederiz.Böyle durumlarda ilaç tedavisinin yanı sıra öncelikle istirahat, daha sonra fizik tedavi, yetmediği durumda ise son zamanlarda gelişen tekniklerle bölgeye iğne (epidural steroid enjeksiyonu) veya kateter (epidural lizis) adı verilen ince sondalarla girilerek ilaç verilmesi, bu da olmadığı taktirde cerrahi girişim gerekebilir. Hasta düzenli olarak boyun egzersizlerini yaparak ve boyun koruma prensiplerine uyarak ağrının sık tekrarlamasını önleyebilir.

Boyun Kireçlenmesi
Servikal omurgayı meydana getiren yapıların (kemik, bağ, kas) yozlaşması sonucu ortaya çıkan ve buna bağlı sinir ve damarsal bozuklukları da içeren klinik bir tablodur. Nedenlerinin yaşlanma, mikro travmalar, makrotravmalar, duruş bozuklukları ve genetik faktörler olduğu düşünülmektedir. Boyun ağrısı, kola yayılan ağrı, baş ağrısı, boyunda tutukluk, kolda güçsüzlük - hissizlik - yanma - batma, ellerde zayıflık - beceri azalması - uyuşma - karıncalanma, kulak çınlaması, baş dönmesi ve bulanık görme gibi yakınmalara neden olabilir.
Boyun kireçlenmesine bağlı ağrının tedavisinde kullanılan yöntemler:
İstirahat
Boyun korsesi
İlaç tedavisi
Fizik tedavi
Egzersiz
Enjeksiyon yöntemleri
Eğitim


Servikal Strain

(Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması):

Travma ve duruş bozukluğu sonucu gelişen, boyunda tutukluk ve lokal ağrı ile karakterize bir tablodur. Masa başında çalışanlarda olduğu gibi boynu uzun süre aynı pozisyonda tutmak, yatarak televizyon seyretmek, uygun olmayan yastık ve yatakta yatmak gibi nedenler boyunda zorlanmaya yol açabilirler. Kaslarda kasılma gelişeceğinden boyundaki normal olan eğrilik azalır, boyun hareketleri ağrılı ve kısıtlı olur. Boyna yönelik radyolojik tetkiklerin sonucu genellikle normaldir.Tedavi; ilaç, fizik tedavi ve egzersiz yöntemleri ile mümkündür.

KAYNAK:
http://www.agritr.com
Gut hastalığı
Gut nasıl bir hastalıktır?

"Kralların hastalığı ve hastalıkların kralı" olarak bilinen gut hastalığının, en azından Hipokrat zamanından beri bir çok araştırmaya konu olduğu ve sayısız kişiyi etkilediği bilinmektedir.

Gut bazı eklemlerde ağrı, duyarlılık, kızarıklık, şişlik ve ısı artışı ile ani olarak gelişen, şiddetli ataklarla seyreden bir hastalıktır. Genellikle her seferinde bir eklemi etkiler ve bu eklem çoğunlukla ayak başparmak eklemi olmaktadır. Diz, dirsek ve el bileği gibi diğer eklemler de etkilenebilir. Ataklar çok hızlı olarak gelişir ve ilk atak genellikle gece olur. Tüm romatizma türleri içinde en ağrılı olanıdır. Ataklar şu nedenlerle gelişebilir:

Çok fazla alkol alımı
Çok sıkı diyet ve açlık
Bazı yiyeceklerin fazla yenmesi
Operasyon geçirme (diş çekimi gibi basit bir girişim bile neden olabilir)
Ani, şiddetli bir hastalık geçirme
Aşırı yorgunluk ve herhangi bir nedenle aşırı derecede endişelenme
Eklem travması, yaralanma
Kemoterapi uygulanması
Diüretik ilaçların alınması
(Diüretikler tansiyon yüksekliğinde kullanılan, vücuttan sıvı atılımını sağlayan ilaçlardır)

Unutmayınız !
Bir gut hastasıysanız ve küçük bir yaralanma, travmadan sonra ekleminizde çok ağrı olursa ve iyileşmesi umulandan uzun sürerse, bunun bir gut atağı olabileceğini düşünün.
Vücut sisteminizi rahatsız eden herhangi bir olay gut atağını başlatabilir. Akut atağın erken bulguları açısından tetikte olunuz; çünkü tedaviye ne kadar erken başlanırsa o kadar yararlı olur.

Gut hastalığının nedeni nedir?

Gut vücudumuzdaki ürik asit fazlalığından oluşur. Ürik asit sağlıklı kişilerin kanında da çeşitli kimyasal işlemler sonucunda bir yıkım ürünü olarak bulunur. Ancak ürik asidin fazlalılığı ya ürik asidin yapım fazlalığından, ya böbreklerden atımının az olmasından ya da vücutta ürik asit haline dönüşen pürinlerin bazı yiyeceklerle fazla miktarda alınmasından kaynaklanır. Kırmızı et, deniz ürünleri ve bakliyat pürin açısından zengindir. Alkollü içecekler de ürik asit seviyesini belirgin olarak artırır. Gut hastalığının fazla yeme ve içme nedeniyle ortaya çıktığı görüşü doğru değildir. Bazı yiyeceklerin fazla yenmesi ya da çok kilo alınması gut hastalarında atakları daha çok ortaya çıkarabilir.



Vücutta ürik asidin geçirdiği kimyasal işlemlere ait sorun ailelerde kalıtsal olarak geçebilir ya da başka bir hastalığın komplikasyonu olarak ortaya çıkabilir. Bu sorun, kişiye anne-babasından ya da büyükanne-dedelerinden geçiş yapar. Ancak çevresel faktörler de rol oynayabilir. Ayrıca ailenin her bireyinde gut atakları görülmez.

Zamanla, kanda ürik asit fazlalığı eklemler etrafında birikimlere yol açar. Sonuçta, ürik asit eklemler içinde dikiş iğnesine benzer kristaller oluşturur ki bu durum gut ataklarına neden olur. Bu kristaller sadece eklem içinde oluşmaz. Ürik asit aynı zamanda cilt altında, kulak memesinde tofüs olarak ve idrar yollarında böbrek taşları olarak karşımıza çıkabilir. Tofüs küçük, beyaz bir sivilceye benzer.

Uzun dönemdeki riskler nelerdir?

İlk gut atakları eklemlerde kalıcı hasara yol açmaz ve eklemleriniz tamamen normal olarak kalır. Ancak bir eklem sürekli bir şekilde gut ataklarına maruz kalırsa ki - bu durum artık yapılan tedaviler sonucunda çok nadirdir - o zaman ürik asit kristalleri ekleme zarar verir ve kronik artrit gelişebilir. Hafif olgularda ataklar çok nadirdir ve ataklar arasına yıllarla ölçülen süreler girer ve kalıcı bir hasar gelişmez.

Gut hastalığı şişmanlık, hipertansiyon, hiperlipidemi ve diabet hastalığı ile yakından ilişkilidir. Gut tedavi edilmezse, böbrek taşları oluşabilir.

Gut hastalığının tanısı nasıl konur?

Çeşitli romatizmal hastalıklar gut atağını taklit edebildikleri için ve tedavi de gut hastalığına özgü olduğu için doğru tanı çok önemlidir. Fizik muayene ve tıbbi öykü tanı için çok yararlıdır.

Doktorunuz aşağıdaki araştırmaların yapımasını isteyebilir:

Kan testi. Kandaki ürik asit miktarı ölçülür. Ancak bu sonuç yanıltıcı olabilir. Çünkü gut hastalarında ürik asit miktarı normal, hatta düşük düzeylerde olabilir. Aynı zamanda sağlıklı kişilerde, özellikle de şişmanlarda yüksek düzeyler saptanabilir.
Eklem sıvısının incelenmesi. Eklem içindeki sinovyal sıvı doktorunuz tarafından bir enjektör yardımıyla çekilebilir ve mikroskop altında ürat kristallerinin olup olmadığı araştırılabilir. Eğer bu kristaller saptanırsa, gut tanısı doğrulanır. Bu test özellikle gut hastalığı tipik olmayan şekilde başlarsa çok yararlıdır. Örneğin, gut hastalığı romatoid artrit gibi başka bir romatizmal hastalığı bazen taklit edebilir.
Eklemlerin direkt grafisinin (röntgen) çekilmesi. Doktorunuz isterse ekleminizin grafisi çekilebilir ancak genellikle sonuç normaldir ve tanıda yardımcı olmaz.

Unutmayınız !
Tekrarlayan gut atakları ekleminize hasar verebilir ve artrite neden olabilir. Modern tedavi yöntemleri artrit gelişimini engelleyebilir.

Gut hastalığı nasıl tedavi edilir?


Diyet
İlaçlar: Kolşisin, kortikosteroid, steroid olmayan antienflamatuvar ilaçlar, probenesid, sülfinpirazon
Cerrahi (çok nadir)
Akut gut atakları antienflamatuvar analjezik ilaçlarla tedavi edilir. Bu ilaçlar ağrıyı azaltır ve enflamasyonu geriletir. Bu ilaçların gut hastalığında kısa süreli kullanılmaları yeterli olduğundan genellikle önemli yan etkilere neden olmazlar ve iyi tolere edilirler. Ancak bazen hazımsızlık, mide ağrısı, bulantı, döküntü, baş ağrısı gelişebilir. Astım hastaları da bu ilaçları kullanırken dikkatli olmalıdır. Daha önce ülser geçiren kişiler mutlaka doktorlarını bu konuda uyarmalıdır; böylece doktorunuz zararlı olmayacak tedavi seçeneklerine yönelebilir. Aspirin ve aspirin kapsayan ilaçlardan akut ataklar sırasında mutlaka kaçınılmalıdır.

Akut atağın tedavisinde kullanılan bir diğer ilaç kolşisindir. Kolşisin çok etkin olmakla beraber sıklıkla bulantı, kusma ve ishal gelişimine neden olabilir. Bu ilacın damar yoluyla kullanımı bu yan etkilerin görülümünü azaltır. Doktorunuz eğer kolşisin vermeyi uygun görürse, ağrınız geçinceye kadar ya da ishal gibi yan etkiler gelişinceye kadar 2 saatte bir ilacınızı almayı önerecektir.

İlaçlarınızı atağın hemen başlangıcında almanız daha etkili olacaktır. Bu nedenle doktorunuzun önereceği ilaçları evde bulundurmanız ve atak geliştiğinde doktorunuzu görünceye kadar bunları almanız yararlı olacaktır.

Doktorunuzun önerilerine dikkatli ve tam olarak uymakla gut atağı çok hızlı ve başarılı olarak kontrol altına alınabilir. Ayak başparmağı gibi ağrılı bir eklemin korunması gereklidir. Kafes gibi bir yapının ayak üzerine yerleştirilmesi ve böylece eklemin battaniye, yorgan gibi ağırlıklardan korunması yararlı olacaktır.

Akut atak için önerilen ilaçların kan ürik asit düzeyleri üzerine etkisi yoktur. Diğer bir deyişle, bu ilaçlar yeni ataklar geçirmenizi ya da eklemlerde ürik asit birikimini engellemez . Bu nedenle eğer ataklarınız sıklaşırsa, tofüs/ böbrek taşı gelişirse ya da kan testlerinde ürik asit düzeyleri yüksek olarak saptanırsa, doktorunuz kan ürik asit düzeylerini düşürecek ilaçlar önerebilir. Bu yönde bir karar alınması, atağınız olsun veya olmasın her gün ilaç almanızı gerektirir. Bu amaçla önleyici tedavi olarak kullanılan çeşitli ilaçlar vardır. Örnek olarak vücutta ürik asit oluşumunu bloke eden allopürinol ve böbreklerden ürik asit atılımını sağlıyan probenesid verilebilir. İdrarınızdaki ürik asit miktarına bağlı olarak, bu iki tip ilaç arasından seçim yapılır. Doğru tedaviyle, gut hastalığı hemen hemen tüm olgularda çok iyi kontrol altına alınabilir.

Unutmayınız!
Önleyici tedavi yaşam boyu sürer.
Bol sıvı almalısınız.
Önleyici tedaviler yapılırken atak gelişirse, atak tedavisini ayrıca yapınız.

Diyet
Diyetin eskiden çok daha önemli olduğuna inanılıyordu; ancak etkili tedavilerin bulunmasından sonra bir çok gut hastası istediklerini yemeye ve içmeye başlamışlardır. Bazı yiyeceklerde hücre konsantrasyonu fazla olduğundan ve ürik asit de hücre yıkımı ile oluştuğundan karaciğer, böbrek gibi sakatatların tüketilmemesi uygun olur. Protein kapsayan yiyecekler (özellikle et) aşırıya kaçmadan yenmelidir; bu yiyeceklerin belli miktarlarda tüketilmesi zaten sadece gut hastaları için değil, herkes için yararlıdır. Eğer kilo fazlalığınız varsa, kilo vermeniz sadece kandaki ürat seviyesinin düşürülmesinde değil kalbiniz için de yararlı olacaktır. Ancak çok sıkı diyet ve açlık da atakları tetikleyebilir.

Alkol
Aşırı miktarda alkollü içecek alınması gut hastalığının nedeni değildir; ancak bir atağı tetikleyebilir. Hangi içeceklerin içilmesi, hangilerinin içilmemesi gerektiği üzerine çeşitli söylentiler vardır; bunları ciddiye almayınız. Ancak bazen hastalar belli tipte bir alkollü içeceğin ataklarını başlattığını belirtirler. Bu durumda, hastanın o tipte içeceği içmemesi önerilir.

BAZI SORULAR ve YANITLARI

Kadınlar gut hastalığına yakalanır mı?

Gut hastalığı açısından çoğunlukla 40 yaş üstündeki erkekler risk altındadır; ancak her yaşta etkilenim söz konusu olabilir. Çok nadiren menapoz sonrasındaki yaşlı kadınlarda gut hastalığı gelişebilir. Özellikle de tansiyon yüksekliği ya da kalp hastalığı tedavisinde önerilebilen diüretik ilaçları kullanan kadınlarda görülebilir. Bu ilaçlar ürik asidin vücutta depolanmasına neden olur. Genç kadınlarda gut hastalığı gelişimi çok nadirdir ve bu durumda özel incelemeler gerektirir.

Gut ciddi eklem hastalığına neden olur mu?

Sadece tedavinin yapılmaması durumunda olabilir. Başlangıçta ataklar akuttur, eklem normal durumuna döner. Ancak ürik asidin depolanması deformite ve özürlülük durumuna neden olabilir. İyi olan tarafı, bu durumun uygun tedaviyle önlenebilir olmasıdır.

Ürik asit eklemlerden başka yerlerde depolanır mı?

Diğer bölgelerde cilt altında, örneğin kulak üzerinde ve ellerde depolanabilir. Ayrıca iç organlarımızda özellikle böbreklerde depolanabilir. Bu nedenle gutlu bir hastayı değerlendirirken böbrek testlerine bakılması gerekmektedir. Bunun için idrar örneği vermeniz de gerekebilir.

Ürik asit düzeyini düşüren ilaçların uzun süreli alınması zararlı olabilir mi?

Bu ilaçlar oldukça güvenilirdir. Bazen ciltte döküntü ya da mide yanması nedeniyle bu ilaçların kesilmesi gerekebilir. Ancak bunun dışında hiçbir yan etki olmaksızın sürekli alınabilir.

Eklem hastalığına neden olabilen ürik asidden başka kristal tipleri var mıdır?

Özel tipte bir kalsiyum kristali de eklemler içinde ürik asit gibi depolanabilir. Guta benzer akut ataklar gelişebilir; ancak bu durumda ayak başparmağından ziyade diz eklemi etkilenir.

Gut sıklığı ülkeden ülkeye değişir mi?

Yüksek ürik asit düzeyine sahip bazı ırklar (örneğin Pasifik ülkeleri) bulunmaktadır; bu kişiler doğal olarak gut hastalığına daha fazla yatkındır. Gut hastalığına yakalanma oranları aynı ülkede bile değişik zamanlarda farklı olabilir. Örneğin İkinci Dünya Savaşı nedeniyle açlığın kol gezdiği ve yaşam koşullarının çok zor olduğu dönemlerde Avrupa ülkelerinde görülümü çok azalmıştır.




0 yorum

Yorum Gönder