Welcome to My Website

İzleyiciler

Saglik Haberleri 34:18

Gönderen cprnc 3 Şubat 2010 Çarşamba

yüz gerdirme ameliyatı

Yüz germe , yüz ve boyun derisinin sarkması ve kırışıklıkları gibi yaşlanma belirtilerini düzeltmek için uygulanır ve yüz gençleştirme cerrahisinin sadece bir kısmını teşkil eder. Oysa yüz gençleştirme ; alın germe , kaş kaldırma , göz kapakları estetiği , cilt yenileme (peeling) , dudak büyütme , doldurma gibi işlemlerin gereğine göre bir kaçını ya da hepsini kapsayabilir.

Yüz germe düşünen kişinin öncelikle tecrübeli bir plastik cerrah seçmesi gerekir. Bu seçim doğruysa her şey iyi gider.

DOKTORLA İLK GÖRÜŞME
Günümüzde insanlar birbirinden ve medyadan bir çok şey duymaktalar ve hekime bir önyargı ile gelmektedirler. Genellikle hastalar şikayetlerini değil de istedikleri tedaviyi belirterek gelmektedirler. Oysaki arkadaşlarından ya da medyadan edindikleri bilgi yanlış veya eksik olabilmekte ya da bir kişi için uygun olan tedavi başka biri için uygun olmamaktadır. Bu nedenle doktorla görüşmenizde, yüzünüzde sizi rahatsız eden değişiklikleri söylemeniz gerekir. Doktorunuz da size uygun çözümleri söyleyecektir. Doktorunuzun önerilerini dikkatle dinleyip değerlendirdikten sonra kararınızı daha sağlıklı verebilirsiniz.

Türkiye’ de yüz gençleştirme düşünen kişiler köklü çözümlere pek yanaşmıyor ya da ileri yaşlara erteliyorlar. Oysaki yüzdeki sarkma ve kırışıklıklar yerleştikten sonra düzeltmek zor oluyor. Bu nedenle uzmanların sözünü dikkate almanızda yarar var. Unutmayın ki dolgu maddelerinin etkileri sınırlı ve geçicidir. Oysaki germe ameliyatı , deri gençleştirme gibi yöntemler hem daha kesin hem de daha uzun süre etkilidir.

Genç bir yüz size yeni bir yaşamı garantilemez. Yüz germe görünümünüzü gençleştirir ve kendinize olan güveninizi tazeleyebilir , fakat gerisi size kalmaktadır.

Muayenenizden sonra cerrah size hangi yöntemlerin uygulanması gerektiğini ayrıca anestezi ve ameliyatın nerede yapılacağını da açıklayacaktır. Yüz germe ameliyatı kararı vermeden önce riskler ve masrafları gibi ilave faktörler de bu esnada cerrah tarafından tartışılmalıdır. Sıklıkla yüz germenin kişinin yaşını 10 - 15 yıl gençleştirdiği söylenir, fakat kesin bir sonucu önceden belirlemek imkansızdır. Düzelmenin derecesi yaş, kalıtım, kemik yapısı, derinin kişisel özellikleri, alkol sigara kullanımı, beslenme, alışkanlıklar gibi etkenler tarafından belirlenir. Bu aynı faktörler bir dereceye kadar yüz germenin ne kadar etkili olacağını da belirler.

OPERASYON
Yüz germe lokal veya genel anestezi ile uygulanabilir. Ameliyat esnasında yüz germe önce yüzün bir tarafına sonra diğer tarafına uygulanır. Kesiye şakaklarda saç hattı içinde başlanır. Aşağıya doğru kulak önündeki doğal hat boyunca ilerler, kulak memesinden arkaya döner ve kulak arkasındaki saçlı deriye ilerler. Bazen boyun derisindeki fazlalığa ulaşım sağlamak amacıyla çene altında küçük bir kesi gerekebilir.

Kesiler boyunca çalışarak cerrah deriyi altındaki yağ ve kas tabakasından ayırır. Önce kaşlar ve şakak bölgesindeki deri yukarı ve arkaya çekilir, aynı zamanda kulak önünde ve arkasında da gerilerek fazlalık kesilir. SMAS denilen fasya dokusu gerilir bu işlem gerginliğin daha kalıcı olmasını sağlar. Eğer gıdı bölgesinde fazla yağ varsa Liposuction ile bu yağlar alınır. Kesiler dikişlerle kapatılır. Ameliyatı takiben, deri altında birikebilecek kan ve sıvının boşaltılmasına müsaade etmek için kulak arkasına ince bir tüp (dren) yerleştirilir. Yüz ve boyuna, geniş ve gevşek bir pansuman uygulanacaktır. Ameliyat tipine bağlı olarak işlem 3 - 4 saat sürer.

AMELİYAT SONRASI İYİLEŞME
Ameliyat sonrası, birkaç gün başınız biraz yükseltilmiş olarak yatmanız gerekir. Eğer dren kullanıldıysa ameliyatı takiben 1.günde çekilir. Pansumanlar genellikle 1. gün açılır. Ameliyatın ertesi gününden itibaren size önerilecek boyunluğu takmanız gerekecektir. Yüzde ve boyunda ödem ve morluklar olabilir. Hastaların çoğu ameliyatı takiben yüz ve boyundaki uyuşukluk veya gerginlik hissinden bahsederler. Bu durumların yoğunluğu ve ne kadar süreceği kişiden kişiye değişir.

Yüz germe ameliyatının amacı, doğal, daha genç ve daha çekici bir görünümdür. Bununla birlikte normal iyileşme aşamalı bir süreçtir ve nihai sonuç en az 3 hafta fark edilmeyecektir.

Dikişler alındıktan sonra makyaja izin verilir. Güneşe çıkma ameliyat sonrası 1 ay sınırlıdır ve buna yüksek faktörlü güneşten koruma kremlerinin kullanımı eşlik etmelidir. Günümüzde teknikler çok gelişmiş olup, tecrübeli ellerde, yüz ifadesini değiştirmeden zamanın izlerini silmek mümkündür.

Hastaların özelliğine ve gereksinimlerine göre cerrah mini yüz germe, sadece göz kapakları ameliyatı, alın germe , şakak germe, peeling, doldurma gibi yöntemlerden birini, birkaçını ya da hepsini uygulayabilir.


Uçuk ve aft
UÇUK VE AFT

Ağzınızda; konuşmanıza ve yemek yemenize engel olacak kadar şiddetli ağrıya yol açan bir yaranız varsa bilin ki yalnız değilsiniz. Pek çok sağlıklı insan tekrarlayan ağız yaralarından şikayetçidir.

En sık rastlanan tekrarlayan ağız yaraları uçuk ve aft (aftöz ülser)’dır. Ağızda görüldüğünde birini diğerinden ayırmak güçtür. Bu iki lezyonun nedeni ve tedavileri tamamıyla farklı olduğundan ayırımı çok önemlidir.

Uçuk nedir?

Bunlar sıklıkla dudakta görülen içi sıvı dolu kabarcıklara verilen genel bir addır. Ağızda özellikle dişetinde, sert damakta da görülebilirse de nadirdir. Uçuk genellikle ağrılıdır ve ağrı lezyonun ortaya çıkışından birkaç gün önce ortaya çıkar. Bu kabarcıklar saatler içinde patlayarak kabuklanır. 7-10 gün sürer.

Nedenler:

Uçuk bir herpes simpleks virüsünün aktif duruma geçmesi ile meydana gelir. Bu virüs, daha önce bu enfeksiyonu geçiren hastalarda sessiz ve sinsi bir şekilde bekler ve stres, ateş, travma, hormonal değişiklikler ve güneş ışığına maruz kalma gibi durumlarda aktif hale geçer. Tekrarlayan lezyonlar aynı yerde yerleşme eğilimindedir.

Uçuk yayılabilir mi?

Evet. Uçuk patladıktan tamamen iyileşene kadar ki süre enfeksiyonun yayılımı için en riskli dönemidir. Virüs gözlerinize, cinsel organlara ve diğer insanlara da bulaşabilir.

Önleme Önerileri:

Bir lezyon görüldüğünde ağız içi, burun içi, cinsel bölge gibi mukoz zarlar enfeksiyona karşı korunmalıdır.
Uçuğu sıkıştırıp patlatmayın.
Birine dokunurken ya da göz veya cinsel bölgelerinize dokunmadan önce ellerinizi dikkatlice yıkayın.
Tüm uyarılara rağmen herpes virüsün uçuk olmadan da ulaşabileceği unutulmamalıdır.
Tedavi:

Günümüzde kesin tedavisi yoktur ancak bu konuda yoğun çalışmalar yapılmaktadır. % 5 asiklovirli merhem gibi bir antiviral ajan kullanılabilir. Doktor ya da diş hekiminizden son gelişmeler hakkında bilgi almak için irtibat kurun.

Aft nedir?

Aft dilde, yumuşak damakta, dudak ve yanakların iç kısımlarında görülen küçük, yüzeyel ülserlerdir. Oldukça ağrılıdırlar ve 5-10 gün sürerler.

Neden?

Nedenleri hakkındaki eldeki en iyi kanıtlar stres, travma, asitli yiyecekler (domates, turunçgiller, vs.) gibi lokal tahriş edici maddelere maruz kalma gibi durumlarda lokal bağışıklık cevabında değişiklikler meydana gelmesidir.

Aftöz ülser yayılabilir mi?

Hayır. Nedeni bakteri ya da bir virüs olmadığı için lokal yayılımı ya da bir başkasına bulaşması söz konusu değildir.

Tedavi

Tedavi direkt olarak az önce bahsedilen rahatsızlık verici durumların ortadan kaldırılması ve enfeksiyondan korunma ile olur.

Triamkinalon gibi haricen kullanılan bir kortikosteroid ilacı da yardımcı olur. Günümüzde kesin tedavisi bulunamamıştır.

Diğer yaralar:

İki haftadan uzun süren iyileşmeyen ağız yaralarında doktorunuza ya da diş hekiminize başvurmalısınız.
KALPTE RİTM BOZUKLUĞU: ARİTMİ:KALP ARİTMİSİ:KALPTE TEKLEME
KALPTE NORMAL İLETİ SİSTEMİ:
Normalde kalp atımı sağ kulakçıktan başlar.Sağ kulakçıkta elektrik uyaranlar çıkaran sinüs düğümü adı verilen özel hücre grupları vardır(Doğal kalp pili).
Uyaran kulakçıktan atriventriküler düğüme gelir. Atrioventriküler Düğüm, uyaranı karıncıklara taşıyan yollarla(Sağ Dal,Sol Dal) bağlantılıdır.Uyaranın bu yollar aracılığı ile bütün kalpte dolaşması sonunda önce kulakçıklar kasılarak kan karıncıklara pompalanır. Saniyeden kısa bir süre içinde kasılan karıncıklar yardımıyla kan tüm vücuda dağıtılır.

Bu işlem normalde dakikada 60-100 kez tekrarlanır.

Gerek uyaranın sinüs düğümünden başka yerlerden çıkması, gerek iletim yollarındaki aksaklıklar (blok), gerekse sinüs düğümünün anormal çalışması bu normal süreci bozar ve aritmi denilen kalp atım bozukluklarına neden olur.Kalp atımlarının düzeninin değişmesine aritmi denir.Atımlar arasındaki aralıkların kısalıp uzaması ve atım sayısının anormal ölçüde artmış( takikardi ) veya azalmış ( bradikardi ) olması halidir.

Değişik kalp hastalıkları(Koroner kalp hastalıkları, Kalp kası hipertrofisi,Kalp kasının iltihabi hastalıkları, Kapakçık hastalıkları, Elektrofizyolojik anormallikler aritmiye neden olur.Bunun dışında metabolik bozukluklar, elektrolit denge bozuklukları,tütün, alkol, stres,cafein, diyet ilaçları, soğuk algınlığı ilaçları da aritmi nedeni olabilir.

Aritmiler, kalp atımına neden olan elektriksel odağın bulunduğu kalp bölgesine göre;

Atrium(Kulakcık) kökenli aritmiler,

Ventriküler(karıncık kökenli) aritmiler olarak ikiye ayrılır.

Atrium(Kulakcık) kökenli aritmiler
Sinüs aritmisi :Solunuma bağlı olarak kalb hızındaki değişmedir.

Sinüs takikardisi: Sinüs düğümü alışılmıştan hızlı eletriksel uyaran çıkartır ve kalp hızı artar.

Prematüre supraventriküler kontraksiyon(Zamanından önce ortaya çıkan karıncık üzeri bölge kökenli kalp kasılması )veya Prematüre atrial kontraksiyon(Zamanından önce ortaya çıkan kulakçık kökenli kalp kasılması).

Supraventriküler takikardi(karıncık üzeri bölgeden köken alan kalp hızı artması) ve paroksismal atrial takikardi(nöbetler halinde gelen kulakçık kökenli kalp hızı artması).

Ventriküler(karıncık kökenli) aritmiler
Prematüre ventriküler kompleks(Zamanından önce ortaya çıkan karıncık kökenli elektiriksel uyarana bağlı, karıncık kasılması).

Ventriküler takikardi:Karıncık kökenli elekriksel uyaranlara bağlı kalp hızı artmasıdır. Hastada çarpıntı, göğüs ağrısı, solunum güçlüğü, hırıltılı solunum yakınmaları ortaya çıkar.Tansiyon düşüktür.Komaya kadar gidebilen şuur bozuklukları olur.Hastanın en kısa zamanda hastaneye yetiştirilmesi gerekir.

Ventriküler fibrilasyon:Karıncığın kontrolsuz ve çok hızlı kasılmalarıdır. Bu durum kanın pompalanmasından ziyade karıncığın titremesine sebeb olur. Nabızsız aritmi adı da verilir. Kalbin pompalama yeteneğinin kaybı ile ani ölüme neden olur.

Kalp bloğu
Elektriksel uyaranın normal yollardan karıncıklara geçememesidir.

Uyaranların tamamı gecikerek geçer.

Uyaranların bir kısmı gecikerek geçer.

Uyaranların hiçbiri geçemez.(Kalp atımları karıncıklardan köken alır,kalp hızı çok yavaştır)

Sadece Sağ Dal'da iletim bozulmuştur (Sağ Dal Bloğu).

Sadece Sol Dal'da iletim bozulmuştur(Sol Dal Bloğu).

Aritmi tanısındaki testler
Elektrokardiyografi(EKG):Kalbin elektriksel aktivitelerinin kaydedilmesidir. Göğsün üstüne,el ve ayak bileklerine çeşitli diskler yerleştirilir ve kaydedici cihaza kablolarla bağlanır. Kalbin elektriksel sinyalleri bir kağıda yazdırılır. Doktor kalbin ritminde değişiklik olup olmadığını kontrol eder.

-İstirahat EKG si: Hasta ekg çekilirken hareketsiz olarak birkaç dakika yatar.
-Egzersiz EKG si: Hasta EKG ye bağlı iken bisiklet ve koşu bandında efor yapar.Bu test,egzersizin aritmiye neden olup olmadığını veya aritmileri artırıp artırmadığını,veya kalp kaslarına kan akımının bozulduğuna dair bir belirti çıkıp çıkmadığını (İskemi) gösterir.

-HOLTER testi (24 saatlik EKG takibi): Hastanın günlük hayatı sırasındaki EKG değişiklliklerini kaydeden bir cihazdır. Bu test sayesinde diğer EKG testlerinde görülemeyen ritm bozuklukları veya iskemik bulgular saptanır.

-Transtelefonik İzleme:Hasta kaydedici cihazı, 24 saatten daha uzun süre taşır. Aritmi hissedince bu bilgiyi, izleme istasyonuna ya anında , ya da kaydederek daha sonra telefon yardımıyla iletir. Bu test daha çok nadir gelen aritmileri saptamakta yararlıdır.

Elektrofizyolojik çalışma (EPS):Genellikle kasık toplar damarından girilerek, ince ve esnek bir tüp (katater) yardımıyla sağ kulakçık ve karıncığa ulaşılır. Kalbin elektriksel aktivitesi izlenir. Bu test, doktorların aritminin tipini ve tedaviye nasıl cevap verdiğini saptamalarına yardım eder.

Aritmiler Nasıl tedavi edilir ?

İlaçlar: Dikkatli seçilmelidir. Yan etkileri fazladır. Aritmiyi artırabilir. Dozun tesbitinde sürekli doktor kontrolu ve EKG testleri kullanılmalıdır.

Kardiyoversion:Kalbi normal ritmine döndürmek için acil durumlarda, doktorlar tarafından göğüs duvarına uygulanan elektirik şokudur.

Kalp içi defibrilatör(ICD): Ani ölümlere sebeb olacak ciddi ventriküler aritmiler (ventriküler fibrilasyon öyküsü, sık tekrarlayan ventriküler takikardi atakları) söz konusu olan vakalarda kullanılır.Cihazın gövdesi göğüs kasının içinde oluşturulan yuvaya, elektrotları kalp içine yerleştirilir. Bu cihaz, kalp ritmini izler. Önemli ve tehlikeli aritmileri ayırt eder. Gerektiğinde elektirik şoku vererek ölümcül aritmileri düzeltir. Kalp hızının yavaşlamasına bağlı ölüm riski taşıyan hastalarda ayrıca pacemaker fonksiyonundan da yararlanılmaktadır.

Kalp pili (Pacemaker): Sinus düğümünün düzgün çalışmadığı durumlarda veya kalp içi elektriksel iletim yollarında blok varsa, bu cihaz elektiriksel uyaranlar göndererek kalbin düzgün çalışmasını sağlar.

Elektrofizyolojik araştırma ile aritmiye sebeb olan odak bulunabildiği taktirde bu odağın radyo-frekans dalgaları yardımıyla susturulması yöntemi de kullanılmaktadır.
Doğumsal kalp hastalıkları soru cevap
Doğumsal kalp hastalıkları neden olur ?

Doğuştan kalp hastalıklarının çoğunun nedeni tam olarak bilinmemektedir. Ancak hastaların bir kısmında akraba evliliği, annede, babada veya ailelerinde doğuştan kalp hastalığı bulunma, hamile iken annenin kızamıkçık gibi enfeksiyonlar geçirmesi, hamile iken röntgen filmi çektirme veya bilinçsiz ilaç kullanma gibi nedenler bilinmektedir. Bununla birlikte hastalığın bu nedenlere bağlı olup olmadığını bilmek de genellikle mümkün olmamaktadır.

Doğumsal kalp hastalıklarının görülme oranı nedir ?

Her 100 canlı doğan bebekten yaklaşık biri kalp hastalığı ile doğmaktadır. Ancak bu oran ölü doğanlarda % 5, düşüklerde ise % 10-25 arasındadır. Yani ağır kalp hastalığı olan bebeklerin büyük çoğunluğu daha doğmadan kaybedilmektedir.

Doğumsal kalp hastalıklarını anne baba fark edebilir mi ?

Hastalık ağır olmadıkça, veya ilerlemedikçe anne baba fark edemez. Hatta bazıları o kadar hafif bulgular verir ki, doktor muayenesi sırasında çocuk huzursuz veya ağlıyorsa bile fark edilemeyebilir.

Doğumsal kalp hastalıkları önlenebilir mi ?

Şimdilik yukarıdaki muhtemel nedenleri mümkün olduğunca azaltmak dışında, engellemek pek mümkün değildir.

Doğumsal kalp hastalıkları çocuk doğmadan anlaşılamaz mı ?

Yaklaşık anne karnındaki 4. aydan itibaren bazı kalp hastalıklarını anne karnında iken tanımak ancak bu konuda eğitim almış hekimler tarafından mümkündür. Fakat bazı hafif kalp hastalıkları çok az bulgu verdiği için tanınamayabilir.

Doğumsal kalp hastalıkları anne karnında tedavi edilebilir mi ?

Bazı seyrek hastalıklar dışında şimdilik mümkün değil. Ancak bebekte, yaşama şansı bulunmayan çok ağır bir kalp hastalığı teşhis edilebilmişse, ailenin de izni ile düşük yapılabilmektedir. Buna ancak kanunların izin vermesi halinde, hastane etik kurulu kararı, ailenin ayrıntılı bilgi sahibi olması ile birlikte izin vermesi, tanının kesin olması gibi durumlarda başvurulmaktadır.

Doğumsal kalp hastalıklarının tedavisi var mı ?

Hemen hemen tamamına yakınının tedavisi var. Ancak çok ağır kalp hastalıklarının tedavisi henüz zor veya imkansız. Teknolojinin gelişmesi ve tecrübenin artmasıyla, tedavi edilen hastalıların sayısı ve tedavi başarısı her geçen gün artmaktadır.

Doğumsal kalp hastalıklarında mutlaka morarma olur mu ?

Hayır, her kalp hastalığında morarma olmaz. Zaten kalp hastalıkları morarmaolan ve morarma olmayan kalp hastalıkları olarak iki ana grupta incelenir. Morarma olmayan kalp hastalıklarının görülme oranı daha fazladır. Bu nedenle çoğu kalp hastalıklarında hiç morarma görülmezken, bazılarında ise morarma zamanla belirginleşebilir.

Doğumsal kalp hastalıkları bulaşıcı mıdır ?

Bulaşıcı olması söz konusu bile değildir.

Bundan sonra doğacak çocuklarımın da kalp hastası olması mümkün mü ?

Bunu önceden bilmek mümkün değildir. Ancak daha önce de söylediğimiz gibi herhangi bir hamilelikte kalp hastalığı oranı % 1 iken, kardeşlerden birinde doğuştan kalp hastalığı varsa bu oran % 3-5 arasında olmaktadır. Bu nedenle kalp hastası çocuğu olan bir çift tekrar çocuk sahibi olaya karar verirse, gebelik sırasında 3. aydan itibaren bu konuda eğitimli ve tecrübeli bir doktor tarafından kontrol edilmesi tavsiye edilmektedir.

Kalp hastalığını her kalp doktoru tanıyabilir mi ?

Bilindiği gibi bilim ve teknoloji günümüzde çok fazla ilerlemiştir. Bu nedenle bir kişinin bir konudaki her şeyi bilebilmesi mümkün değildir. Bu nedenle tıpta da uzmanlık alanları çok artmıştır. Çocuk hastalıkları konusunda artık 15 ayrı üst uzmanlık sahası vardır. Çocuk kardiyoloji de bunlardan biridir ve konusunu daha çok doğuştan kalp hastalıkları ve kalp romatizmaları oluşturmaktadır. Çocuk ve gençlerde görülen kalp hastalıklarını ancak çocuk kardiyoloji uzmanları tam olarak tanıyabilir. Büyük kardiyoloji uzmanları ise erişkin yaşlarda görülen damar sertliği sonucu oluşan kalp hastalıkları, tansiyon yüksekliği ve kalp kapak hastalıkları konusunda bilgi ve tecrübe sahibidirler. Her ne kadar bazı hastaların israrı ile çocuk hastalara da baktıkları bilinmekle birlikte, tanıdan kesin emin olunmamalıdır. Çünkü her ekokardiyografi yapılan hastada tanı kesindir demek mümkün değildir. Çünkü ekokardiyografi her şeyi söyleyen sihirli bir alet değil, sadece görüntü veren bir alettir. Doğru tanı ancak görüntülerin yeterli bilgi ve tecrübe ile doğru yorumlanması sonucu konulabilir. Sonuç olarak çocuk ve 18 yaş altı gençlerde kalp hastalıklarında doğru tanı için hastanın çocuk kardiyoloji uzmanınca görülmesi şarttır.

Doğumsal kalp hastalıklarında ameliyat şart mıdır ?

Hayır, bir çok doğuştan kalp hastalığı için ameliyat gerekmemektedir. Hatta bazıları o kadar hafiftir ki hiçbir tedavi gerekmeyebilir. Bazı ameliyatlık kalp hastalıkları bile artık ameliyatsız, damarlardan girilip kateter denilen aletlerle tedavi edilebilmektedir. Ameliyata ancak son çare olarak başvurulmaktadır.


Laporoskopi

LAPAROSKOPİ NEDİR ?

Laporoskopi kelime anlamı olarak karın içinin gözlenmesi anlamına gelir.
Kadın hastalıkları ve infertiliteye (kısırlığa) yolaçan sorunların tanısı ve tedavisinde kullanılan çok küçük çaplı özel aletlerle ve ince bir kamera ile karın içi ve iç genital orgaların gözlemlenmesini sağlayan bir yöntemdir.

LAPAROSKOPİ NE ZAMAN YAPILIR?

1. İNFERTİLİTE (KISIRLIK):
Tüpler kıvrımlı mı? Açık mı?
Yumurtalık ve bağırsaklarda yapışıklık var mı?
Rahim, tüp, yumurtalık(over) ilişkileri nasıl ?
Yumurtalıkta kist var mı?
Rahim normal görünümde mi?

2. DIŞ GEBELİK :
ış gebeliğin yerinin tesbiti ve güvenli bir şekilde çıkarılması.

3. ENDOMETRİOZİS(Rahim içini örten hücrelerin başka bir organa yayılması) :
Bu hastalığın kesin tanısı laparoskopi ile konur.
Tanı konduğu anda hastalıklı dokular yakılarak tedavi edilir.
Böylece hem hastalığın tanısı konur hemde tedavisi yapılarak hastanın doğurganlığı korunmuş olur.

4. YUMURTALIK KİST VE TÜMÖRLERİ :
Kistlerin tespiti yapılır ve bu kistler içeriye sokulan torbalarla patlatılmadan dışarıya alınır.
Bu yöntem yumurtalıklara zarar vermediği için hastanın doğurganlığı korunur.

5. RAHİM URLARI(MYOMLAR):
Urların yerinin tespiti.
Urların büyüklüğü ne olursa olsun laparoskopi elirahatlıkla çıkarılabilir.

6. RAHİM ALINMASI(HİSTEREKTOMİ)

7. KISIRLAŞTIRMA(STERİLİZASYON):
Hastanın istegine bağlı olarak tüpleri bağlanarak kısırlaştırılabilir ve aynı gün evine gidebilir.

8. KASIK AĞRISI:
Kasık ve cinsel ilişki sırasında oluşan ağrıların sebebinin araştırılması ve tedavisi.
Karın içi yapışıklıklarının açılması ağrıyı yok edecektir.
Kanser taraması,teşhisi ve tedavisindede kullanılmaktadır.

LAPAROSKOPİ NASIL YAPILIR?

operayon genellikle menstruasyondan (adet kanamasından) sonra ve genel anestezi altında ameliyathane şartlarında yapılır.

Göbekten bir iğne ile girilerek karın içi karbondioksit ile doldurulur. Gaz karın içerisindeki organları geriye doğru iter böylece laparoskop (kamera) karın içindeki organlara zarar vermeden yerleştirilir.

Laparoskop (kamera) yaklaşık 2-10 mm çapında açılan delikten sokulur. Diagnostik laparoskopi ve/veya cerrahi laparoskopi oluşuna göre delik sayısı 2 ila 4 arasında değişir. Laparoskoptan elde edilen görüntü televizyon ekranına aktarılarıp 6-10 defa büyütülür. Bu da küçük organları daha net görmemizi sağlar.

LAPAROSKOPİ NE KADAR SÜRER ?

Teşhis amaçlı laparoskopilerde bu süre, hastanın ameliyathane şartlarına hazırlanması , uyutulması ve uyandırılması ile yaklaşık 20-30 dakikadır.

Tedavi amaçlı laparoskopilerde bu süre daha da uzundur. Hatta saatlerce sürebilir.

LAPAROSKOPİDEN SONRA NELER YAPILIR ?

Diagnostik laparoskopiden çıktıktan sonra bir iki saat dinlenilir ve doktordan gerekli tavsiyeler alındıktan sonra evnize gidebilirsiniz.

anestezi uyku haline, ağrıya ve bulantıya neden olduğu durumlarda bir geceliğine müşaade altında tutlabilirsiniz.

LAPAROSKOPİ İÇİN NASIL BİR HAZIRLIK YAPALIM ?

Öncelikle hastanın klinikte muayene edilerek değerlendirilmesi ve laparoskopi için uygun olup olmadığına dair kara alınmalı.

Bir gün önceden hastanın bağırsak hazırlığı yapılmalıdır.

Hastanın bir gece önceden hafif birşeyler yedikten sonra operasyon saatine kadar herhangi bir şey yiyip içmemelidir (çay, kahve, su). Çünkü laparoskopi sırasında görüntüyü engellemek için karın içerisinde bulunan ince ve kalın bağırsakların boş olması gerekmektedir.

Ayrıca hasta operasyon için hastaneye gelirken, ona operasyondan sonra eşlik edecek bir yakınıyla gelmesi uygundur.

LAPAROSKOPİNİN AVANTAJLARI NELERDİR ?

Karın açılmadığı için büyük bir yara izi oluşmaz.
Karın açılmadığı için iltihaplanma riski azdır.
Karın açılmadığı için ameliyat sonrası ağrı çok azdır.
Karın açılmadığı için hasta daha çabuk iyileşir.
Karın açılmadığı için hastanede kalış süresi kısalır.
Hastanın ortalam işe yeniden dönme süresi ortalama 7-15 gündür.(klasik ameliyatlarda bu süre 6-7 haftadır).
Karın içi organlar büyütülerek gözlemlendiği için cerrahi hakimiyet daha iyidir.Dokulara ve organlara çok az zarar verir. Yani koruyucu bir cerrahi yöntemdir.

LAPAROSKOPİNİN RİSKLERİ NELERDİR?

Genel anesteziye bağlı çok kısa süren baş ağrısı, bulantı ve kusma olabilir.

Opersayon sırasında diğer karın içi organlar, bağırsaklar ve damarlar yaralanabilir. Ancak laparoskopiyi yapan doktor bu yaralanmalara anında müdahale ederek yaralanan bölgeleri tamir edecektir.

Ameliyattan sonra yara etrafında iltihap olabilir.

DOKTORUMUZA NE ZAMAN BAŞVURALIM?

1.HEMEN BAŞVURMANIZ GEREKEN ACİL DURUMLAR:

Ateşiniz yükseldiğinde,
Kendinizi yorgun ve halsiz hissetiğinizde,
Şiddetli karın ağrılarınızın olması durumunda,
Bulantı ve kusma olduğunda, Hemen doktorunuzu arayın!!!

2.DOKTORUNUZA BAŞVURMANIZ GEREKEN ACİL OLMAYAN DURUMLAR:

Laparoskopi ve operasyon neticesi hakkında bilgi edinmek için,
Size belirtilen tarihte kontrol amacıyla, Doktorunuza başvurun!!!
kısırlık Erkek kısırlığı üstüne ilginç bir yazı
Doç.Dr. M. İhsan Karaman

Üroloji Uzmanı

Şair, çocuklarının kendisine –deyim yerindeyse- ayakbağı olduğunu ima etmek için “viran olası hanede evlad ü ıyal var” demiş. Amma, hanelerinde evlad görebilmek için nice servet veren nice aile var, bir bilse idi... Gerçekten de dünya hayatının süsü, neşesidir çocuklarımız. Gün gelip dünyaevine girdikten sonra bu neşeyi tadamayanlar, uzunca sürecek bir maratonun daha başında olduklarını bilmeden soluğu doktorda alırlar. Ama hangi doktorda? Bizim ülkemizde çocuk isteyen bir çiftin ilk durağı, genellikle bir kadın doğum uzmanıdır. Çünkü, önce kadın sağlam olduğunu ispatlamak zorundadır. Öyle ya, erkek milletiz; bizim erkeklerimizde kusur olur mu hiç?!



İşin rengi



Oysa, işin rengi öyle değil! Bu konuda ilk bilinmesi gereken, evliliğin hangi döneminde, adına “infertilite” dediğimiz kısırlıktan kuşkulanılıp doktora gidilmesi gerektiğidir. Biz ürologların tarifine göre, evli bir çiftin düzenli cinsel beraberlik yaşamalarına ve korunmamalarına rağmen, bir yıl içinde hamilelik oluşmamasına “infertilite” (kısırlık) adı verilir. Şu halde, pek sık rastladığımız gibi, 5-6 aylık evli çiftlerin “çocuğumuz olmuyor” diye doktor doktor dolaşmaları “prematüre” bir telaştır ve maddi-manevi kayıplara yol açar.



İkinci önemli nokta, gidilecek doğru adresin tesbitidir. Genel olarak, kısırlığa yolaçan problem 1/3 oranında kadında, 1/3 oranında erkekte ve 1/3 oranında her ikisinde müşterek bulunur. Böylece, en az %50 oranında problemin erkek tarafını ilgilendirdiği ortaya çıkmaktadır. Kısırlık teşhis ve tedavisine ilişkin şöhret bulmuş bir ifadeye göre, erkek kısırlığında teşhis kolay – tedavi zor; kadın kısırlığında ise teşhis zor – tedavi kolaydır. Bu ifade bize, kadınla ilgili tetkiklerin uzun zaman ve masrafa malolacağını anlatmaktadır. O halde, erkek millet kompleksini bir yana bırakıp, öncelikle erkeğin bir uzman üroloğa görünmesi en doğru ve kestirme yoldur.



Yeri gelmişken,şu meşhur “kusur kimde?” sorusunu bir deşelim. Kusur ve kısır kelimeleri arasındaki yakınlıktan mıdır nedir, halkımız bu soruyu pek sever ve sık sık sorar: “Kusur kimde doktor bey?” Problemin, eşler arasında “fifty-fifty” dağıldığına yukarıda işaret ettik. Bu gerçek bir yana, şu “kusur” yakıştırması (suçlaması değilse) ne oluyor? Elimizde olmadan grip, siyatik ya da akciğer kanserine yakalanınca kimse kendinde kusur aramazken, kısırlık sözkonusu olunca topu taca (ya da karşı tarafa) atmak için bir kusur arama yarışı başlıyor çoğu kez. Bu yarışın sebebi de, en başta çevre baskısı şüphesiz. Biline ki, “kısırlık” bir kusur değil, bir hastalıktır. Bir tarafı değil, çifti ilgilendirir. Her hastalık gibi, bunda da, ilgili hekime başvurulmalı, tanı ve tedavi yolları izlenmeli, çıkacak olan sonuç ise tevekkül ve teslimiyetle karşılanmalıdır.









Erkeğin rolü



Kadına ait kısırlık sebepleri ile teşhis ve tedavi yöntemlerini kadın-doğum uzmanı meslektaşlarımıza bırakıp, uzmanlık alanımız olan erkek kısırlığına bir göz atalım sizinle birlikte.

Kısırlık kuşkusu ile üroloğa başvuran bir erkekte ilk yapılması gereken, ayrıntılı bir sorgulama ve ardından tam bir muayenedir. Probleme ve sebebine ait birçok ipucu, daha bu ilk adımlarda elde edilebilir.



Erkeğe ait kısırlık tetkikinde en önemli ve sık kullanılan yöntem meni tahlilidir (spermiogram). Birçok erkeğe, masturbasyon yoluyla, üstelik evde değil, laboratuar ortamında meni örneği verilmesini gerektiren bu tetkik çok zor ve kabul edilmez olarak gözükür. Ne çare ki, çocuk yapma kabiliyeti ve buna engel olan nedenler hakkında çok kıymetli bilgiler veren bu temel tetkikin, bu şekilde yapılması zorunludur. En az 10 gün arayla yapılan en az iki sperm tetkikinde, hekim tarafından tesbit edilen bir bozukluk varsa, sebebi ortaya koymak için ileri tetkikler gerekir. Meni tahlilinde görülecek bozukluklar, meninin fiziksel ve kimyasal özellikleri ile, sperm hücrelerinin sayısal, yapısal, fiziksel ve fonksiyonel yeterliliklerini ilgilendirebilir.







“İleri tetkik” de ne ola?



Hastalığın ve hastanın öyküsü, fizik muayene ve spermiogram sonuçlarına göre, hekimin isteyeceği ilave araştırmalar kişiden kişiye değişebilir. Bu demektir ki, komşu Ahmet veya bakkal Mehmet’ten doktorunun istediği tetkik bizden istenmemişse şaşmamak gerek; öyle ya, beş parmağın beşi de bir değil...



Artık devir değişti. Yerli yersiz herşeye el atan modern teknoloji, tıpta da devrimler yaptı. Bugün, bir sperm hücresinin yapısı ve fonksiyonu en ince ayrıntısına ve hatta moleküllerine kadar incelenebiliyor. Korkmayın, klinik uygulamada doktorunuz sizden bunları isteyecek değil. Ancak yine de, birtakım kan tahlilleri, sperm fonksiyon testleri, yumurtaların ve çevresindeki damarların renkli ultrason cihazı ile incelenmesi gibi ileri tetkikler ve hatta yumurtadan parça alıp inceleme (testis biopsisi) gibi müdahaleler yapabilir. Unutmayın, bunların hepsi sizin için; yuvanızı, yeryüzü bahçesinin şefkat tomurcukları ile süsleyebilmek için.







Sebepler dünyası



Herşeyin bir sebebi var. Tüm sebepler de, her şeyin Sebebi Olan’ın malumu. Lakin, her türlü teknik gelişmeye rağmen, bazı şeylerin sebebi bize meçhul olabiliyor. Erkek kısırlığında da, ileri tetkik dediğimiz her türlü araştırmaya karşılık, vakaların yaklaşık yarısında bir sebep bulunup ona yönelik tedavi uygulanır. Kalan % 50 olguda ise, bugünkü imkanlarla bir sebep bulunamayıp tecrübeye dayalı değişik tedaviler veya yardımlı üreme yöntemleri seçilir.



Bilinen ve bulunabilen sebepler arasında, hormon ve kromozom bozuklukları, çeşitli sistemik hastalıklar, geçirilmiş ameliyatlar, çevre kaynaklı fiziksel ve kimyasal bazı faktörler, doğrudan testisleri ilgilendiren ve doğumdan itibaren geçirilmiş olabilen bazı hastalık ve anormallikler, kullanılan ilaçlar, bağışıklık sistemi bozuklukları... sayılabilir. Ancak, hepsi bir yana, şu meşhur “varikosel” bir yana.

Varikosel muamması

Birçok infertilite hastasının, yumurtasını göstererek, “doktor, damarında tıkanıklık var deyip ameliyat önerdi” şeklinde bir galat-ı meşhur ile ifade ettiği “varikosel”, erkek kısırlığında en sık görülen organik sebeptir. Yanlışlık, varikoselin bir damar tıkanıklığı değil, aksine bir “damar genişlemesi” olmasıdır. Yumurta çevresindeki toplardamarların genişleyip, burada kanın göllenmesi anlamına gelen varikosel, tedavi edilebilir bir patoloji olması bakımından çok önemlidir. Kısırlık tetkiki yapılan erkeklerin yaklaşık %40’ında varikosel saptanır. Daha çok solda, bazen de iki taraflı olarak bulunan varikosel, spermlerin sayı, hareket veya şekillerini bozarak çocuk oluşmasına engel olur.



Yine bir infertilite klasiği olan soruya sıra geldi şimdi: “Bu varikoselin ilacı yok mu, doktor bey?” El-cevab: Hayır! Spermiogramda bozukluğa yol açmış olan varikoselde tedavi daima ameliyattır. Doğru teşhis sonucu yapılan başarılı bir ameliyat sonrasında, yaklaşık %40-50 vakada hamilelik oluşmakta, toplam %70 olguda ise sperm sayı ve fonksiyonları iyi yönde gelişmektedir.



Yeri gelmişken bir de kendimize çuvaldız batıralım. Ticari etkenlerin dürüst hekimlik prensiplerine de müdahale ettiği günümüz ortamında, ürolojinin en çok istismar edilen ameliyatlarından birisi de varikoseldir. Belki çok az sayıda hekimi ilgilendirse de, bu tür ticari operasyonların (her iki anlamda da operasyon!) yapılıyor olması, hasta-hekim arasındaki güven köprüsünün önemini bir kez daha hatırlatmayı gerekli kılıyor.


Kısırlık tedavisi


Pekçok hasta, tedavinin en ucuz, en kolay, en zahmetsiz ve en çabuk olanını ister. Ancak, erkek kısırlığı sözkonusu olunca böyle bir seçenek yoktur ne yazık ki! Hani, başta dedik ya; erkekte teşhis kolay, tedavi zor diye.

Yıllar yılı, çocuk sahibi olmak isteyen erkekler yüzlerce hap yutup iğneler yaptırarak doktor doktor gezmiş ve her defasında, evdeki dosyalarında ‘fayda vermemiş’ reçetelerin oluşturduğu yığın daha da kalınlaşmıştır. Bu böyledir; çünkü bugün, sebebe yönelik ve çok az sayıda hastaya uygun birkaç kalem ilaç dışında, erkek kısırlığında hap ve iğne tedavisinin ciddi bir yeri olmadığı bilinmektedir. Bu birkaç kalemin içinde, eksik hormonları yerine koyma (eğer gerçekten eksikse), artmış bağışıklık cevabını baskılama ve enfeksiyonların tedavisi için kullanılan ilaçlar sayılabilir.



Cerrahi tedaviye gelince... Yukarıda sözettiğimiz varikosel ameliyatından başka, tıkanmış sperm kanallarının mikrocerrahi yöntemlerle açılması ve tıkalı sperm kanal çıkışlarının endoskopik yolla kesilmesi, iyi ellerde yüz güldürücü sonuçlar veren operasyonlardır.

Bütün bu seçenekler sonuç vermez ise, modern tıbbi gelişmelerin bahşettiği imkanlara doğru devam eden “hayatı süsleme” yolculuğu, son durağına gelmiş olacaktır. Bu durakta infertil çifti bekleyen şey ise, “yardımlı üreme teknikleri” dediğimiz suni döllenme yöntemleridir.


Yolun sonu

Halk arasında aşılama, suni döllenme, tüp bebek, enjeksiyon tedavisi gibi değişik isimlerle ifade edilen; son zamanlarda, baskın medya kültürünün her seviyeden insanımıza bellettiği “mikroenjeksiyon” terimini de içeren bir seri işlem, yardımlı üreme tekniklerini oluşturur. Kabaca ifade edersek, normal cinsel ilişki yoluyla hamilelik sağlanamayan; kadın ve erkekte uygulanan tıbbi ve cerrahi tedaviye rağmen sonuç alınamayan infertil çiftlerde, döllenmeyi kolaylaştırıcı veya bizzat gerçekleştirici suni yöntemlere “yardımlı üreme teknikleri” adı verilir. Döllenme ve bunun devamı, yardımcı bir veya birçok insanın katkısıyla gerçekleştirilir. Daha önceleri çaresiz olan nice çiftin çaresi olmuş ve olacaktır bu yöntemler. Şükür bugünümüze.



Erkek kısırlığında, erkekten şu veya bu şekilde sağlanabilen toplam sağlıklı sperm hücresi miktarına göre, yardımlı üreme yöntemine karar verilir. En kolay ve doğala en yakın olan, “inseminasyon” adı verilen aşılama yöntemidir. Erkeğin jaboratuvar ortamında verdiği sperm, bazı yıkama ve saflaştırma işlemlerinden geçirilip en verimli hale getirilir ve eşinin yumurtladığı gün, bir ince sonda ve enjektör yoluyla rahim içine püskürtülür. Bundan sonrası, sperm ile yumurtanın karanlıklar içinde buluşup döllenmelerine kalmıştır artık. Yaradan “ol” derse oluverir elbet. Demezse, ne çare!



Daha az sayıda sperm hücresi elde edilebilen vakalarda ise, “tüp bebek” diye anılan, tüp içinde yapay dölleme işlemi gündeme gelir. Olgunlaştığı sırada kadının yumurtalığından alınan yumurtalar ile eşinin spermleri, laboratuvarda bir kap içinde biraraya konur ve döllenme gerçekleşirse, embriyo (cenin) annenin rahmine transfer edilir.



Yardımlı üreme teknikleri içinde, devrim niteliğindeki en ileri gelişme ise, sperm hücresinin doğrudan yumurta hücresi içine enjekte edilmesidir. İşte meşhur “mikroenjeksiyon” budur. Milyonlarca infertil aileye umut olan, binlercesini de umutlarına kavuşturan hayli zahmetli, pahalı ve karmaşık işlem. Mikroenjeksiyon sonrası oluşan cenin sağlıklı gelişirse, annenin rahmine transfer edilir ve yeni bir serüven başlar. Cenin yaşayacak mı, rahim duvarına yerleşebilecek mi, doğuma kadar düşmeden ve sağlıklı kalacak mı, bebekte herhangi bir sakatlık oluşacak mı gibi nice bilinmezi içinde barındıran bir serüven. Tüm yardımlı üreme tekniklerinde olduğu gibi, mikroenjeksiyon sonrasında da bütün bu soruların müsbet cevap bulması ve nihayet bir veya birkaç nurtopunun kucağa alınması oldukça az bir ihtimaldir. Bu kararı verecek olan da, herşeyin üstündeki “Kudret Eli” dir elbet.



Neylerse güzel eyler

Varlık sırrına erenler ve onlara öykünenler, Mevla’ya şöyle seslenirler her daim: “Lütfun da hoş, kahrın da hoş”. İşte, dünya hayatlarını tomurcuklarla süslemek için şifa peşine düşenlerin de son demde tavırları bu olmalıdır bence. Her türlü sebebe sonuna kadar yapışmalarına rağmen beklediklerini bulamamış iseler, hayrı ve şerri Yaratan böyle murad etmiş demektir. Ve O’nun her muradında bir hikmet gizlidir. Kullarının bilemediği, kullarının çözemediği... Öyleyse varıp O’nun muradına teslim olmak, gerçek kulluğun gereğidir.

Yine de son sözümüz, gül bahçesi yuvalarda, her renkten şefkat tomurcuklarının dilendiğince açması duasıdır. Kabul buyur Ya Rab!



ürtiker kurdeşen
Toplumda sık görülen rahatsızlıklardan biri olan kurdeşen bazı durumlarda gerçekten hem hasta hem de hekim için sorun yaratan hastalıkların başında gelebilir. Tıp dilinde “ürtiker” diye anılan kurdeşen iki formda olabilir. Bunlardan ilki şikayetlerin 6 haftadan kısa sürdüğü akut ürtiker; diğeri ise şikayetlerin 6 haftayı geçtiği kronik ürtikerdir. Her iki durumda da hastalığın bulguları birbirine benzese de hastalığın oluşum nedenleri açısından belirgin farklar vardır.

Hastalığın bulguları arasında kaşıntılı, deriden kabarık, kızarık 0,5cm ila çok büyük ölçülerde deride plaklar bulunur. Bu plakların bazıları birleşme eğilimindedir. Plakların sınırlarını net olarak çizmek herzaman mümkün olmaz. Lezyonlar genellikle birkaç saat içerisinde solar, yerine başka alanlarda yenileri çıkabilir.

Ayrıca bazı ürtiker vakalarına “anjioödem” dediğimiz tablo da eşlik edebilir. Anjioödem genelde göz kapaklarında (genellikle tek taraflı), dudakta, yüzün diğer kısımlarında, kol ve bacaklarda, parmaklarda, genital bölgelerde oluşabilir. Bunlarda da özellikle şişlik ön plandadır. Her iki hastalıkta da deriden kabarık olan durumu ortaya çıkaran şey deri içinde ödem olmasıdır. Anjioödemde derinin alt tabakaları da olaya iştirak ettiği için şişlik çok ön plandadır. Şişliğe kaşıntıdan ziyade yanma hissi eşlik edebilir.

Daha önce de bahsedildiği gibi 6 haftadan kısa süreli kurdeşen akut ürtiker olarak anılır. Bu hastalıkta neden genellikle allerjidir. Bu allerji de genellikle ağız yolu ile alınan allerjenlerle oluşur. Yani gıdalar ve ilaçlar akut ürtikerdeki en önemli sebeplerdir. Bunun dışında çok nadir de olsa solunum yolu ile alınan bazı allerjenler (örneğin ev tozu akarları) de akut ürtiker yapabilir. Kronik ürtikerin altında ise allerji pek bulunmaz. Bu hastaların ancak %3-5’ inde allerji rol oynayabilirler. Bu allerjenler de genel olarak ağız yolu ile alınan allerjenlerdir (gıdalar...). Bunun dışında bu hastalığın çok değişik sebepleri olabilir. Bunlar içerisinde otoimmun hastalıklar (otoimmün tiroidit, sistemik lupus eritematozus vb.), kronik enfeksiyonlar (tuberküloz, bruselloz vb.), fokal enfeksiyonlar (sinüzit, diş ve dişeti enfeksiyonları vb.), Helikobacter pylori enfeksiyonları, bazen hepatitler, bazen bazı kanser türleri vardır. Bu nedenle bir çok araştırma yapmak gereklidir. Tüm ayrıntılı araştırmalara rağmen %60-65 vakada hiçbir neden bulunamayabilir. Bu hastalar da idiyopatik (sebebi bilinmeyen) kronik ürtiker olarak adlandırılır.

Hastalarda iyi bir hastalık öyküsü sonrası, allerji testlerini içeren araştırmalar yanında diğer bahsi geçen hastalıkların araştırmaları yapılmalıdır.

Altta yatan hastalığın tedavisi sonucunda genel olarak ürtiker kendiliğinden geçer ve tekrar etmez. Ancak sebebi bilinmeyen ürtiker hastalarında antiallerjik ilaçlardan faydalanılır. Bu hastalarda kalsik olarak sabahları sedatif olmayan antiallerjikler, akşamları sedatif antiallerjikler ve H2 reseptör blokerleri birlikte kullanılır. H2 reseptör blokerleri asıl itibari ile mide asiditesini azaltmak için kullanılan ilaçlardır. Ancak derideki histamin reseptörlerinin % 20 kadarı H2 tipinde olduğu için bu tür ilaçlar bu hastalarda faydalı olmaktadır. Bunun dışında bunlara cevap vermeyen hastalarda kortizon dahi kullanılabilir.

Bunlar dışında ayrıca değişik kurdeşen türleri de vardır. Aşağıdaki tabloda bu ürtiker tiplerini görmektesiniz:

Fiziksel ürtiker
Aquajenik ürtiker (su ile temas sonucu oluşan)
Kolinerjik ürtiker (terleme, aşırı efor sonucu oluşan)
Soğuk ürtikeri (soğuk havada oluşan)
Dermografizm (ciltte çizik ile veya kaşınma ile oluşan ürtiker)
Gecikmiş basınç ürtikeri
Solar ürtiker (güneş ışınları ile oluşan)
Vibratuvar ürtiker (vibrasyon yapan aletlerle oluşan)
Herediter ürtiker (ailenin diğer fertlerinde de görülen tip)
Ürtikeryal vaskülit (ürtiker plaklarının 24 saatten uzun sebat ettiği damar iltihabı ile giden tip)
Diğerleri.
Burun gerisine akıntı nasal akıntı

Burun Gerisine Akıntı (BGA) boğazda akıntı toplandığını hissetmek veya burnun gerisinden akıntının aktığının farkına varmaktır. BGA egzersiz, kalın salgı veya boğaz kasları ve yutma ile ilgili sorunlardan ötürü de ortaya çıkabilir.

Normal olarak, burnu ve sinüslerin içini kaplayan salgı bezleri günde 250-500 ml. salgı üretmektedir. Bu mukozanın yüzeyinde ancak mikroskopla görülebilen hareketli küçük kıllar vardır. Bunlar salgının geriye doğru hareket etmesini sağlar. Daha sonra bu bilinçsiz olarak farkına varmadan yutulur. Bu salgı zarları ıslatır ve temizler, enfeksiyonlara karşı savaşır. Bu salgının üretilmesi ve temizlenmesi sinirler, kan damarları, salgı bezleri, hormonlar, ve küçük kılcıklar arasında ki ilişkiye bağlıdır.

NORMAL OLMAYAN SALGlLAR

Artmış ince ve temiz salgı soğuk algınlığı, grip (üst solunum yolu viral enfeksiyonu), alerji, soğuk hava, parlak ışık, bazı besinler ve baharatlar, gebelik ve hormonal değişiklikler, doğum kontrol hapları ve bazı tansiyon ilaçlarının da içinde olduğu ilaçlar, ve burun içi kemik eğriliği gibi durumlarda görülür.

Vazamotor rinit allerjik olmayan aşırı salgılı ve tıkalı burun şikayeti yapan bir hastalıkdır. Artmış kalın salgı sıklıkla kış aylarında nemlendirme yapılmadan ısıtılan, nemin düştüğü ev ve binalarda görülür. Bunun yanında sinüs ve burun enfeksiyonlarında ve kümes hayvanlarının ürünlerine karşı oluşan allerjilerde de görülmektedir. Eğer soğuk algınlığında ki salgı zaman içinde kalınlaşıp sarı, yeşil renk almaya başlıyorsa muhtemelen bakterilerin yol açtığı bir cismin belirtisi olabilir (fasulye, bezelye, bir parça kağıt, oyuncağın bir parçası v.b.) Salgının azalması aşağıda ki nedenlerden birinden dolayı olabilir:

Uzun süre çevreye ait tahriş edici maddelere maruz kalmak burnu kurutup zarların zarar görmesine neden olabilir (sigara dumanı, endüstriel dumanlar, araba dumanları). Salgı azaldığında normalden daha kalındır ve yanlış olarak artmış hissi verir.
Yapısal bozukluklar (burun septumu düzensizlikleri) hava akımını değiştirerek burun zarlarının kurumasına neden olur.(Yapısal bozukluğa bağlı olarak salgıyı arttırır veya azaltır.)
Yaşın ilerlemesiyle mukus zarlar büzüşür ve kurur. Bu normalden daha az ve kalın salgı yapılmasına ve kişinin BGA hissine kapılmasına yol açar.
Diğer az rastlanan nedenler de zarlarda değişiklik yaparak bu hisse neden olurlar.
YUTMA PROBLEMLERİ

Yutma ağızda ki sıvı ve katı gıdaların yemek borusuna geçmesinden oluşan karmaşık bir olaydır. Bu ağızdaki, boğazdaki ve midedeki sinir ve kasların koordinasyon içinde çalışması ile olur. Yutma problemleri katı veya sıvı gıdaların boğazda birikmesine daha sonra ses tellerinin olduğu bölgeye dökülmesine ve bunun sonucunda ses kısıklığı, boğaz temizleme hissi veya öksürük ortaya çıkabilir.

Yutma güçlüğünün birçok nedeni vardır: Yaşla birlikte yutma kasları hem güçlerini hem de koordinasyon yeteneklerini kaybederler. Bundan dolayı bazen normal salgı bile mideye geçemeyebilir.

Uyku sırasında yutkunma daha az olur ve salgı ağızda birikir. Uyanırken öksürme veya boğaz temizleme hissi duyulabilir

Her yaşta sinirlilik ve stres boğaz kaslarında kasılmaya ve bunun sonucunda boğazda birşey varmış hissine neden olmaktadır. Sıksık boğaz temizlemek tahrişi daha da arttırarak durumun kötüleşmesine neden olur. Besinlerin geçtiği yol üzerindeki büyümeler veya şişlikler katı ve /veya sıvı gıdaların geçişini yavaşlatır veya engeller.

Yutma bozuklukları midedeki besinlerin veya asidin yemek borusuna veya boğaza geri geldiği Gastroözafageal Reflü (GER) veya Larengofarengeal Reflu (LPR) olarak tanımlanan durumundan da kaynaklanabilir. Yanma hissi hazımsızlık ve boğazda rahatsızlık belli başlı bulgulardır ve bunlar özellikle yemek yedikten sonra yatınca daha da artmaktadır. Yemek borusu ile midenin birleşim yerinde meydana gelen torba şeklindeki fıtıklarda buna neden olur.

TEDAVİ

Tedaviye başlamadan önce mutlaka teşhis konulmalıdır. Bu detaylı bir Kulak Burun Boğaz muayenesi ve muhtemel bazı laboratuar, endoskopik ve röntgen çalışmalarını içermektedir.

Bakteriyel enfeksiyonlar antibiyotikler ile tedavi edilir ancak bunlar geçici bir iyileşme sağlar. Kronik sinüzite kapalı sinüslerin ağzını açmak için yapılacak cerrahi bir müdahaleye ihtiyaç vardır.

Allerji; sebebini ortadan kaldırmakla kontrol edilebilir. Antihistaminikler ve dekonjestanlar, kromolin ve steroid burun spreyleri, diğer şekillerdeki steroidler ve hiposensitizasyon (aşı tedavisi) tedavi için kullanılabilir. Ancak bazı antihistaminikler kurumaya neden olup salgıyı daha da kalınlaştırırlar. Dekonjestanlar kan basıncının artmasına, kalp ve tiroid rahatsızlıklarının şiddetlenmesine neden olurlar. Steroid spreyler tibbi kontrol altında genellikle yıllarca güvenle kullanılabilir. Ancak kısa dönemde yan etkisi olmayan ağızdan alınan ve enjeksiyonla verilen steroidlerin uzun dönem kullanımlarında muhakkak sıkı bir kontrol ve gözlem yapılmalıdır.

Gastroözafageal Reflü tedavisine yatağın baş tarafını 12-15 cm kaldırmak, az ve sık yemek yemek, alkol ve kafeinin yasaklanması, yorucu olmamak şartıyla spor yapılması gibi yaşamı düzenleyici önerilerle başlanır. Antiasit veya bu hastalıkda çok etkili olan mide asit üretimini durduran ilaçlar doktor kontrolunda verilmelidir. pH ölçümü gibi kesin teşhis yöntemleri vardır..

Yapısal bozukluklar cerrahi uygulama gerektirir. Septum deviasyonu sinüslerin normal olarak boşalmasını engeller ve kronik sinüzite neden olur. Septumdaki bir çıkıntı tahrişe ve anormal salgıya sebeb olacaktır. Septumdaki bir delik kabuk bağlamaya neden olur. Genişlemiş veya şekli bozulmuş konkalar (burnun yan duvarlarında çıkan ve hava akımının ayarlıyan, nemlendiren yapılar) veya polipler (enfeksiyon, allerji veya tahriş sonucunda oluşan selim büyümeler) de aynı şikayetlere yol açabilir.

Her zaman bir neden bulmak mümkün olmayabilir. Tıbbi tedavi cevap vermezse hasta cerrahi tedaviye karar vermelidir.

Bazı durumlarda özel bir neden bulunamaz. Düzeltilebilecek bir hastalık yoksa tedavi daha kolay akabilmesi için salgının inceltilmesi yönünde olur. Bu daha ziyade sıvı alımı yetersiz olan yaşlı kişiler için geçerlidir. Bu hastalar günde en az sekiz bardak su içmeliler, Kafeini bırakmalılar ve eğer uygunsa idrar söktürücü kullanmamalıdırlar. Salgıyı inceltecek guaifenesin veya organik iyot kullanıldığında tükrük bezlerinde şişme veya vücutta döküntü gelişirse ilaç kesilmelidir.

Burunun su ile yıkanması kalın ve azalmış salgının düzeltilmesine yardımcı olur. Bu burun için yapılmış özel cihazlarla günde iki ila altı defa uygulanabilir. Sıcak suyun içine yemek sodası veya tuz ilave edilerek bu sıvı yapılabilir. Son olarak da reçete gerektirmeyen basit tuz çözeltiler burnu nemlendirmek için kullanılır.

KRONİK BOĞAZ KIZARIKLIĞI (FARENJİT)

BGA sıklıkla kırmızı, tahriş olan bir boğaza neden olur. Boğaz kültürlerinden genellikle bir sonuç alınmaz ama bademcikler ve diğer dokular şişerek rahatsızlığa neden olurlar. BGA tedavi edildiğinde bu olayda ortadan kalkacaktır.
Adet öncesi gerginlik
Adet kanaması yaklaşırken kadınların %75'inde değişen hormon düzeylerine bağlı olarak bazı şikayetler ortaya çıkar.Bu kadınların yarısında yakınmalar hafiftir ve kişinin günlük yaşantısını etkilemez. Diğer yarısında ise depresyon da dahil olmak üzere çok daha ciddi şikayetler ortaya çıkar. (Premenstrüel Sendrom, PMS)


Adet kanaması yaklaşırken kadınların %75'inde değişen hormon düzeylerine bağlı olarak bazı şikayetler ortaya çıkar.Bu kadınların yarısında yakınmalar hafiftir ve kişinin günlük yaşantısını etkilemez. Diğer yarısında ise depresyon da dahil olmak üzere çok daha ciddi şikayetler ortaya çıkar. Premenstrüel şikayetler fizyolojik ya da psikolojik olabilir ve kültürel farklılıklardan etkilenebilir. PMS hem fizyolojik hem de psikolojik olayların bileşkesidir. Çalışmalar değişik kültürlerden gelen kadınlarda farklı şikayetlerin ortaya çıktığını göstermektedir. Uzakdoğulu kadınlarda en sık rastlanılan şikayet ağrı iken gelişmiş batı toplumlarında depresyon en sık karşılaşılan bulgudur. Kişinin sosyal yaşamını olumsuz etkileyen ve her ay görülen yakınmalar kadının kendine olan güvenini yitirmesine dahi neden olabilir.
Fiziksel belirtiler
PMS bulguları veren kadınların hemen hemen hepsinde memelerde hassasiyet ve hafif geçici kilo artışı saptanır.Diğer belirtiler ise sindirim sitemi bozuklukları, başağrısı, döküntüler, kas ve eklem ağrıları, halsizlik, diş eti kanamaları, çarpıntı, denge bozuklukları, sıcak basmaları, ses ve kokulara aşırı hassasiyet, ajitasyon, uykusuzluk olarak sayılabilir. Adet kanamasının ağrılı ya da fazla olması yani dismenore PMS olarak değerlendirilmez.
Duygusal belirtiler
Duygusal hipersensitivite PMS de çok sık görülür. depresyondan endişeye ve aşırı sinirliliğe kadar pekçok değişik duygu durumu olabilir. Bazı kadınlarda hafif hafıza kaybı görülebilir. Konsantrasyon bozukluğu PMS'de nadir olmayan bir durumdur. Bazı kadınlarda görülen depresyon hali, huzursuzluk ve gerginlik tablosuna premenstrüel disforik bozukluk (PMDD) adı verilir.


Nedenleri
PMS nedenlrini bulmaya yönelik çalışmalar bu tablonun altında yatan faktörleri tam olarak ortaya koyamamıştır.Ancak bazı teoriler mevcuttur. Ovülasyonu baskılayan bazı hormonların verilmesi halinde PMS belirtilerinde gerileme olmaktadır. Buna göre üreme hormonları PMS'ye neden olabilir, ancak bu rolün ne olduğu açıklanamamıştır. PMS'nin bu hormonlar ile sinirlerde iletimi sağlayan bazı maddelerin ortak hareket etmesi sonucu ortaya çıktığı yönünde güçlü bulgular vardır. En çok suçlanan maddeler GABA ve serotonin adı verilenlerdir. Bazı araştırmacılar ise kalsiyumve magnezyum dengesindeki bozukluğun PMS tablosuna yol açtığına inanmaktadırlar. Bu iki mineralin vücuttaki dağılımı sinir hücreleri arasındaki iletişimi etkileyerek tabloya neden olabilir. Bu araştırmacılar PMS'li kadınlarda magneyum eksikliği ya da kalsiyum fazlalığının şikayetleri yarattığını öne sürmektedirler. PMS etiyolojisinde öne sürülen bir diğer neden de stress hormonlarıdır.Bu hormonların fazlalığı şiakyetlerin daha yoğun yaşanmasına neden olabilir. PMS etiyolojisinde vücutta salgılanan hemen hemen tüm hormon ve maddeler suçlanmaktadır. Ancak kanıtlanmış bir neden bulunamamıştır.


Kimlerde görülür
PMS tüm dünyada bütün kültürlerde rastlanılan bir durumdur.Yapılan bir çalışmada kadınların %88'inde değişik düzeylerde PMS bulgularına rastlanmıştır. Yaş arttıkça şikayetlerin şiddeti azalmakta ancak çocuk sayısı ile birlikte şiddet artmaktadır.Annesinde PMS olan kadınlarda da şikayetlere daha sık rastlanmaktadır. PMS bazı hastalıkların da şiddetini arttırabilir. Örneğin migreni olankadınlarda atakların büyük bir kısmı adet öncesi döneme rastlamaktadır. Yine şeker hastalarında kan şekeri düzeyleri ve insülin ihtiyacı adet öncesi dönemde değişiklikler gösterir. Astım atakları daha sık görülür ve pekçokkronik hastalık alevlenmeler gösterir. Bu dönemde kişinin çevresi ile olan uyumu bozulur işte veya evde ilişkide bulunduğu kişiler ve çocukları ile arası bozulabilir. Ergenlik dönemindeki genç kızlarda intihara olan eğilim artabilir. Yeme bozukluklarına rastlanabilir.


Tanı
PMS tanısı pozitif bulgulara dayanmaz. Tanı için en güvenilir yol 2-3 ay süre ile şikayetleri kaydetmek ve şiddetlerini skorlamaktır. Şikayetler fiziksel ve ruhsalolarak ayrılmalı ve ne zaman başlayıp ne zaman bittiği düzenli şekil de kaydedilmelidir.


Tedavi
PMS nedeni tam olarak bilinmediği için tedavisi de kesin değildir. Bu konuda çok değişik tedavi yaklaşımları mevcuttur.
Diet: Azar azar ve sık sık yemek yemenin şikayetleri azalttığı yönünde raporlar vardır.Adet öncesi dönemde taze meyve ve sebze tüketilmesi, kırmızı et ve donmuş yağlardan uzak durulması, içinde katkımaddesiiçeren besinlerin tüketilmemesi bazen yararlı olabilmektedir. Aynı şekilde kafein ve alkol tüketiminin azaltılması da faydalı olabilmektedir.
Egzersiz: yapılan bir çalışmada egzersiz yapmayan kadınlarda PMS'ye daha sık rastlandığı bulunmuştur. Hergün yapılan 30 dakikalık bir yürüyüş yararlı olabilir.
Kalsiyum ve Magnezyum: Günlük 1200 mg kalsiyum alımının 3 ay sonunda şikayetleri yarı yarıya azalttığını bildiren bir çalışma vardır. Bazı kadınlarda ise magnezyum desteğinden fayda sağlanmışıtr.Ancak bu konuda kesin bulgular henüz yoktur.
Vitaminler: A, E ve B6 vitaminlerinin PMS'ye neden olduğu ileri sürülmüş olsa da kesin olarak kanıtlanmış bir bulgu yoktur.
Diğer tedavi seçenekleri arasında seratonin metabolizması ile ilgili ilaçlar, hormon ilaçları, antidepresan ve anksiyete gibi psikiyatrik ilaçlar, idrar söktürücüler, erkeklik hormonları sayılabilir ancak bunlardan hiçbirinin kesinleşmiş faydası yoktur.
Diğer nadir tedavi yaklaşımları arasında ise psikoterapi ve akupunktur bulunur.
"Bu yazı Dr. Alper Mumcu'dan (www.mumcu.com) alınmıştır"

PARAZİTLER: GENİŞ BİLGİ
İNTESTİNAL PARAZİTOZLAR

Tanım ve Klinik Bulgular :Helmint yumurtalarının yutulması ya da larvalarının cildi delerek organizmaya girmesi sonucunda ortaya çıkan paraziter infeksiyonlardır.

1. Plathelmintler (Yassı Solucanlar):
a) Sestodlar: Taenia'lar, Hymenolepis, Echinococcus.
b) Trematodlar: Fasciola, Schistosoma.

2. Nemathelmintler (Yuvarlak Solucan): Ascaris, Enterobius, Ancylostoma

Taenia : T.saginata, erişkin formu insanda bulunan, baş (skoleks) ile jejunuma tutunarak halkaları (proglottid) ile 10 m. uzunluğa kadar erişen ve insanların sindirdikleri besinlerle beslenen şeritsi bir parazittir. İnsan dışkısı ile dış ortama atılan yumurtaları ara konakçı olan sığırları bulaştırır ve sığırda larva infeksiyonlarına yol açar. İyi pişirilmemiş sığır etlerindeki larvaların yutulması ile insanna bulaşır. Temel yakınma dışkıda parazit halkalarının görülmesi ve daha nadir olarak da açlık karın ağrısıdır. Yumurtaları insanlar için bulaştırıcı değildir. Benzer bir parazit olan Taenia solium’un ise ara konakçısı domuzdur ve yumurtaları insanlar için bulaştırıcıdır.

Diphrobothrium latum : Çiğ balık yenmesi ile insanlara bulaşır, incebarsaklara tutunarak 20-25 m. uzunluğa erişir. Çoğu olgu asemptomatikse de %2 olasılıkla B12 vtamini yetmezliği sonucu megaloblastik anemiye neden olabilir.

Hymenolepis nana : Küçük (2-4 cm) bir fare ve insan parazitidir. Diğerlerinin aksine ara konakçı gerektirmeden hastalıklı insan dışkısın tarafından kontamine edilmiş besinlerdeki yumurtaların yutulması ile bulaşır. Bu nedenle aile içi bulaş söz konusudur. Halkalar barsakta parçalandığından dışkıda sadece yumurtası görülebilir. Çocuklarda daha sıktır. Karın ağrısı, enterit, anemi, asteni, sinir sistemi belirtileri ve konvülsiyonlara kadar varabilen semptom zenginliği vardır.

Fasciola hepatica : Koyunların yapraksı parazitidir. İnsanlara iyi yıkanmamış çiğ sebzelerle bulaşır, safra yollarına yerleşerek portal siroza neden olur.
Schistosoma: Kontamine sularda yaşayan serkaryaların cildi delmesi ile dolaşıma geçer, türe göre mesane (S. haematobium, S. japonicum), kolon (S. mansoni, S. japonicum) veya nadiren diğer visseral organlar ve medulla spinalis (S. mansoni) venalarına yerleşerek kronik irritasyon nedenli organ patolojilerine (kronik sistit, mesane kanseri, kronik ishal, karaciğer fibrozu, portal hipertansiyon) ve allerjik reaksiyonlara yol açar.

Ascaris lumbricoides : Dış ortama atılan infekte insan dışkısındaki yumurtalar burada erginleşir ve yumurtaların insan tarafından yutulması ile bulaşır. Erişkinleri 20-25 cm. uzunluğunda bulunan yuvarlak, solucansı bir parazittir. Organizmadaki larva döngüsü sırasında geçtiği akciğerlerde allerjik pnömoni (Löeffler pnömonisi), barsakta serbest olarak yaşayan erişkin formu ise tıkanma ikteri, ileus ve malnutrisyon tablolarına yol açar.

Enterobius vermicularis : Evrimi sadece insan ile sınırlı olan, insandan insana yumurtaların aktarılması ile bulaşan küçük bir nematoddur. Yutulan yumurtadan incebarsaklarda çıkan larva kolon mukozasına tutunarak yaşar. Dişilerin anüsteki yumurtlama döneminde gelişen irritasyonuna bağlı olarak anal kaşıntı ve sekonder infeksiyonlara neden olur.

Ancylostoma duodenale, Necator americanus : Kancalı kurtlar olarak anılırlar. Kumlardaki hareketli larvanın çıplak ayaktan cildi delmesi ile insanlara bulaşır. Dolaşım yolu ile akciğere, oradan da özofagus yolu ile oral kavite ve özofagusa gelen larva yutulur, erişkin hale gelip incebarsaklara tutunur. Barsak kanamalarına neden olduğu için süregen kan kaybına bağlı demir eksikliği anemisi gelişir (pika anamnezi). Kanama bazen ciddi boyutlara ulaşabilir. Ayrıca; evrimi sırasındaki seyahatlerine bağlı olarak cilt, akciğer, gastrointestinal (bulantı, kusma, ishal) görülebilir.

Trichuris trichiura : Yumurtasının yutulması ile bulaşır, kolona tutunarak yaşar. Allerjik reaksiyonlar, karın ağrısı, distansiyon, kanlı ishal, kilo kaybı, mental değişiklikler, ileus, anal prolapsus ve apendisit tabloları ile kendini gösterir.

Strongyloides stercoralis : Kancalı kurtlarla aynı evrimi gösterse de önemli bir farkı, yumurtalarının barsaktayken açılması sonucunda immünitesi normal bireylerde peptik ülser benzeri yakınmalara neden olurken immünite problemi olanlarda çoğul otoinokülasyonlar sonucu karaciğer, kalp, beyin gibi birçok organı içeren belirtiler ile seyreden ve mortalitesi yüksek hiperinfeksiyon tablolarına yol açar. Bu hastaların salgıları da larva içerdiği için bulaştırıcıdır.

Tanı Metodları : İntestinal parazitlerin büyük çoğunluğunun tanısı dışkı incelemesi ile konur. Bu amaçla yüzdürme ve çöktürme yöntemleri kullanılmaktadır. Daha ağır olan Schistasoma ve Ascaris yumurtalarını için en uygun yöntem çöktürme yöntemidir (Formol-Etil asetat) E.vermicularis yumurtaları için, dişi oksiyür gece saatlerinde rektum-anüs bölgesine yumurtladığından, sabah uygulanan Selofan-Bant Yöntemi en iyi sonuç verir. Şistozomyaz, fasyolyaz, askariyaz, kancalı kurt, trişuryaz ve strongyloides infeksiyonları gibi doku irritasyonu yapan parazitozlarda eozinofili önemli bir bulgudur.

Tedavi : Sestod infeksiyonlarının tedavisinde niklozamid veya pirazikuantel, nematod infeksiyonlarında ise mebendazol, albendazol gibi preparatların kullanımı gereklidir. Trematod infeksiyonlarının tedavisinde pirazikuantel denenmekle birlikte tedavide kesin başarı sağlanamamıştır.



KİST HİDATİK

Tanım ve Klinik Bilgiler :Echinococcus granulosus, Echinococcus multilocularis ve Echinococcus vogeli’nin oluşturduğu; sıklıkla karaciğer ve akciğerde yerleşim gösteren paraziter zoonotik bir hastalıktır (1).

Hastalığın başlarında kistin küçük olduğu dönemlerde uzun yıllar boyunca asemptomatik seyredebilir. Fakat kist büyüdükçe; bulunduğu bölgeye ve oluşturduğu basıya göre belirtiler ortaya çıkar. Karaciğer yerleşiminde sağ hipokondrium ağrısı, bulantı, kusma ve ikter gibi belirti ve bulgular görülür. Akciğer tutulumunda; solunum sıkıntısı, öksürük, hemoptizi, göğüs ağrısı görülür (1,2).

Diğer organ ve sistem tutulumlarında da bu bölgelere ait tablolar ortaya çıkar. Örneğin kafa içi tutulumlarda; baş ağrısı, kafa içi basınç artışı, kusma, şuur kayıpları görülebilir. Myokard tutulumunda ritm bozuklukları, iskemi bulguları, myokard nekrozu hatta rüptürü gelişebilir. Kemik tutulumlarında spontan kırıklara neden olabilir.

Kistin rüptüre olması durumunda allerjik reaksiyonlar ortaya çıkar. Akciğerdeki kistin rüptüre olmasıyla ağızdan kist sıvısı gelir, boğulmalara neden olabilir.

Tanı Metodları :
Tanı; klinik bulgular, radyoloji, etkenin görülmesi ve serolojik yöntemlerle konur.

Etkenin Görülmesi : Kist sıvısı bronşlara, idrara, safra yollarına veya bağırsağa boşalırsa bu mataryellerde etkene ait yapılar görülebilir.

Serolojik yöntemler : Ekinokoklara karşı serumda oluşan antikorlara bakılır. Klinik ve radyolojik bulgularla kist hidatik şüphesi oluşan hastalarda serolojik yöntemlere sıklıkla başvurulur. Serolojinin sensitivitesi; karaciğer tutulumunda %80-100, akciğer tutulumunda %50-56, diğer organ tutulumlarında %25-56 dır (3). Serolojik yöntemler olarak indirek hemaglütinasyon, lateks aglütinasyonu, indirek floresan antikor testi ve enzim immuno assay kullanılabilir.

Tedavi :
Ulaşılabilecek bölgelerdeki kistler için ilk tercih edilecek tedavi cerrahi müdahale veya perkütan drenajdır. Ulaşılamayan bölgelerdeki kistlerde, çoklu organ tutulumlarında veya cerrahi esnasında oluşabilecek rüptür ihtimaline karşı 28 gün boyunca; “albendazol 10mg/kg/gün” veya “mebendazol 50mg/kg/gün” kullanılabilir.








0 yorum

Yorum Gönder