Welcome to My Website

İzleyiciler

Saglik Haberleri 32:11

Gönderen cprnc 3 Şubat 2010 Çarşamba

Allerji tüm yönleriyle

Allerji nedir?
Çevremizde yaygın olarak bulunan allerjenlere bazı kişiler diğerlerinden daha fazla duyarlı olup (atopik kişiler) onlara karşı allerjik olmayan normal kişilerden (atopik olmayan) çok daha abartılı bir reaksiyon verirler. Bu duruma allerji denilmektedir.

Allerjik tabiatta olmak bir hastalık mıdır?
Hayır. Toplumda yaşayan bireylerin yaklaşık %30’u allerjik tabiattadır. Bu kişiler duyarlı oldukları bazı allerjenlere karşı özel E tipi antikorlar aracılığıyla abartılı bir reaksiyon oluşturabilme yeteneğindedirler. Bu tip antikorlara bağlı olarak bazen değişik allerjik hastalıklar ortaya çıkabilir. Ancak tek başına allerjik bünyeye sahip olmak, yani atopik olmak bir hastalık olmayıp allerjik hastalıklara bir çeşit aday olma, yatkın olma durumudur.

Allerjik bünyeye sahip olmak neye bağlıdır?
Bu tamamen ailesel geçişli (irsi) bir durumdur.

Genetik geçiş dışında çevresel faktörlerin bir etkisi yok mudur?
Atopik olma veya olmama durumu tamamen genetik olarak belirlenmektedir. Ancak atopik kişilerde allerjik hastalıkların gelişip gelişmemesi çevresel allerjenlerle karşılaşma yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir. Daha dünyaya gelmeden gebelik döneminde veya hayatın erken döneminde, emzirme periyodunda annenin sigara içmesi, allerjik gıdaları tüketmesi, ortamın allerjen yoğunluğunun fazla olması gibi faktörler atopik kişilerde allerjik hastalıkların görülme sıklığını artırır.

Allerjik hastalıklar psikolojik nedenlerle görülebilir mi?
Allerjik hastalıklar psikolojik veya psikosomatik hastalıklardan farklıdır. Ancak allerjik hastalıkların gelişiminde, yakınmaların ortaya çıkmasında ve hastalığın kontrolünde psikolojik durumun da katkısı olabilir. Ayrıca psikolojik hastalıklarla ayrımı gerekebilir.

Allerjik hastalıklar nelerdir?
Astım, allerjik burun nezlesi ve sinüzit, allerjik göz nezlesi, burun polipleri, allerjik orta kulak iltihabı, ürtiker ve egzema gibi allerjik deri hastalıkları, gıdalara bağlı allerjik reaksiyonlar, çeşitli ilaç ve kimyasallar ile arı ve böcek sokmalarına bağlı allerjik reaksiyonlar allerjik hastalıkların arasında öncelikli olarak sayılması gerekenlerdir.

Allerjik bünyeli bir kişide bu hastalıkların hepsi de bulunur mu?
Vücudun allerjenlere olan reaksiyonu belirli organlara özel dağılım gösterir. Bazı kişilerde bu sayılan hastalıkların bir kaçı beraber bulunabilirse de bu şart değildir.

Allerji teşhisi nasıl konur?
Allerjik hastalıklarla uyumlu yakınmaları olan kişilerde ailede benzer hastalığı olanların varlığı, şikayetlerin süreğen ve tekrarlayıcı olması, mevsimlere göre değişmesi, diğer allerjik hastalıkların eşlik etmesi gibi hastanın öyküsünde tipik özellikler allerjik bir hastalığı telkin eder. Kanda özel E tipi antikorların araştırılması, allerjik cilt testleri ve hastalığın tipine göre değişen diğer tetkiklerle kesin teşhis konulabilir.

Teşhis için can yakıcı, zor tetkikler, endoskopik işlemler ve biyopsiler gerekli midir?
Hayır. Allerjik hastalıkların tanısında genellikle bu tür invaziv işlemlere gerek duyulmaz.

Yöremizde bu tür hastalıkların teşhis ve takibi mümkün müdür?
Tabii. Fakültemizde allerjik hastalıkların teşhis, takip ve tedavisi için gerekli olan her türlü laboratuvar inceleme yapılabilmektedir. Uzak yerlere gidip gelmeğe gerek yoktur.

Erken teşhisin önemi var mı?
Kuşkusuz. Hem hastanın yaşamının normale döndürülmesi, hastalıktan dolayı kayıplarının giderilmesi; hem de tehlikeli krizlerin ve aynı zamanda hastalığın ilerlemesinin önlenmesi için erken tanı konarak tedaviye başlanması çok yerinde olur.

Allerjik hastalıkların belirtileri nelerdir?
Hastalığın tipine, ağırlığına ve hastanın yaşına, cinsiyetine göre belirtiler değişir. Allerjik sinüzit, burun ve göz nezlesinde: Yılın belirli aylarında veya tüm yıl boyunca devam eden hapşırma, burunda kaşıntı, burun akıntısı, burun tıkanıklığı vardır. Geniz akıntısı, boğazda gıcıklanma, gözlerde yaşarma, kızarıklık ve kaşıntı, kulakta dolgunluk hışırtı, kaşıntı, baş ve kulak ağrısı, koku alma bozukluğu tat almama, sesin değişmesi olabilmektedir. Anjiyonörotik ödem ve anafilakside: Tablonun ağırlığına bağlı olarak değişen derecelerde yüzde, dudakta, dilde, boğazda aniden şişme, tıkanma, ciltte solukluk, kızarıklık, kaşıntı ve kabarıklıklar, döküntüler, nefes darlığı, hırıltılı solunum, tansiyon düşmesi, ateş, terleme, çarpıntı, kalpte ritim bozukluğu, morarma, kusma, karın ağrısı, ishal, havale geçirme, solunum durması ve ölüm olabilir. Astımda: Nefes darlığı, öksürük, hırıltılı solunum, göğüste tıkanıklık olabilir. Bu yakınmaların aniden ve krizler şeklinde ortaya çıkması bir müddet sonra kendiliğinden veya tedaviyle düzelmesi, tekrarlaması, gece uykudan uyandıracak şekilde olması çok tipiktir. Cilt Allerjilerinde: Ciltte kaşıntı, kurdeşen denilen kabarıklıklar, kırmızı renkli döküntüler, sulanma, kabuklanma, deride kalınlaşma ve deride renk değişikliği görülebilir. Mide barsak kanalı allerjilerinde: Bulantı, kusma, ishal, karın ağrısı, iştahsızlık, kilo kaybı, gelişme geriliği, kansızlığa bağlı halsizlik, solukluk, göz kapakları ve bacaklarda şişlikler gibi yakınmalar olabilir.

Bu şikayetler allerjik hastalıklar dışında başka nedenlerle oluşamaz mı?
Evet oluşabilir. Bunların hiçbirisi allerjik hastalıklara özgü değildir. Yakınmaların süreğen ve tekrarlayıcı vasıfta olması, mevsimlerle ilişki göstermesi, ailede benzer yakınmaları olan başka kişilerin olması veya altta açıklanan allerjenlerden birisiyle temas sonrası bu yakınmaların ortaya çıkması allerjik bir hastalığın varlığını gösteren işaretlerdir.

Allerjik hastalıklar tehlikeli midir?
Sık görülmeleri, süreklilik göstermeleri, kişinin performansını yakından etkileyerek normal yaşamını kısıtlamaları, iş gücü kaybı ve okul devamsızlığına yol açmaları ve anafilaksi, anjiyonörotik ödem gibi bazen ölümcül olabilen formlarının da bulunması nedeniyle allerjik hastalıklar çok önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır.

Allerjik hastalarda kriz olur mu?
Evet. Allerjik hastalıkların bazılarında aniden kriz şeklinde ağır bir tablo gelişebilir. Üstelik bu durum tekrarlayıcıdır. Astımda, penisilin allerjisinde, arı-böcek sokmasında, anjiyonörotik ödemde tehlikeli, ölümcül krizler olabilir.

Anafilaksi nedir?
Allerjiye bağlı olarak ani ortaya çıkan ve acilen tedavi edilmezse ölümcül olan sistemik, tehlikeli bir hastalıktır. Arı sokması, penisin gibi bir ilacın damardan verilmesi gibi allerjenlerle temas sonrası olay dakikalar içinde başlar. Tablonun ağırlığına bağlı olarak değişen derecelerde yüzde, dudakta, dilde, boğazda aniden şişme, tıkanma, ciltte solukluk, kızarıklık, kaşıntı ve kabarıklıklar, döküntüler, nefes darlığı, hırıltılı solunum, tansiyon düşmesi, ateş, terleme, çarpıntı, kalpte ritim bozukluğu, morarma, kusma, karın ağrısı, ishal, havale geçirme, solunum durması ve ölüm olabilir.

Böyle bir durumda ne yapılmalıdır?
Maalesef bu durumda hasta ve yakınlarının yapacağı fazla bir şey yoktur. Ancak gerekli ilaçların bulunduğu bir ortamda bir hekim bu duruma müdahale edebilir. Hasta derhal sağlık kuruluşuna götürülmelidir. Allerjik bünyesi olduğu bilinen kişilerin hastane dışında enjeksiyon yaptırmaması, ilaçlı filim vb tetkikler yapılırken durumunu belirtmesi, kendisine dokunan besin ve ilaçları kullanmaması, arı sokmaması için tedbirler alınması gerekmektedir.

İlaç allerjisi hakkında bilgi verir misiniz?
Bir çok ilacın tedavi edici etkisi yanında istenmeyen bazı etkileri de vardır. Bu yan etkilerden bazıları ise allerjik reaksiyonlara bağlıdır. Kullanılan ilaca; kullanan kişinin yaşına, cinsiyetine, genetik özelliklerine ve diğer hastalıklarına; daha önce aynı ilacın kullanılıp kullanılmadığına; ilacın veriliş yoluna bağlı olarak bu tür reaksiyonların görülme olasılığı değişmektedir. Hemen her ilaç allerjiye neden olabilirse de bazı ilaçların kullanımı sırasında buna daha sık rastlanmaktadır. İlaca bağlı allerjik olaylar ciltte görülen kurdeşen, egzamadan kan hücrelerinin sayı ve fonksiyon bozukluklarına, anafilaksi, ateş, serum hastalığı gibi sistemik tablolardan ani nefes darlığı, sarılık, zatürree göğüste, karında su toplanması gibi belirli organ lokalizasyonu gösteren patolojilere kadar çok farklı görünümlere sahiptir. İlaç alımıyla olayların başlaması arasında geçen süre bir kaç dakikadan bir iki haftaya kadar değişmektedir. Bir ilaç kullanırken ortaya çıkan yeni bir sağlık sorunu ilaçla ilişkili veya ilişkisiz olduğuna karar verilemese bile o ilacı reçete eden hekime bildirilmelidir. Eğer hasta herhangi bir ilaca karşı geçirilmiş bir allerji öyküsüne sahipse başka ilaçları kullanması gerektiğinde de bunu hekimine bildirmelidir. Çünkü bazı ilaçlar arasında çapraz reaksiyonlar olabilmektedir. Penisilin allerjisi, çeşitli röntgen filimlerinin çekilmesi sırasında kullanılan boyar maddelere karşı ortaya çıkan reaksiyonlar ve astımlılarda aspirine karşı duyarlılık ilaç allerjileri arasında özellikle belirtilmesi gereken durumlardır.

Çocuklara uygulanan aşılar allerji yapar mı?
Aşıların hazırlanması sırasında yumurta proteinleri ve bazı jel maddeler aşıya karışmaktadır. Bunlara bağlı allerji görülebilir. Yumurta yediğinde anafilaksi tipinde şiddetli allerjik reaksyonu olan kişilere yumurta kaynaklı bu aşılar yapılmamalıdır. Ancak, yumurta yiyince deri döküntüsü gibi hafif allerjik reaksiyonu olanlar aşıdan alı konmamalıdır. Karar verilemediği durumlarda deri testleri yapılabilir.

Gıdalara bağlı allerjik rahatsızlıklardan biraz bahseder misiniz?
Toplumda yaşayan kişilerin %15-20 'si bazı gıdalara karşı allerjisi olduğunu söylerken yapılan araştırmalarda bu oranın %1-2 'den fazla olmadığı gösterilmiştir. Besin allerjilerine çocuklarda daha sık rastlanır. Yaş ilerledikçe bu durum çoğunlukla ortadan kalkmaktadır. Gıdalar allerjik olaylar dışında da besin zehirlenmeleri, besin entoleransı gibi önemli sorunlara yol açabilirler ve bunların allerjik olaylardan ayrımı zor olabilir. En sıklıkla allerjiye yol açan besinler inek sütü, tavuk yumurtası, soya fasülyesi, ceviz, fındık, balık ile buğday ve diğer tahıllardır. Allerjiye neden olan besinin alınmasından sonraki dakikalar veya saatler içerisinde allerjinin yerleştiği lokalizasyona bağlı olarak değişik şikayetler görülmeğe başlar. Dudaklarda, dilde, boğazda şişme, yanma, kaşıntı, yüzde kızarıklık seste kabalık görülebilir. Kramp şeklinde karın ağrıları, bulantı, kusma ve ishal görülebilir. Bebeklerde gelişme geriliği dikkati çeker. Hapşırma burunda kaşıntı, akıntı, tıkanıklık, göz yaşarması, gözlerde kaşıntı olabilir. Astım tablosu gelişebilir. Bunların besinlere bağlı olup olmadığı ve hangisine bağlı olduğu testlerle anlaşıldıktan sonra o besin hastanın diyetinden çıkarılır. Bir süre bu gıdayı almayan kişide zamanla duyarlılık kaybolabilmektedir.

Gıda katkı maddeleri zararlı mıdır?
Modern yaşamın getirdiği zorunluluklar eskiden evlerde doğal ve taze olarak hazırlanan gıdaların yerini fabrikasyon olarak hazırlanan ve uzun süre marketlerde bozulmadan saklanması gereken gıdaların almasına neden olmuştur. Gıdalara hazırlanması sırasında renklendirici, koku verici ve bozulmalarını önleyici bazı kimyasal maddeler ilave edilmektedir. Doğal beslenmede yeri olmayan bu kimyasallar hem astımlı, allerjik nezleli bazı kişilerde sorunlara yol açmakta hem de allerji dışında kalp-damar hastalıklarına ve kanserlere neden olabilmektedirler.

Lateks allerjisi ne demektir?
Lateks %99 oranında Brezilyada yetişen tropikal kauçuk ağacının özsuyundan üretilir. Kauçuk içeren ürünler allerjik reaksiyonlara neden olabilmektedir. Bilhassa hekimlerin bizar olduğu bu durumda cerrahide kullanılan lateksten mamül eldivenler, bu eldivenlerin giyilip çıkarılması sırasında ortama yayılan toz, elastik yapışkan bantlar, çeşitli sonda ve kateterler, lastik ayakkabılar, plastik halı arkaları, spor malzemeleri, yolda aşınan oto lâstiklerinden ortama dağılan kısımlar ya cilt ile temas veya solunum yoluyla vücuda girmekte ve takiben kurdeşen, burun nezlesi, göz nezlesi, nefes darlığı, dilde boğazda şişme gibi değişik reaksiyonlar ortaya çıkmaktadır.

Temas egzaması ne demektir?
Cildin herhangi bir madde ile genellikle uzun süreli ve tekrarlayan temasları sonrası ciltte allerjik tabiatlı bir hastalığın gelişmesidir. Buna neden olan maddeler arasında öncelikle sabun ve deterjanlar, lastik eldivenler, kemer, kolye vb aksesuarlar, gömlek, kaşkol gibi giysiler sayılabilir. Temas edilen cilt alanında kızarıklık, kabarıklıklar, kalınlaşma, çatlaklar, soyulma, kaşıntı, sulanma ve kabuklanmalar görülebilir.

Böcek ve arı allerjileri hakkında bilgi verir misiniz?
Hamam böcekleri, kalorifer böcekleri, tahtakurusu, sivrisinek, at sineği ve pire gibi haşerelerin ısırmasıyla, tükrük ve dışkılarının solunum veya cilt yoluyla vücuda girmesine, yabani veya bal arılarının sokmaları sırasında zerk ettiği zehirlerine karşı bazı kişilerde allerjik reaksiyonlar gelişebilmektedir. Böcek allerjenleri allerjik burun nezlesi ve astıma neden olabilmekte; arı sokmalarını takiben ise 10-15 dakika içinde sokma yerinde sınırlı veya tüm vücutta hafif veya ağır bir reaksiyon gelişebilmektedir. Bu olay tehlikeli olabilir. Arıya karşı allerjisi olanların yanlarında arı soktuğu taktirde acil müdahale için iğne, sprey, hap türü ilaçları devamlı taşımaları ve bunları kendi kendilerine kullanmayı öğrenmeleri gereklidir. Özel aşı ile tedavi de etkili olmaktadır.

Allerji yapan maddeler (allerjenler) nelerdir? Allerjenler nerede bulunur?
Ev tozu, küf mantarları, kedi, köpek, kuş tüyleri, çeşitli ağaç, ot ve çayır polenleri, böcek ve haşereler, bazı parazitler, bazı gıdalar, penisilin gibi bazı ilaçlar, güneş, rüzgar, soğuk, kirli hava ile çeşitli kimyasal maddeler gibi çok fazla sayıda madde allerjenik özellik taşır. Havada, kullandığımız gıda, ilaç ve giyim eşyalarımızda, çevremizdeki eşyada çok sayıda allerjen bulunmaktadır.

Ülkemiz ve yöremizde allerjenlerin durumu
Yapılan çalışmalarda Ülkemizin 9 000’i aşkın doğal bitki türünden oluşan zengin bir florası vardır. İklim ve coğrafi değişkenlere bağlı olarak bölgelerimize göre bitki örtüsü farklıdır. Karadeniz ve Marmara bölgesinde Avrupa ve Sibirya florası, Batı ve Güney Anadolu'da Akdeniz florası, İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da ise İran-Turan florası özellikleri hakimdir. Karadeniz Bölgemizde ılıman iklim, yüksek nem ve zengin bitki örtüsü havayla taşınan aeroallerjenler için son derece elverişli koşullar sağlamaktadır.

Allerjenlere karşı reaksiyon ne zaman ortaya çıkar?
Çevremizde çok sayıda bulunan allerjenler solunum yolu, sindirim kanalı, cilt ve mukozalar ile enjeksiyonlar sırasında damar yoluyla vücuda girebilir ve sadece hassas kişilerde duyarlılaşma periyodunu takiben önemli sorunlara yol açar.

Allerjinin mevsimlerle ilgisi var mıdır?
Evet. Bazı allerjenlerin yoğunluğu belirli mevsimlerde artmaktadır. Diğer bazıları ise her mevsimde sabit olarak bulunurlar. Polenler mevsimsel allerjinin en sık rastlanan nedenleridir. Ancak iklime bağlı olarak hava sıcaklığının ve nispî nem oranının değişmesine paralel ev tozu akarları, küf mantarları gibi diğer havayla taşınan allerjenlerin yoğunluğu da değişmektedir. Nisan-Mayıs, atmosfer havasında polen yükünün en fazla arttığı aylardır. Bu mevsimde allerjik yapılı kişilerde astım, saman nezlesi, göz nezlesi gibi allerjik hastalıklara bağlı yakınmalar ortaya çıkabilir veya artar.

Bahar nezlesi, mevsimsel astım ne anlama gelir?
Bazı allerjik kişilerde yılın diğer zamanlarında hiçbir önemli sorun yaşanmazken sadece belirli bir iki ayda her yıl tekrarlayan yakınmalar görülebilir. Bunlar çoğu zaman polene bağlı yakınmalardır. Kişilere göre değişmekle birlikte en sık bahar veya güz aylarında rastlanır.

Allerji ile meslek arasında bir ilişki var mıdır?
Evet. Allerjik hastalık bazen bir meslek hastalığı şeklindedir. İşyeri ortamında bulunan bir allerjenle temasa bağlı olarak ortaya çıkar. Yakınmaların işe girdikten sonra başlaması, işyerinden uzakta olunduğu zamanlarda (tatil ve seyahatlerde) gerilemesi, aynı işyerinde birden çok kişide benzer yakınmaların görülmesi meslek hastalığını düşündürmelidir.

Hangi mesleklerde allerjik hastalıklar daha sık görülür?
Çiftçiler, hayvancılıkla uğraşanlar (sığır, kuş, kümes hayvanı besleyenler, veterinerler, deri, yün işinde çalışanlar ..), biyolojik ajanlarla çalışanlar (laborantlar, besin, deterjan sanayiinde çalışanlar, kimyagerler ..), tozlu işlerde çalışanlar (keresteciler, marangozlar, fırıncılar, değirmenciler ..), kimyasallar ile teması olanlar (boyacılar, kimyagerler, plastik endüstrisi işçileri ..), lastik eldiven kullananlar (sağlık personeli, temizlik işinde çalışanlar ..) ve daha bir çok iş kolunda allerjik hastalıklara sık rastlanmaktadır.

Teknoloji ile allerji arasında bir ilişki var mıdır?
Allerjik hastalıkların sıklığı teknolojinin gelişimine paralel olarak artmaktadır. Kişilerin kapalı ve dar alanlarda topluca yaşamaları, açık sahada çalışmaktan büroda çalışmaya dönüş, halı döşemeler, ev içinde kedi, köpek, kuş vb hayvanların beslenmesindeki artış, sigara alışkanlığının yayılması, katkı maddesi içeren hazır gıdaların tüketilmesi, yaşamımıza giren ilaç ve kimyasal maddelerin giderek fazlalaşması, hava kirliği gibi nedenlerle allerjik hastalıklar endüstrileşmiş yörelerde ve kırsal kesime göre kentlerde daha sık görülmektedir.

Allerji tedavi edilebilir mi?
Tedavi ile allerjik bünye değiştirilemez. Ancak, allerjik hastalıklar kontrol altına alınabilir ve hastanın yakınmaları giderilip, normal yaşamına dönmesi sağlanabilir. Hastalığa bağlı olarak yaşanımı kısıtlanması önlenebilir.

Allerjik hastalıklardan tam şifa mümkün değil midir?
Mümkündür. Bazen bir süre devam eden hastalık tablosu tedavi ile veya spontan olarak tamamen ve bir daha geri dönmemek üzere düzelebilir. Ancak yakınmalar çoğu kez devam etme ve tekrarlama eğilimindedir.

Allerjik hastalıkların tedavisi nasıldır?
Tedavi kişiye göre değişir. Öncelikle allerjiye neden olan madde veya maddeler belirlenmeli, hastalığın tipi, ağırlığı, komplikasyonları saptanıp uygun tedavi şekli kararlaştırılıp başlanmalı, hasta yakın izlemede tutulup alınan cevaba göre tedavi değiştirilmelidir. Öncelikle korunma esastır.

Komşumun ilaçlarını kullanabilir miyim?
Bunu asla yapmayın. Hastalık aynı olsa bile hiçbir hastanın tedavisi diğerinin aynısı değildir. Tedavi edilmesi gereken hastalık değil, hastadır. Ve her hasta başka bir kişidir.

Allerjenlerden nasıl korunabiliriz?
Allerjiye neden olan madde her kişide aynı değildir. Kişilerin duyarlı olduğu allerjen ayrı ayrıdır. Öykü ve testlerle spesifik allerjen saptandığında hasta mümkünse bundan uzak tutulmalıdır. Örneğin bu bir ilaç ise bu ilacı kullanmamalıdır. Gıda ise bu gıdayı almamalıdır. İşyeriyle ilgili bir madde ise iş değişikliği gerekebilir ya da iş yerindeki allerjen yoğunluğunu azaltacak önlemler yararlı olabilir. Ancak havada bulunan allerjenlerden kaçınmak oldukça güçtür. Polen allerjisinde kıra, ağaçlık, çiçeklik alana girmek veya rüzgarla polenlerin taşındığı alanda bulunmak yakınmaları başlatabilir. Ev tozundaki allerjenleri azaltacak önlemler yararlı olabilir. Evde dip bucak emiş gücü yüksek vakumlu cihazlarla sık sık tozların alınması, toz kaldırmayacak şekilde temizlik yapılması (yaş bezle toz alınması, çırpma, silkeleme şeklinde temizlik yapılmaması ..), haftada bir en az 60 derece sıcaklıkta su ile çarşaf, kılıf ve örtülerin yıkanması, halı döşemeler yerine vinlex vb türü suni döşemelerin kullanılması, allerjen barındırmayan çarşaf ve kılıfların kullanılması allerji hastalarında önerilen tedbirlerdir. Küf mantarlarının üremesinin önlenmesi, ev içi nemin azaltılması yararlı olabilir. Allerjenleri temizlediği söylenen cihaz veya deterjanların, hava filtrelerinin bilimsel olarak etkinliği kanıtlanmış değildir. Kedi, köpek, kuş gibi hayvanların ev içinde barındırılmaması, hamam böceği, kalorifer böceği gibi haşerelerle mücadele edilmesi gerekmektedir. Yün battaniye, yorgan, kazak, hırka yerine sentetik kumaş ve dokumaların kullanılması önerilmektedir. Sigara içilmemesi, pasif olarak sigara dumanına maruz kalmaktan sakınılması, ev içinde veya atmosferde hava kirliliğinin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması dikkat edilmesi gereken diğer hususlardır. Kimyasal katkılar içeren fabrikasyon gıdalardan uzak durulması, deterjan, boya ve çeşitli temizlik malzemelerinin kullanımında ortama yayılan keskin koku ve dumandan kaçınılması gerekmektedir. Ancak bu önerilerin uygulanması hiç de kolay değildir ve kişinin yaşamını çık sınırlayabilir.

Bu tedbirleri alınca allerjik hastalığım geçer mi?
Kuşkusuz bu önlemler çok işe yarar, hastalığınızın kontrolü kolaylaşır, şikayetleriniz azalır, tedavinizin etkinliği artar. Ancak bunları yapınca hastalık ortadan kalkacak diye bir garanti söz konusu değildir. Bu önlemleri almakla birlikte veya allerjenlerden kaçınılamıyor ise onların zararlı etkilerini önleyen veya düzelten ilaçlarla tedavi gerekebilir.

Allerji tedavisi ne kadar devam eder?
Tedavi çoğu kez devamlıdır. Ancak bu ömür boyu ilaç kullanılacak anlamına gelmez. İlaçlar kullanıldığı gibi, zaman zaman ilaçlar kesilip ilaçsız kontrol ve korunma önlemleri ile izlenebilir. Sorunlar ortaya çıktığında tekrar tedavi gerekebilir. Mevsimsel allerjilerde sadece sorunların yaşandığı aylarda bir kaç aylık tedavi yeterli olur.

Allerji tedavisinde hangi tür ilaçlar kullanılır?
Bu sorunun tek bir cevabı yoktur. Hastalığın yerleştiği organa, tipine, ağırlığına ve hastanın özelliğine göre farklı bir çok ilaç kullanılabilir. Bazen aynı hastada farklı zamanlarda değişik ilaçları kullanmak gerekebilir.

Allerji tedavisinde kullanılan ilaçların zararlı etkileri var mıdır?
Her ilacın istenmeyen bazı yan etkileri olabilir. Bir hastaya bir ilacı verirken kar-zarar hesabı yapılıp beklenen yarar daha ağırlıklı ise başlanır. Gereksiz yere hiçbir ilaç kullanılmamalıdır. Mümkün olan en düşük dozda ve en kısa sürede kesilecek şekilde ilaçlar kullanılmalıdır. Bunlara dikkat edilirse önemli bir sorun olmaz. Hekim kontrolü olmadan, kendi başına ilaç kullanmak, ve başlanan tedaviyi kontrolsüz sürdürmek doğru değildir ve yan etkilerin görülme riskini artırır.

Bu yan etkiler arasında en önemlileri nelerdir?
Allerji tedavisinde kullanılan ve antihistaminikler olarak adlandırılan bir grup ilacın bazıları uyku, dalgınlık, dikkat azalmasına neden olabilir. Buna bağlı olarak kişi araba veya makine kullanıyorsa kazalara neden olabilirler. Aktif çalışan kişilerde bu tür yan etkileri olan ilaçlar tercih edilmemeli veya kullanılması gerekiyorsa kişi önceden uyarılmalı, bu tür tehlikeli işlerden uzak tutulmalıdır. Yine bu tür ilaçlar bazen iştah artışına yol açıp kilo alımına sebebiyet verebilirler. Kortizon türü ilaçlar da allerji tedavisinde kullanılmaktadır. Bunlara bağlı olarak da önemli yan etkiler gelişebilir.

Aşı tedavisine dikkat!
Halk arasında aşı tedavisi olarak bilinen immünoterapi sanıldığı gibi allerjik hastalıkların tedavisinde temel tedavi biçimi değildir. Sadece böcek sokmaları ve bazen de allerjik nezlede etkili olabilen bir tedavi biçimidir. Çoğu astım hastası için bu tedavi biçimi doğru bir yaklaşım olarak kabul edilmez. Bir çok gelişmiş ülkede astım tedavisinde kullanılmamaktadır. Aynı zamanda, ölümcül olabilen riskler taşır. Üstelik etkinliği de ispatlanmış değildir. Etki mekanizması da bilinmez. Gerekli bir çok koşula uyan çok az sayıda hastaya asıl tedaviler uygulandıktan sonra, bütün riskler göz önüne alınarak, bu işin uzmanı olan kişi denetiminde ve acil durumda yaşama geri döndürmeye yönelik müdahalenin yapılabileceği her türlü donanım ve ekipmana sahip bir ünitede denenebilir. Fakat maalesef yanlış lanse edildiğinden ve suiistimale açık olduğundan gereğinden sık olarak uygulanmaktadır. Yıllarca bir ümit uğruna aşı olmaya devam eden hastalar vardır.

Allerjik bir anne ve/veya babanın çocuklarının allerjik olmaması için neler yapılabilir?
Anne veya babadan birisi allerjik ise çocukta allerjik hastalığa rastlanma olasılığı %40 dolaylarında iken hem anne hem de babanın allerjik olduğu durumda çocukta bu oran %70’e çıkmaktadır. Allerjik bünyeli ebeveynlerin almaları gereken tedbirler şunlardır: gebelikte ve doğumu takiben ev içinde sigara içilmemesi, gebelik ve emzirme döneminde anneye yumurta ve inek sütü gibi allerjenik gıdalardan arındırılmış bir diyet uygulanması, bebeğin mutlaka anne sütünü emmesi ve yukarıda korunma ile ilgili kısımda anlatılan tedbirlerin doğumdan itibaren dikkatlice uygulanıp çevresel allerjenlerle temasın azaltılması yararlı olacaktır.

Arı poleni, bıldırcın yumurtası, hatme çiçeği vb gibi doğal ilaçların tedavideki yeri nedir?
Bu ilaçların etkili olduklarını gösteren bilimsel çalışmalar maalesef yapılmamıştır. Bu nedenle bu konuda olumlu yada olumsuz bir şey söylemek mümkün değildir
ağız çene ve yüz deformiteleri
Ağız, Çene ve Yüz Cerrahisi ile doğuştan ya da sonradan oluşan bozukluklar başarıyla düzeltilebiliyor. Hem cerrahi tekniklerin hem de kullanılan cihazların gelişmesi ameliyatların güvenilirliğini de artırıyor.
Ağız-Çene ve Yüz Cerrahisi ya da uluslararası adı ile “Oral ve Maksillofasiyal Cerrahi” dişhekimliğinin son yıllarda en çok gelişme gösteren branşlarından biri olarak kabul ediliyor. Çene-yüz deformiteleri; çene eklemi ve yüz ağrıları; diş implantları; kaza ve tümörlere bağlı çene kayıplarının düzeltilmesi; çene kırıkları ve yaralanmaları; gömük dişler; spor güvenliği ve ağız kanserleri, çene cerrahisinin alanına giren konular arasında yer alıyor.

Çene ve yüzde oluşan şekil bozukluklarının doğuştan olabildiği gibi kazalara ya da hastalıklara bağlı olarak sonradan da ortaya çıkabildiğini belirtiliyor. Alt çene ile üst çenenin birbirine ve yüze göre uyumsuzluğunun hastalarda hem estetik hem de fonksiyonel rahatsızlıklara yol açtığına işaret ediliyor. Alt veya üst çenenin birbirine göre kısa ya da uzun olması, yüzün normalden çok uzun olması ya da kısa olması sık gördüğümüz problemler arasındadır. Ayrıca ön dişlerin kapanamamasına yol açan çene bozukluğu, alt çenenin çok belirsiz olduğu durumlar, üst çenenin çok sarkık olmasına bağlı olarak diş etlerinin gülerken çok fazla görünmesi, sadece çene ucunu ilgilendiren şekil bozuklukları da cerrahi tekniklerle düzeltilebiliyor.

Bu tip problemleri olan insanlar çiğneme ve konuşmada da sorunlar yaşıyorlar. Günümüzde gelişen teknoloji ile bu bozuklukların düzeltilmesinin kolay hale gelmektedir. Hem cerrahi tekniklerin hem de kullanılan cihazların son yıllardaki gelişimi bu ameliyatların başarısını ve güvenilirliğini artırmıştır.

En önemli gelişme, distraksiyon osteogenezisi denilen ve ortopedide sıklıkla bacak uzatmada kullanılan kemik uzatma tekniğinin çene cerrahisinde kullanılması. Bu yöntemle çocuklardaki doğumsal çene kısalıkları ve yüzün yetersiz gelişimi düzeltilebildiği gibi, tümör ve kaza sonucu büyük kemik kayıpları tedavi edilebiliyor. Yöntemin en önemli avantajları, kolay ve güvenli uygulanması ve vücudun başka bir yerinden kemik alınmasının gerekmemesi. Bu yöntemle ayrıca deri ve kaslarda kemikle birlikte uzayarak şekillenebilmekte. Kemik uzatma yöntemi ile büyük deformiteler düzeltilebildiği gibi, diş implantlarının uygulanmasına izin vermeyen çene kemiği erimeleri de tedavi edilebilmektedir. Zamanla azalan kemik miktarı diş protezlerinin uygulamasını güçleştirmektedir. Çene cerrahisi uygulamaları hem bu tip problemleri ortadan kaldıracak teknikler içermekte hem de implant uygulamaları ile dişsizlik problemini ortadan kaldırmaktadır.

İmlantlar

İmplantlar, diş hekimliğinin en güncel konularından birini oluşturuyor. Eksik dişlerin tamamlanması için titanyum yapay diş köklerinden oluşan implantlar küçük bir cerrahi girişimle çene kemiğine yerleştiriliyor.

Ortalama 3-6 ay sonra implantın etrafını yoğun ve sağlam bir kemik sararak sıkı bir şekilde çene kemiği içinde oturmasını sağlar. İmplantlara kron, köprü ve hareketli diş protezleri uygulanarak klasik tedavide karşılaşılan birçok problem ortadan kaldırılır. Örneğin tek diş eksikliğini gidermek için boşluğun her iki yanındaki sağlam dişlerin kesilmesi ile yapılan klasik köprü yöntemi yerine, bu boşluğun implantla doldurulmasıyla estetik ve sağlıklı sonuçlar ortaya çıkar.

Çene eklemi rahatsızlıkları

Çene eklemi nasıldır? Diğer eklemlere benzer mi?

Çene eklemi kafatası ile alt çene kemiğinin birlestiği yerde, kulağın hemen önünde yer alan küçük bir eklemdir. Alt çenenin hareket ve işlevlerini yapmasına izin verir. Diğer eklemlere yapı olarak benzese de çalışma biçimi olarak farklıdır ve vücutta kombine çalışarak aynı işi yapan iki eklemin olduğu başka bir bölge yoktur.

Kulağınızın etrafında bir ağrı var, ağzınızı da yeterince açamıyorsunuz..?

Çene eklemi rahatsızlıklarının değişik belirtileri vardır. Hastalar genellikle, kulak ağrısı, baş ağrısı ve ağızlarını yeterince açamadıklarından şikayetçidirler Bunun yanında ağız açıp kapama sırasında çıkan seslerden ve ağrıdan da şikayetçi olabilirler. Burada belirlenmesi gereken rahatsızlıgın nedenidir..

Çene eklemi rahatsızlıklarının nedenleri nelerdir?

Artrit çene eklemi rahatsızlığı sebeplerinden biridir. Bir yaralanmaya ya da gece diş sıkmaya bağlı olabilir. Diğer sık rastlanan bir sebep de eklem diskinin yer değiştirmesidir. Böyle bir disk, klik sesi gibi seslerin ortaya çıkmasına, çene hareketlerinin kısıtlanmasına ve ağız açma ve kapama sırasında ağrı olmasina neden olabilir. Bir travmaya ya da romatoid artrite bağlı olarak ortaya çıkabilen eklem parçalarının birbirine kaynamasi durumu ise çene hareketini kısmen veya tamamen kısıtlıyabilir.

Her zaman problem, eklemin kendisinde midir?

Stresin çene kaslarında ağrı oluşturması çene eklemi problemlerine benzer. Gece diş gıcırdatma ya da sıkma, kaslarda ağrılı spazmlara ve çene hareketlerinde zorluklara yol açar. Hastalarda kas ve eklem problemleri birlikte de görülebilir. Bu nedenlerle çene eklemi hastalıklarının teşhisi karmaşıktır ve farklı işlemler gerektirir. Tedaviyi yönlendirmesi açısından eklem problemlerinin nedeninin belirlenmesi son derece önemlidir.

Tedavisi mümkün mü?

Kronik bir rahatsızlık olması ve birden fazla sistemi ilgilendirmesi nedeni ile problemin tamamen ortadan kalkması zaman alabilir. Genellikle bir ekip çalışması gerektirir. Fizik tedavi metodları, ağıza takılan özel dişlikler, eklem içi enjeksiyon teknikleri ve gerekirse cerrahi girişimler hekim tarafından yapılan işlemlerdir ve günümüzde modern uygulamalarla çok iyi sonuçlar alınabilmektedir. Ancak bu rahatsızlığın tedavisinde hastanın kendisine de oldukça önemli işler düşmektedir.
haşlanmış deri sendromu ritter sendromu
Tanım : Stafilokokların eksfoliyatif toksinine bağlı olarak ortaya çıkan ve deride yaygın büller ve soyulmayla karekterize bir klinik tablodur.

Klinik bulgular : Genelde genç infantlarda ,nadiren erişkinde oluşur.Ateş, ciltte hassasiyet ve skarlatiform raşla karekterize olup, Nikolsky bulgusu pozitiftir. Geniş büller oluşur, rüptüre olur ve deri tabakaları ayrılır. Yenidoğanda bazen bir omfalitle de başlayabilir.Ciddi elektrolit kayıpları ve sepsise yol açabilir.

Etiyoloji : Staphylocuccus aureus faj grup II etken mikroorganizmadır. Bu mikroorganizma eksfoliatif toksin üretir. Stratum corneum seviyesinde intraepidermal yıkım vardır. Deriye yandan basınç uygulanırsa ayrılma görülür.

Epidemiyoloji : En çok 5 yaşın altındaki çocuklarda görülür. Yenidoğanlarda hastane epidemileri şeklinde görülebilir. Bu yaş grubunda Ritter hastalığı ismi verilir.

Tanı : Fokal odaktan etkenin üretilmesi.
Ayırıcı tanı: Toksik epidermel nekrolizle çok karışır.Bu tablo ilaç reaksiyonu sonrası gelişir.

Tedavi : Sıvı replasmanı ve uygun antimikrobiyal tedavi ile 2 haftada iyileşir. : Destekleyici yaklaşım çok önemlidir.Hipovolemik şok tedavisi, sıvı-elektrolit replasmanı, gerekirse vazopressör ajanlar kullanılır. Antistafilokokal parenteral bir ajanla saptanan odak tedavi edilmelidir .Nafcillin veya oxacillin, I. veya II.jenerasyon sefalosporinler, clindamycin verilebilir. Ancak metisiline dirençli etkende vankomycin veya teicoplanin kullanılır.Tedavi süresi:5-7 gün.

Dozlar : Nafcillin ve oxacillin ; Yenidoğanda.da 2000gr.dan düşük ağırlıklıda; 25mg/kg; 12 saatte bir,eğer 1 haftadan büyükse ; 25 mgkg, 8 saatte bir, 2000gr.dan büyükse 25mg/kg,6 saatte bir..

Cefazolin : 50-100mg/kg/gün, 3 doz

Cephalothin : 80-150 mg/kg/gün , 4 dozda, erişkinde;4-12.gr.

Cefuroxime : 50-100mg/kg/gün, iki dozda

Clindamycin : 2000gr.dan küçük ve 1 haftadan kçük YD:da; 5mg/kg, 12 saatte bir, bir haftadan büyükse 8 saatte bir, 2000gr.dan büyük ve 1 haftadan küçükse 8 saate bir, 1 haftadan büyükse 6 saatte bir, erişkinde;25-40mg/kg/gün, 4 dozda.

Vankomycin : Yenidoğanda; 2000 gr.dan düşük doğum ağırlıklıda 15mg/kg her 12 saatte bir, 2000gr.dan büyüklerde her 8 saatte bir, erişkin ;40mg/kg/gün, 2-4 dozda.

Teicoplanin : 6-12 mg/kg

Korunma : Yenidoğan ünitesinde temas önlemlerinin alınması gerekir
Ayak başparmağında çıkıntı halluks valgus hallux valgus
Ayak başparmağınızın başladığı yerde (tarak kemiği ile parmağın başlağı eklemde) şişlik, çıkıntı varsa halluks valgus'unuz var demektir. Kadınların neredeyse % 40 ında bu yakınma vardır. Bu hastalıkta %70 oranında genetik bir eğilim vardır. Genetik olarak 1.-2. tarak kemikleri arasındaki açı fazla olduğunda zamanla başparmak diğer parmaklara yaklaşır ve bu keskin açılanma bir çıkıntı olarak görülür. Genetik eğilimliler dışında uzun yıllar topuklu, sivri burunlu ayakkabı giyenlerde de meydana gelebilir. Bu nedenle bu rahatsızlığı olan her 10 hastadan 9 u kadındır.

Bu çıkıntı ayakkabı içinde sıkışınca ciltte kızarıklık ve ağrı olur. Zaman içinde cilt altındaki “bursa” denilen kesecik su toplar ve ağrı-şişlik artar, yakınmalar daha belirgin hale gelir. Uzun zaman devam eden eklemdeki kötü pozisyon kireçlenmeye neden olur. Bu aşamadan sonra yakınmalar iyice artar, ilaç ve diğer tedavi yöntemleri başarısız olur. Tedavinin kireçlenme başlamadan yapılması, ilerideki tedavi başarısını belirleyen ana faktörlerden biridir.

Başparmak zamanla 2. parmağın altına veya üstüne doğru ilerleyebilir. Bu tür mekanik sorunlara nasırlar eşlik eder.

Adolesan halluks valgus

10 lu yaşlarda, özelliklede 10-15 yaş arası kızlarda görülür. Bu yetişkinlerinkinden farklı olarak ağrısızdır. Ağrı oluşursa aşağıda anlatılan koruyucu önlemleri almak gerekir. Bu şekil bozukluğu ileri yaşlarda artacağı için büyüme tamamlanınca cerrahi tedavi önerilir.

Koruyucu tedavi

Bu rahatsızlığa sahip kişilerin büyük kısmı cerrahi olmayan bir biçimde rahatlatılabilir. Öncelikle belirtileri arttıran ayakkabılar bir daha giyilmemelidir. Özellikle dar, sivri burunlu, 5 cm den yüksek topuklu ayakkabılar giyilmemelidir. Ayakkabı alırken başparmak üstünde baskı olmayacak kadar rahat olmalarına dikkat edilmelidir. Ayakkabı içinde başparmak ile 2. parmak arasında makara biçiminde destekler (parmak arası makarası) kullanılması da yardımcıdır. Ağrı kesici ve ödem giderici ilaçlar yakınmaların azaltılmasında yardımcıdır.

Bu tür tedaviler yakınmaları giderir, hastalığın meydana gelmesine neden olan anatomik rahatsızlığı ortadan kaldırmaz. Bu durum yukarıda anlatılan önlemler bırakıldığında yakınmalar devam edecek demektir.

Size cerrahi gerekiyor mu?

Cerrahi olamayan önlemler sizi tatmin eden bir sonuç vermediyse size cerrahi gerekir denilebilir. Günümüzde cerrahi taleplerinde estetik kaygılar ve moda ayakkabıları giyme zorlukları daha fazla yer almaya başlamışsa da asıl cerrahi kararına aşağıdaki gereksinimlerde varmak daha doğru bir yaklaşım olur.

Günlük aktiviteleri kısıtlayan ağrı.
Uzun süreli, dinlenme ve ilaçla geçmeyen baş parmak şişlik ve kızarıklığı
Yandaki parmağın yönünü değiştirecek kadar yön değişikliği
Baş parmakta sertlik. Bükülme ve esneme zorlukları.
Unutulmamalıdır ki operasyon sonrası ayak numarası asla küçülmez.

Cerrahi tipleri

Halluks valgusta yüzlerce tip operasyon vardır. Bunlardan hangisinin yapılacağına doktorunuz karar vermektedir.

Başparmak çevresi tendon ve bağlara yönelik girişimler: Nadiren tek başına kullanılırlar. Tek başına uygulandıklarında genellikle nüks sıktır. Genellikle operasyon sonrası alçı gerekir.


Eklemin dondurulması: Aşınmış eklem yüzeyinin ortadan kaldırılarak başparmak tabanındaki eklemi oluşturan tarak kemiği-parmak kemiği uygun pozisyonda birbirine kaynatılır. Özellikle ilerlemiş kireçlenmenin ön planda olduğu vakalarda tercih edilir.


Çıkıntının alınması: Başparmak dibindeki çıkıntının alınmasıdır. Nüks sıktır. Operasyon sonrası alçı gerektirmez.


Eklemin kesilmesi: Aşınmış ve biçimi bozulan eklemin kesilerek çıkarılmasıdır. İleri yaşlarda en sık tercih edilen prosedürlerdendir. Alçı gerektirmez. Ancak parmakta kısalmaya neden olur.


Osteotomi: Tarak kemiğinin değişik seviyelerden kesilerek yeniden yönlendirilmesidir. Günümüzde en popüler cerrahi yöntemlerdir. Hastalığa neden olan anatomik bozukluğun düzeltilmesini sağlarlar. Kullanılan kesme ve tesbit yöntemine göre alçı gerekebilir veya gerekmeyebilir.
Cerrahi sonrası muhtemel problemler

Ameliyat sonrası %10 oranında komplikasyon görülmektedir. Bunlardan en sık olanı enfeksiyondur. Erken farkedilen ve önlem alınan enfeksiyonlar sorunsuz tedavi edilebilir. Geç kalan vakalarda yeni bir cerrahi gerekebilir.

Diğer komplikasyonlar cerrahi sırasında sinir kesilmesi sonucu başparmakta kalıcı his kaybı, devam eden ağrı, çıkıntının nüksü, eklemde kısıtlılık, cerrahi tesbit yönteminde yetersizlik olaraksayılabilir.

Genelde yeni teknikler, iyi ellerde yapılmış cerrahi, cerrahi sonrası iyi doktor-hasta iletişimi ile % 98 civarında tatmin edici sonuçlar alınmaktadır.

Cerrahi sonrası problemlerden korunma

Aşağıdaki durumlarla karşılaşırsanız derhal doktorunuzu arayın;

Pansumanınız düşerse, ıslanırsa
Pansumanınız kan veya sızıntı ile kirlenirse
Kullanılan ilaçlara karşı yan etkiler ortaya çıkarsa
Ateşiniz çıkarsa
Titreme olursa
Yara çevresinde ısı artışı veya kızarıklık durumunda
Artan veya azalmayan ağrı durumunda
Dizaltında-ayak üzerinde belirginbir şişlik
Evde bakım

Cerrahinin başarısı büyük ölçüde sizin doktorununzun önerilerini ne ölçüde uyguladığınıza bağlıdır. Özellikle ameliyat sonrası ilk üç hafta çok önemlidir.


Pansuman ve bandajlar: Hastaneden parmağınızı doğru pozisyonda tutan bir bandajla çıkarsınız.Doktorunuz size özel bir ayakkabı vermiş veya alçı yapılmış olabilir. Bunları genellikle 6-7 hafta korumanız gerekir.

Dikişler alınana kadar pansuman malzemesini korumalı doktorunuz dışında kesinlikle açtırmamalısınız. Kesinlikle ıslatmamalısınız. Yaranızda koku, ıslanma, pansumanın kirlendiğini hissederseniz zaman geçirmeden doktorunuza başvurunuz.


Ayağa basma: Doktorunuzun seçtiği ameliyat tipine göre, ayağa değişik yük verme önerileri olabilir. Bunlara mutlaka uymalısınız. Bazı ameliyat tiplerinde mutlaka koltuk değneği kullanmak gerekirken bir kısmında gerek yoktur.


Şişme: Hangi ameliyat tipi seçilirse seçilsin ilk hafta hatta 15 gün mümkün olduğu kadar ayağın yukarıda tutulması çok önemlidir. Bu ödemin hızla azalmasına ve daha iyi bir yara iyileşmesine neden olur. İlk günler her saat başı 15 dakika buz uygulaması şişlik ve ağrının kontrolünde önenlidir. Yalnız buz su sızdırmayan bir torba içinde olmalı ve bir havlu üzerinden uygulanmalıdır.


Ayakkabı giyimi: Dikişler alındıktan, alçı ve bandajlar kaldırıldıktan sonra hastalar spor ayakkabılar, ucu geniş topuksuz ayakkabıları giymeye başlarlar. Topuklu ve sivri burunlu ayakkabılara 6 ay sonra izin verilir.


İlaçlar: Ameliyat sonrası antibiotik kullanımı genellikle rutindir. Ağrı kesicilere ilk günlerde ihtiyaç olmaktadır.
Kas tümörleri
Adale tümörleri nadirdir. Oldukları zamanda çoğunlukla selimdirler fakat habis bir adale tümörü (rhabdomyosarcoma) hayatı tehdit edebilir ve derhal tedavi edilmesi gerekir.

Belirtiler

- Adale dokusunda, cildin yüzeyinden görülebilen bir şişkinlik,

- Etkilenen bölgede ağrı,

- Kitlede süratli büyüme;

Teşhis

Eğer cildinizin altında herhangi bir şişkinlik görürseniz doktorunuza gidin. Cildin altındaki şişkinliklerin çoğu lipomdur (selim yağ tümörü). Bunlar yağdan meydana gelmiştir ve ciltle adale arasında bulunur. Çoğu zaman hafif bir parmak basımıyla kolayca belirlenir ve kolayca hareket eder. Birkaçı birden bir arada bulunabilir. Bu şişkinliklerde çoğunlukla endişe edecek bir şey yoktur.

Doktorunuz şişkinliği muayene edecektir ve eğer ciddi bulursa o bölgenin bir röntgeni, manyetik rezonans görüntü taraması veya bilgisayarlı tomografı taramasını isteyecektir. Bu doku biyopsisi de gerekir.

Tedavi

Eğer tümör selimse tedavi gerekmez ya da cerrahi olarak çıkartılıp konu kapatılır. Fakat eğer habisse cerrahi çıkartma, radyasyon tedavisi veya kemoterapi gerekli olabilir.

şaşılık ve göz tembelliği
ŞAŞILIK VE GÖZ TEMBELLİĞİ

ŞAŞILIK
Gözlerimizin görme eksenlerinin paralelliğin bozulmasına şaşılık (STRABİSMUS) denir. Organlarımız içinde bağımsız hareket yönünden en mükemmel özelliklerle donatılmış olanı gözlerimizdir. Her bir gözde bulunan 6 kas (adale) gözü çeşitli yönlere doğru hareket ettirir. Bu kasların birinin veya bir kaçının görev yapamaması durumunda şaşılık meydana gelir.
Özellikle bebeklerde daha fazla olmak üzere şaşılıkların bir kısmı yalancı kaymadır. Yalancı kayma, göz kapaklarının ve göz kürelerinin yapısı veya optik eksenlerden birinin düzensizliği nedeniyle ortaya çıkan yanıltıcı bir görünümdür. Bu durumun tam olarak aydınlatılabilmesi için mutlaka bir göz muayenesi yapılmalıdır.

Gizli şaşılığı olanlarda özellikle bilgisayar, TV., okuma gibi uğraşlar sırasında göz yorgunluğu, başağrısı, çift görme, görme bulanıklığı ve okuma zorluğu gibi şikayetler vardır.
Şaşılığın oluşmasında aileden kalıtsal geçiş, ateşli hastalık, kafa travması, zeka geriliği, göz kaslarının doğumsal anormallikleri, görmeyi bozan göz hastalıkları (katarakt, göz tümörleri gibi), gözlük gerektiren kırma kusurları etkili olabilir. Hamileliğin nasıl geçtiği, doğumun problemli olup olmadığı, çocuğun gelişimi, geçirdiği hastalıklar ve havale gibi durumlar da şaşılık için risk faktörü oluşturabilirler.

Doğuştan olan kaymalar genellikle gözlük gerektirmeyen, erken dönemde (6 ay - 2 yaş) ameliyat edilmesi gereken kaymalardır. Kaymaların büyük çoğunluğu ise 2-3 yaş civarında ortaya çıkar ve genellikle gözlükle tam olarak düzelebilir. Gözlük takıldığı halde düzelmeyen kaymalara ise cerrahi tedavi gerekir.

Erişkinlerde ortaya çıkan şaşılıklar, göz hareketlerini yöneten sinirlerde çeşitli sebeplerle (travma, diabet, kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, çeşitli enfeksiyonlar, tümörler veya zehirlenmeler) meydana gelen felçlerden kaynaklanabilir. Öncelikle nedene yönelik tedavi yapılmalıdır. Genellikle çift görme şikayetinin de olduğu bu kaymalarda belirli bir süreyi takiben cerrahi gerekebilir.

GÖZ TEMBELLİĞİ
Çocukluk çağı kaymalarındaki en önemli problem, genellikle tek bir gözün kayması nedeniyle ortaya çıkan göz tembelliğidir. Çeşitli kırma kusurları ve görmeyi bozan göz hastalıkları da göz tembelliğine sebep olabilir. Göz tembelliği en basit tanımıyla bir gözün az görmesidir. Görüntünün net oluşmaması sonucu beyindeki görme merkezi fonksiyonunu tam olarak yerine getiremez. Tedaviyle ne kadar erken başlanırsa başarı şansı o kadar yükselir. Çünkü 7 - 8 YAŞLARINDAN SONRA GÖZ TEMBELLİĞİNİN TEDAVİSİ ÇOĞU ZAMAN OLANAKSIZDIR.

Erken teşhis edilen göz tembelliğinin tedavisi oldukça basittir. Tedavide iyi gören göz belirli zamanlarda kapatılarak tembel gözün çalıştırılması en sık kullanılan yöntemdir. Göz tembelliğinin tedavisinde cerrahinin yeri yoktur.

Şaşılık sadece estetik bir kusur değildir. Tedavide amaç estetik düzeltmeden ziyade, iki gözle fonksiyonel görmeyi sağlamaktır. Tedaviye erken başlanması göz tembelliğinin önlenmesi ve 3 boyutlu görmenin sağlanmasında önemlidir. Bu nedenle şaşılık şüphesi olan her çocuğun belirli bir yaşa gelmesi beklenmeden göz hekimine götürülmesi gerekir.

Tedavide gözlük camları, prizmalar, göz damlaları, göz egzersizleri, kontakt lensler, göz kapamaları ve şaşılık ameliyatları uygulanır.

Şaşılık ameliyatları çoğunlukla genel anestezi altında gerçekleştirilir. Ameliyatların temel prensibi göz küresine yapışık kasların kuvvetinin azaltılması yada arttırılması veya yerlerinin değiştirilmesi esasına dayanır.

Spiral (RİA)
Spiral (RİA) yada halk arasında yaygın şekilde kullanılan adıyla rahim içi araç tüm dünyada en fazla tercih edilen geri dönüşümlü doğum kontrol yöntemidir.

Spiral ( RİA )'in bir başka özelliği de uzun süreli geri dönebilir yöntemler içinde maliyeti en düşük olan yöntem olmasıdır.

Tüm dünyada yaklaşık 106 milyon kadının istenmeyen gebeliklerden korunmak için spiral yöntemini tercih ettiği tahmin edilmektedir. Bu kadınların %70'i sadece tek bir ülkede; Çin'de yaşamaktadır.

Spiral kullanım alışkanlıkları incelendiğinde bazı coğrafi bölgelerde sıkça tercih edildiği, bazı bölgelerde ise neredeyse hiç kullanılmadığı görülür. Örneğin Çin'de her 3 evli kadından birisi spiral kullanırken, İskandinav ülkelerinde bu oran %18, Yakın doğu ve Afrika'da %12 iken Avrupa'da %7, Avustralya'da ise %5'dir. Kullanımın en düşük olduğu bölgelerden biri ise kuzey Amerika ve Sahra bölgesidir.

Oranlardaki bu büyük dalgalanma yöntemin erişilebilirliği, uygulayacak eğitimli kişilerin varlığı ve kültürel farklılıklar ile açıklanabilir. Ancak gelişmişlik sıralamasında en başlarda yer alan kuzey Amerika'da tercih edilmemesinin nedeni farklıdır. Dalkon Shield adı verilen rahim içi aracın pelvik iltihabi hastalık görülme riskini belirgin derecede arttırdığının saptanması bu bölgede spiral kullanımının karşısındaki en önemli sorundur. Bu spesifik araç 25 yıl önce piyasadan çekilmesine karşın olumsuz etkileri ve önyargılar hala daha devam etmektedir.

Günümüzde Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Amerikan Tıp Birliği (AMA) ve Amerikan Jinekolog ve Obstetrisyenler Birliği (ACOG) RİA'yı en güvenli ve etkili doğum kontrol yöntemlerinden biri olarak kabul etmektedir.

SPİRAL RİA NEDİR?

Rahim içi araç geri dönebilir doğum kontrolü sağlayan ve ana yapısı kıvrılabilir polietilen olan küçük bir araçtır. Yapısı T harfine benzer. Polietilen gövde üzerinde bakır tel sarılıdır. Bu bakır zaman içinde yavaş yavaş salınarak RİA'nın etki mekanizmalarından birini oluşturur. Günümüzde kullanılan modern spirallerlerin önerilen kullanım süreleri değişkendir. Üretici firmalar 3 yıl ile 8 yıl arasında değişen kullanım süreleri belirtmekle birlikte yapılan klinik deneysel çalışmalarda bunların hemen hepsinin 10 yıl süreyle sorunsuz kullanılabileceği gösterilmiştir.



Temel yapı T şeklinde olmakla birlikte piyasada değişik marka ve yapılarda pek çok RİA bulunmaktadır. Bunların etkinlik açısından birbirlerine üstünlükleri yoktur. Toplumumuzda ithal spiral şeklinde bir tabir bulunmaktadır. Hastalar kendilerine ithal spiral takılmasını talep etmektedirler oysa Türk malı bir spiral zaten piyasada yoktur.


Piyasada en sık bulunan RİA türleri

Dünya üzerinde sıkça kullanılan RİA'ların hemen hepsinde polietilen gövde üzerinde baryum sülfat adı verilen bir madde kaplıdır. Baryum sülfatın amacı RİA'nın röntgen filmlerinde görülebilmesini sağlamaktır.

Spiralin alt ucunda genellikle bir halkaya da topuz bulunur. Bu bölüme "spiralin ipi" bağlıdır. Bu ip bakterilerin yukarıya doğru tırmanmasına izin vermeyecek materyalden üretilmiştir. Bu ip pamuk ya da bazı doğal materyalden üretilmiş iplikler gibi sıvı çekerek şişmez. İpin görevi RİA çıkartılacağı zaman kolaylık sağlamaktır. Bunun yanısıra kontrollerde ipin uzunluk ve durumu RİA'nın yerinden kayıp kaymadığının anlaşılmasında yardımcı olur.

RİA NASIL ETKİ EDER?

Yüz yıla yakın bir zamandır istenmeyen gebeliklerin engellenmesinde güvenle ve yüksek etkinlikle kullanılmasına rağmen RİA'nın gebeliği nasıl engellediği hala daha tam anlamıyla anlaşılamamıştır.

Yapılan biyokimyasal çalışmalar RİA kullanan kadınlarda döllenmenin hiç gerçekleşmediği gösterilmiştir. Ancak RİA'nın nasıl olup da fertilizayonu engellediği bilinmemektedir. Öne sürülen fikir sperm ve yumurtanın hareket yeteneğini etkilediği düşünülmektedir.RİA'dan salınan bakır sperm hareketliliğini engelliyor olabilir. Bir diğer olasılık da yumurtanın tüplerden geçişini hızlandırarak döllenmeye engel olmasıdır.

RİA üzerinde bulunan bakır yavaş yavaş salgılanarak sistemin etkinliğini direkt olarak etkiler. Bu etki iki mekanizmayla ortaya çıkar. Birincisi bakır rahimin içini döşeyen endometrium tabakasında inflamasyon adı verilen bir reaksiyona neden olarak bu dokudan olan enzim üretimini değiştirir. Bu etki sonucu yumurta döllenmiş olsa bile rahim içinde tutunamaz. Öte yandan bakır prostoglandin adı verilen maddelerin üretimini etkileyerek gebeliği destekleyen hormonların üretimini bozar. Yani spiral hem döllenmeyi engeller hem de döllenme olsa bile bu embryonun rahim içinde tutunma ve canlılığını devam ettirme şansını azaltır.

RİA'NIN ETKİNLİĞİ NE KADARDIR?

RİA tüm doğum kontrol yöntemleri içinde etkinliği en yüksek olanlardan birisidir. Koruyuculuk araç takıldığı andan itibaren başlar. Kullanımın ilk yılı içinde 1.000 kadından sadece 6-8'i istenmeyen bir hamilelikle karşı karşıya kalır. Spiralin koruyuculuğu çıkarıldığı anda biter. Yumurtlama üzerinde bir etkisi olmadığından kişi aynı ay hamile kalabilir.

RİA'nın cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı hiçbir koruyuculuğu yoktur. Bu nedenle bu hastalıklar açısından yüksek risk grubunda olan kadınlar (birden fazla partneri olan ya da, partneri birden fazla kişi ile ilişkisi olan kadınlar) mutlaka prezervatif kullanmalıdırlar.

DOĞUM KONTROLÜ DIŞI YARARLARI NELERDİR?
Doğum kontrol hapı ya da prezervatifin aksine RİA'nin istenmeyen gebelikleri önlemek dışında kadın sağlığı açısından herhangi bir yararı yoktur. Asherman sendromu açısından risk altında olanlarda ya da histeroskopi ile açılan rahim için yapışıklıklardan sonra yeniden yapışıklık olmasını engellemek amacıyla da kullanılabilir.

RİA KİMLER İÇİN UYGUN BİR YÖNTEMDİR

Aşağıdaki durumlar RİA için uygun adayları belirler:

Yüksek etkili, uzun süreli ve geri dönebilen bir yöntem arayanlar

Son 12 ay içinde pelvik iltihabi hastalık, gonore ve klamidya enfeksiyonu geçirmemiş olanlar

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar için yüksek risk grubunda olmayan kadınlar

Emziren anneler

Sigara kullanımı ya da başka nedenler ile doğum kontrol hapı veya diğer hormonal yöntemleri kullanamayanlar

Doğum kontrol yöntemine fazla zaman ayırmak istemeyenler. (tak ve unut)



RİA KİMLER İÇİN UYGUN DEĞİLDİR?

Spiral kullanımının önündeki en büyük engel bilinen ya da şüphe edilen bir gebelik varlığıdır. Bunun dışında aşağıdaki durumların varlığında RİA takılması uygun değildir.

Belsoğukluğu ya da klamidya gibi cinsel yolla bulaşan bir hastalık varlığı

Son 3 ay içinde endometrium enfeksiyonu geçirmiiş olmak

Son 3 ay içinde enfekte bir düşük olayı yaşamış olmak

Kontrol altına alınmamış serviks ya da vajina enfeksiyonu olması

Anormal vajinal kanama olması (nedeni açıklanamamış)

Bilinen ya da şüphe edilen serviks veya endometrium kanseri olması

Bağışıklık yetmezliği, AIDS, Lösemi gibi enfeksiyonlara duyarlılığa neden olan sistemik hastalıkların varlığı

Serviks ve uterusda RİA'nın takılmasını olanaksız ya da tehlikeli hale getiren anatomik bozuklukların olması

PAP smear sonucunun normal olmaması

RİA'dan daha küçük ve kısa bir rahim olması

Problem ortaya çıktığında tıbbi hizmet alma olanağının bulunmaması

Yukarıdaki durumlara ek olarak bakıra alerjik olduğu bilinen kadınlara da RİA takılmaz.

Diatermi adı verilen ısı tedavisi uygulanan kadınlarda RİA takılması doğru değildir. Tedavi sırasında ısınan bakır endometriumda kalıcı hasara neden olabilir.

Vücutta tehlikeli miktarlarda bakır birikimi ile karakterize, nadir görülen genetik geçişli bir hastalık olan Wilson Sendromu varlığı da RİA uygulanmaması gereken bir durumdur.

Bakteriyel endokardit adı verilen çok tehlikeli bir enfeksiyon açısından yüksek risk grubunda olan kalp kapakçık hastaları ise gerekli önlemler altında RİA kullanabilirler.

RİA NASIL TAKILIR?

RİA takılması zor bir işlem değildir. Genelde çok fazla ağrı olmaz ve kolaylıkla tolere edilebilir. RİA takılması ile ilgili detaylı bilgi için Spiral takılırken sizi neler bekler başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz.

RİA takılmadan yarım saat kadar önce basit bir ağrı kesici alınması işlem sırasında ya da sonrasında yaşanabilecek krampları azaltacaktır. Bazı hekimler enfeksiyona karşı önlem olarak antibiyotik alınmasını önerebilirler. Bu şart olmayan bir uygulamadır.

Jinekolojik muayenede olduğu gibi spekulum takılarak serviks görünür hale getirilir ve antiseptik solüsyon ile silinerek temizlik yapılır.Serviks tenekulum adı verilen bir alet ile tutularak çekilir ve uterus düz pozisyona gelir. Daha sonra histerometri adı verilen bir alet serviks ağzından rahim içine itilerek rahimin boyu ölçülür.











Aplikatör tüp içinde bulunan spiral rahim ağzından geçirilerek rahim içine yerleştirilir ve rahimin tepe noktasına deyinceye kadar ittirilir.Bundan önce tüp üzerindeki işaret histerometri ile ölçülen mesafeye getirilerek tepe noktasından daha öne ya da arkaya ittirilmesi engellenmiş olur.

Tüpün içindeki piston ileri doğru itilerek RİA'nın tüpün içinden çıkması sağlanır.

Daha sonra tüp dikkatli bir şekilde uterus dışına alınır. Spiral artık tamamı ile içeridedir. Resimde doğru şekilde yerleştirilmiş bir spiral görülmektedir. RİA'nın ipi 0.5-1 cm dışarıda kalacak şekilde kesilir.


RİA takıldıktan sonra doğru yerde olup olmadığı ultrason ile kontrol edilmelidir.

RİA NE ZAMAN TAKILIR?

En yaygın uygulama adet kanamasının ilk 3 günü içinde RİA takmaktır. Ancak bu şart olmayan bir uygulamadır. RİA doğum ya da sezaryen sonrası, veya kürtajdan hemen sonra takılabilir. Bu konu ile ilgili detaylı bilgi için Spiral ne zaman takılmalıdır başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz.

RİA TAKILDIKTAN SONRA

RİA takıldıktan hemen sonra yada takılması sırasında hafif kramp tarzında ağrılar olabilir. Bunlar normaldir ve geçicidir. Pek çok kadın takılan spirale çok çabuk uyum sağlar.İlk birkaç ay adet kanamaları fazla miktarda ve ağrılı olabilir ancak zaman içinde bu durum ortadan kalkacaktır. Kullanıcıların %95'i herhangi bir rahatsızlık yaşamazlar.

İlk birkaç ay adet aralarında lekelenme tarzında kanamalar olabilir. Adet kanamalarının 10 güne kadar sürmesi normaldir.

KONTROLLER

RİA takılmasını takiben ilk adet kanamanızdan sonra mutlaka ilk kontrolünüze gitmelisiniz. Bu kontrolde spiralinizin yerinde olup olmadığına ve herhangi bir enfeksiyon bulunup bulunmadığına bakılacaktır. Her şey yolundaysa yılda bir kez kontrole gitmeniz yeterlidir. Bu kontrolde çok daha önemli bir test olan PAP smear testiniz de yapılabilir.

KENDİ KENDİNE RİA KONTROLÜ

Bazen rahim takılan spirali dışarıya atabilir. Bu durumla hiç doğum yapmamışlarda daha sık karşılaşılır. RİA en fazla kullanımın ilk 3 ayında görülür. Bu nedenle her zaman dikkatli olmalı her tuvalete gittiğinizde çamaşırınızı ve pedinizi kontrol etmelisiniz.

UYARI İŞARETLERİ

RİA kullanırken aşağıdaki durumlar ortaya çıkarsa zaman kaybetmeden doktorunuzu aramalısınız.

Adet gecikmesi olması

Şiddetli kasık ağrısı ya da kramplar

Baygınlık

Açıklanamayan ateş ve titreme

Kötü kokulu akıntı

Anormal vajinal kanama

Normalde RİA ilişki sırasında hissedilemez. Eğer partneriniz hissettiğini söylüyorsa RİA yerinden kaymış olabilir.

ÇIKARTILMASI

RİA'nın çıkartılması son derece kolay ve ağrısız bir işlemdir. Doktorunuz spekulum taktıktan sonra spiralin ipini bir aletle tutarak çeker. Nadiren RİA uterus içine hafifçe gömülebilir ya da ipi içeriye kaçabilir. Böyle bir durumda bazı özel aletler yardımıyla çıkarılabilir. Eğer bu şekilde de çıkmaz ise histeroskopi altında çıkartılması gerekebilir.

RİA'NIN AVANTAJLARI

Uzun süreli, geri dönebilen bir yöntemdir

Koruyuculuk oranı çok yüksektir

Maliyeti çok düşüktür

Acil korunma amaçlı kullanılabilir.

Etkisi hemen başlar, çıkartılmasıyla birlikte sona erer

RİA'NIN DEZAVANTAJLARI

Sadece deneyimli bir uzman tarafından takılıp çıkartılabilir.

Cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı hiçbir koruma sağlamaz

Kanama düzensizliklerine neden olabilir.

Uygulanması diğer yöntemlere göre biraz daha ağrılıdır.
vitaminler ve vitamin ihtiyaçları
B1 Vitamini

Thiamin olarak da adlandırılan B1 vitamini merkezi sinir sistemi sağlığını korumakta önemli bir rol oynar. Yeterli B1 düzeyleri zihinsel fonksiyonun korunmasında bize yardımcı olur. B1 düzeylerinde ki yetersizlik ise gözlerde güçsüzlük, zihin bulanıklığı ve fiziksel koordinasyonda bozukluğa sebep olur.

B1 vitamini kan hücrelerinin oluşumu ve sağlıklı bir dolaşım sistemi için gerekli olan hidroklorik asit in üretiminde rol oynar. Ayrıca karbonhidratlardan enerji üretiminde, kalp ve sindirim sistemi kaslarının tonusunun korunmasında anahtar rolü vardır.Diğer B vitaminleri gibi B1 vitamini de suda eriyen vitaminler sınıfındandır ve vücutta depolanmaz. Bu sebeple her gün yeterli miktarda B1 vitamini alınması gerekmektedir.Diğer B vitamini kompleksleri ile birlikte alındığında tek başına yapacağı etkiden daha fazla etki oluşturur.

B1 Vitamini Eksikliğinde Görülen Belirtiler:

İştah azalması
Sindirim bozukluğu
Kabızlık
Yorgunluk
Baş ağrısı
Sinir ve dolaşım sistemi hastalıkları
Kas krampları
Ödem



B1 vitaminin uzun süre eksikliklerinde Beriberi adı verilen ve merkezi sinir sistemini yıkıcı ve bazen ölümcül olabilecek bir hastalık oluşabilir. Beriberi'ye beslenme düzeyleri yeterli olan ülkelerde pek rastlanmaz. Ancak alkol B1 i yıkıma uğrattığından uzun süreli alkolizm vakalarında bu hastalığa rastlanabilmektedir. B1 düzeylerini ağızdan alınan antibiotikler, sulfa grubu ilaçlar, antiasitler ve doğum kontrol hapları da etkileyebilir. Ayrıca karbonhidratı yüksek diyetle beslenen kişiler de B1 ihtiyacı artabilmektedir.

B1 vitamini açısından zengin besinler: Kuru fasulye, yumurta, bira mayası, bütün hububatlar, kahverengi pirinç ve deniz ürünleridir. Süt ve süt ürünleri, sebze ve meyveler B1 açısından çok zengin kaynaklar olmasalar da yüksek miktarlarda tüketildiklerinde yeterli B1 vitamini girişini sağlayabilirler.

Besinler haricinde alınan ek vitamin preperatlarında B1 genellikle B2, B3, B6, pantetonik asid ve folik asit ile birlikte bulunur.

Günlük B1 Vitamini Gereksinimi: 1,5 mg dır.

B2 Vitamini

Riboflavin olarak da adlandırılan B2 vitamini enerji üretimi, enzim fonksiyonu, normal yağ asidi ve aminoasit sentezi için önem taşımaktadır.. Serbest radikallerin toplayıcısı olan glutathion un üretimi için gereklidir.

Riboflavin suda eriyen bir vitamindir ve vücutta depolanmaz. Karaciğer, böbrek ve kalpde sadece birkaç dakika kalır. Bu sebeple dışarıdan alınması gerekmektedir.

Ağır Riboflavin eksikliğine nadir olarak rastlanır. Alkoliklerde görülebilir. Ancak çok ağır olmasa da tehlikeli düzeyde Riboflavin eksikliği yaşlıların yaklaşık yüzde 33 ünde görülebilmektedir.

Riboflavin hücre enerji üretimini arttırdığı için migren tipi baş ağrılarının önlenmesinde etkili olabilmektedir. ( Migrenin kan damarlarında üretilen enerjinin azalmasıyla oluştuğuna inanılmaktadır. 1994 de yapılan bir çalışmada yüksek dozlardaki riboflavinin baş ağrılarının tedavisinde etkili olduğu
gösterilmiştir.)

Riboflavin ışığa karşı oldukça hassastır. Açık yeşil sebze ve meyvelerde bulunan bu vitamin özelliğini çok çabuk kaybeder. Boş mideye alındığında sadece % 15 i emilebilir. Fazla miktarda alınan Riboflavin idrar ile atılır ve idrarı hafif bir sarı yaşil renge boyar.

Vitamin B2 kaynakları:



Badem
Bira Mayası
Peynir
Tavuk
Sığır eti, böbrek
Buğday



FAYDALARI:

Kanıtlanmış Faydaları:
Besinlerden enerjinin serbest bırakılmasında rol oynar.A vitamini ile birlikte kullanıldığında solunum, sindirim, dolaşım ve boşaltım sisteminin mukozasının sağlıklı olmasını sağlar. Sinir sistemi, deri ve gözleri korur. Normal büyüme ve gelişmeye yardımcı olur. Enfeksiyon, alkolizm, yanık, mide ve karaciğer hastalıkları tedavisine yardımcı olur.Antioksidan aktivitesinde gerekli olan Glutation un rejenerasyonunda gereklidir. Migren, katarakt, orak hücreli anemi tedavisinde kullanılır.

Vücut dokularının nefes alması için gerekli flavin mononucleotide ve flavin adenine dinucleotide adlı iki koenzimin bir parçası gibi davranır. Vitamin ve
minerallerdeki piridoxin i harekete geçirir.

Kanıtlanmamış faydaları:
Çeşitli göz hastalıklarını, deri hastalıklarını tedavi ederler.Kansere karşı önleyici olduğu iddia edilmektedir. Vücudun normal gelişimini arttırırlar. Kısırlıkta faydalı olduğu sanılmaktadır. Stresi engellerler. Görme duyusunu güçlendirir.

Kimler kullanmalıdır:

Yetersiz kalorili diyet alanlar, beslenme bozukluğu olanlar veya kalori ihtiyacı artmış kişiler.
Gebe veya emziren kadınlar.
Alkol veya diğer madde bağımlıları.
Kronik hastalığı olanlar, uzun süreli stres altında olanlar, yakın geçmişte operasyon geçirmiş kişiler.
Sporcular ve beden işçileri.
Sindirim sisteminin bir bölümü operasyonla alınmış olanlar.
Ağır yanık veya yaralanması olan hastalar.
Doğum kontrol hapı veya östrojen kullananlar.

Yararlı bilgiler:
B2 vitamini idrarı koyu sarı renge boyayabilir.
İşlenmiş yiyeceklerde B2 vitamini miktarları azalır.
Soda ile birlikte pişirme yiyeceklerdeki B2 vitaminini ortadan kaldırır.

EKSİKLİK BELİRTİLERİ:

Ağız kenarlarında çatlaklar, dil ve dudaklarda iltihaplanmalar.
Işığa duyarlı gözler.
Ciltte kaşıntı.
Sersemlik, uykusuzluk.
Öğrenme güçlüğü.
Gözlerde yanma ve kaşıntı.Kornea hasarı.
Kanıtlanmamış Belirtiler.Hafif Anemi.Hafif uyuşukluk hali.Akne.Migren tipi başağrıları.Kas spazmları.



Riboflavin eksikliği ile özofagus kanserleri arasında bir ilişki olduğu öne sürülmektedir.



Herhangi bir B vitaminine karşı allerjik kişilerde, kronik böbrek hastalıklarında kullanılmamalıdır.

Gebeler ve emzirenler doktorlarının tavsiye ettiği şekilde kullanmalıdır.

B-2 Fazlalığı:
İdrar renginde koyulaşma.
Bulantı, kusma.

Etkileşim:
Trisiklik antidepressanlar, fenotiazinler, probenesid B-2 nin etkisini azaltırlar.

B3 Vitamini

Niasin, Niasinamid veya Nikotin Amid olarak ta adlandırılan B3 vitamini sindirim için gerekli olan hidroklorik asit üretimi için olduğu gibi , protein, yağlar ve karbonhidrat metabolizması için de tüm insanlar tarafından gereksinim duyulan zorunlu bir besindir.

B3 vitamini kan dolaşımını düzenler, sağlıklı bir deri sağlar ve santral sinir sisteminin çalışmasına yardımcı olur. Beyin ve hafızanın ileri fonksiyonlarını denetlemesinden dolayı şizofreni ve diğer zihinsel hastalıklarda tedavi edici rol oynar. Son olarak yeterli B3 düzeyleri insülin ile estrojen, progesteron ve testesteron gibi cinsiyet hormonlarının sentezi için hayati rol oynamaktadır.

B3 vitamini eksikliğinde Pellegra adı verilen ve sinir sisteminde fonksiyon bozukluğu, mide barsak sistemi bozukluğu, ishal, zihin bulanıklığı, depresyon, ve ağır dermatit ve çeşitli cilt lezyonları ile karakterize bir hastalık
oluşur. Son zamanlarda kan kolesterolunu ve trigliseritini yan etki olmadan emniyetle düşürebildiği için doktorlar tarafından bu amaçla sıklıkla kullanılmaktadır. Ancak B3 vitamininin kullanımında doz ayarlaması mutlaka doktor tarafından yapılmalıdır.

Yüksek miktarlarda alınan B3 vitamini doğal bir allerjik reaksiyon olan ciltte kızarmalara neden olabilir. Bu kızarmalar yanma, kaşıntı ve ağrı ile beraber olabilir. Genellikle yüz, kollar ve göğüse yayılır.Genellikle zararsızdır ve 20 dakika ile bir saat arasında kendiliğinden geçer.Bir bardak su içilmeside yardımcı olacaktır.

Gebelikte B3 vitamini dikkatle kullanılmalıdır. Yüksek dozlarda saf nikotinik asit mide ülserleri, gut, glokom diabet ve karaciğer hastalıklarında sağlık problemlerini arttırabilirler. Günde 1.000 mg ın üzerindeki dozlar için doktora tekrar danışmak gereklidir.

B3 vitamini içeren doğal yiyecekler sığır eti, brokoli, karnabahar, havuç, peynir, mısır unu, yumurta,balık, süt, patates ve domatestir.

B5 Vitamini

Pantotenik Asit olarak ta adlandırılan B5 vitamini hem hayvansal hem de bitkisel kaynaklarda bulunabildiğinden dolayı yunanca "heryer" anlamına gelen "pantos" sözcüğünden kökenini almıştır. Vücutta depolanmayan ve suda eriyen bir vitamindir.
Pantotenik asit karbonhidratlar, yağlar ve proteinlerin enerjiye çevrilmesinde bir katalizör olarak hayati rol oynayan Koenzim A nın üretiminde zorunlu bir parçadır. Asetilkolin gibi sinir iletimini sağlayan maddelerin üretimine katılır. Çeşitli böbrek üstü bezi hormonları, steroidler ve kortizonun oluşumunda hayati rol oynadığı için antistres vitamini olarak da tanımlanır. Depresyonla savaşmakta olan faydasının yanı sıra mide barsak sisteminin normal çalışmasına yardımcı olur; kolesterol, D vitamini, kırmızı kan hücreleri ve antikorların üretimi için gereklidir.

Kanıtlanmış Yararları:




Normal büyüme ve gelişmeyi destekler.





Yiyeceklerin enerjiye dönüştürülmesine yardım eder.





Birçok vücut materyalinin sentezine yardımcı olur.





Böbrek üstü bezinin fonksiyonunu destekler,





Enerji metabolizmasında gereklidir.



Kanıtlanmamış Yararları:
Yara iyileşmesini uyarır.
Stresi yatıştırır.Depresyon tedavisinde yararlıdır.
Alerjilerin tedavisinde yararlıdır..
Alkolizm, karaciğer sirozu tedavisinde yararlıdır.
Kabızlık tedavisinde yararlıdır.
Yorgunluğun giderilmesinde yararlıdır.
Mide ülserlerinde yararlıdır.
Osteoartrit, Romatoid artrit tedavisinde yararlıdır.

B5 vitamini açısından zengin besinler:

Dana eti, karaciğer, balık, tavuk, yumurta, peynir, fasülye, tüm tahıllar, hububatlar, karnabahar, bezelye, avakado, patates, mısır, kuru yemişler de bolca bulunur.

B5 Vitamini eksikliği:

Direkt olarak B5 vitamini eksikliğine bağlı insanlarda oluşan hiçbir hastalık belirtilmemiştir. Bunun sebebi her türlü besinde bolca bulunmasıdır.

Ancak B5 vitamini eksikliğine bağlı bazı belirtilerin oluşabileceği kanıtlanmasa da varsayılmaktadır. Bunlar:



Sinir harabiyetleri
Solunum problemleri
Cilt problemleri
Artrit
Alerji
Doğumsal bozukluklar
Zihinsel yorgunluk
Baş ağrısı
Uyku bozukluğu
Kas spazmları, kramplar

B6 Vitamini

Pyridoxine olarak ta adlandırılan B6 vücutta depolanmayan ve suda eriyen bir vitamindir. Diyetle veya ek vitamin olarak mutlaka alınmalıdır.
Vücutta diğer birçok vitaminden daha fazla hayati fonksiyonları destekleyici rol oynar. Karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasında yer alır. Hormonlar, kırmızı kan hücreleri, sinir hücreleri, enzimler ve prostoglandinlerin oluşumunda rol oynarlar. Ayrıca B6 vitamini iştahımızı, ağrıya karşı duyarlılığımızı, uyku düzenimizi, ruh durumumuzu etkileyen serotonin adlı maddenin yapımında da etkili olmaktadır.B6 vitamini eksikliğinde ani uykusuzluk ve santral sinir sisteminin çalışmasında bozukluklar oluşmaktadır.

B6 vitamini bağışıklık sistemini güçlendirir, kolesterol birikimine engel olarak kalbi korur, böbrek taşı oluşumunu engeller. karpal tunel sendromu, adet öncesi gerginlik sendromu, artritler, allerjiler , geceleri oluşan bacak kramplarının tedavisinde de kullanılır.

Vitamin B6 eksikliği belirtileri:

Depresyon, kusma, anemi (kansızlık), böbrek taşları, dermatitler, uyuşukluk, bağışıklık sisteminin zayıflamasına bağlı olarak sık hastalanma gibi beleirtileri olabilir. Yeni doğanlarda B& vitamini eksikliğine bağlı olarak aşırı sinirlilik, huysuzluk; bazende kasılma nöbetleri görülebilir.

Ek vitamin B6 bulantı, sabah kusmaları ve depresyon tedavisinde kullanılabilir.

Başlıca Vitamin B6 kaynakları arasında muz, avakado, tavuk eti, patates, ıspanak, bezelye, bira mayası, havuç, yumurta, balık ve bütün hububatlar gelmektedir.

Önerilen günlük doz 2 mg dır.

Vitamin B6 zehirlenme yapabilen ender vitaminlerdendir. Günlük 500 mg a kadar güvenli olabilir ancak günlük 2 gr lık dozla sinir sisteminde geriye dönüşü olmayan bozukluklar ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca beyinde L-Dopa nın etkisini azaltabildiğinden L-Dopa tedavisi gören parkinson hastalarında kullanılmamalıdır.

B12 Vitamini

Kobalamin olarak ta adlandırılan B12 suda eriyen bir vitamindir. Diğer suda eriyen vitaminlerden farklı olarak vücut dokularında depolanabilir. Bu yüzden eksiklik belirtilerinin ortaya çıkması yıllar alabilir.
Vitamin B12 hayvansal gıdalarda bulunur.Karbonhidratlar, protein ve yağların işleme tabi tutulması için gereklidir. Özellikle sinir hücrelerinin büyümesi ve tüm hücrelerin tamirinde önemli rol oynamaktadır.Protein oluşumunda aminoasitlerin işlevinde rol oynamaktadır. Folic asit ile bileşimi sinir hücrelerinin kılıflarının korunabilmesi ve DNA sentezi için gereklidir; sinir iletilerini kolaylaştırır.

B12 vitamini ince barsaklarda emilir. Diyetle yetersiz alınım, bazı hastalıklar sebebi ile ince barsaklardan yetersiz emilim B12 vitamin eksikliğini oluşturur.

Hafif derecede B12 eksikliği çok sık görülür. Uyuşukluk, unutkanlık, sabahları yataktan yorgun kalkma gibi belirtiler verir.

Ağır vitamin B12 eksikliğinde ise sinir fonksiyonlarının bozulduğu kronik hastalıklar ortaya çıkmaktadır. alıcı sinir harabiyetine yol açabilir.

Yaş ilerledikçe vitamin B12 eksikliğinin görülme sıklığı artmaktadır. Araştırmalar 65 yaşın üstündeki kişilerin yaklaşık % 40 ında vitamin B12 eksikliği olduğunu göstermektedir. Bu yaşlarda görülen bazı zihinsel bozukluklar ve depresyonun bu nedenle oluşabileceği düşünülmektedir. Alzheimer hastalığına benzer belirtiler verebilir ve eksiklik uzun yıllar sürerse zihinsel bozulma geriye dönüşümsüz hale gelebilir.

Asetilkolin üretimini arttırdığı ve beyinde sinir iletimini düzenlediği için Alzheimer hastalığında koruyucu rolü olabileceği düşünülmektedir.

Folik asit ile birlikte doğum defektlerini önlemekte önemli rol oynar. Yine folik asit ve B6 vitamini ile birlikte kalp hastalıklarını ve damar tıkanıklığını önleyici rol oynamaktadır.

Çocuklarda görülen astımların, depresyonun, şeker hastalığına bağlı nöropatilerin, düşük sperm sayısı ve spermlerdeki hareket yetersizliğinin tedavisinde de B12 vitamini kullanılmaktadır.

HIV pozitif kişilerin % 35 inde vitamin B12 eksikliği olduğu bulunmuştur. Yararı tam olarak kanıtlanamasa da AİDS tedavisinde vitamin B12 eklenmektedir.

Vitamin B12 Kaynakları:

Dana eti, dana karaciğeri,böbrek,süt ve süt ürünleri, peynir, yumurta, midye, dil balığı, ringa balığı, uskumru, sardalya B12 vitamini içeren yiyeceklerdir. Sebzelerde ise B12 vitamini bulunmaz.
Vitamin B12 nin kanıtlanmış yararları:
Normal büyüme gelişmede olumlu rol oynar.
Sinir hasarlarında tedavi edici rol oynar.
Pernisiyöz anemi tedavisinde kullanılır,
Mide barsak sisteminin bir kısmı cerrahi olarak çıkartılmış hastalarda oluşabilecek B12 vitamin eksikliğine bağlı belirtileri önler.
Vejeteryanlarda ve birtakım emilim bozukluğu olan hastalarda oluşabilecek B12 vitamin eksikliğine bağlı belirtileri önler.
Bağışıklık sistemini ve sinir sistemini güçlendirir.
Vitamin B12 nin kanıtlanmamış ancak olası yararları:
Akıl ve sinir hastalıklarında faydalı olabilir.
Mikrobik hastalıklara karşı direnci arttırır.
İştahı arttırır.
Ortalamanın altındaki boy uzunluklarında yararlıdır.
Öğrenme ve bellek kapasitesini geliştirir.
Enerjiyi arttırır.



A Vitamini

A Vitamini yağda eriyen vitaminlerdendir.Balıkyağında, karaciğerde, tereyağı ve kremada, peynirde, yumurta sarısında bulunur.Sonradan A vitamini (retinol) ne dönüşecek olan Beta Karoten ve diğer karotenoidler ise yeşil yapraklı ve sarı sebzelerde ve tahıllarda bulunur.A vitamini karaciğerde depolanır. Isıya karşı sabit ve pişirilmeye dayanıklıdır.Yüksek miktarlarda alınması toksik reaksiyonlara (zehirlenme) neden olabilir. Vitamin A miktarı Retinol Equivalant ile ölçülür
Vücuttaki Fonksiyonları:

Sağlıklı deri ve saçlar için gereklidir.
Diş, dişeti, ve kemik gelişiminde önemli rol oynar
Normal iyi görme de ve gece görme de etkilidir.
Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir.
Akciğer, mide, üriner sistem ve diğer organların koruyucu epitelinin düzeninde rol oynar.
Eksiklik Belirtileri
Gece körlüğü
Xerophthalmia ( korneanın anormal kuruması ve kalınlaşması = göz kuruluğu)
Bağışıklık sisteminin zayıflaması, enfeksiyonlara elverişli hale gelme
Akne (sivilce) oluşumunda artış
Yorgunluk
Diş, diseti ve kemiklerde deformiteler
Aşırılık ve Zehirlenme Belirtileri
Karaciğer bozuklukları
Mide bulantısı ve kusma
Saç dökülmesi (saçlar çabuk kopar)
Baş ağrısı
Eklem ağrıları
Dudak çatlamaları
Saç kuruluğu
İştah kaybı



Beta Karoten Aşırılığı ve Zehirlenme Belirtileri

Avuçlarda ve ayak tabanlarında ciltte sarı-kavuniçi renk değişikliği.

Çocuklarda zehirlenme 300000 Retinol Equivalant A vitamini alımıyla oluşur. Yetişkinler de ise genellikle günde 100000 Retinol Equivalant A vitamininin aylar boyu alınması ile oluşur.

Yetişkin Erkeklerde Vitamin A gereksinimi 1000 Retinol Equivalant Yetişkin Kadınlarda Vitamin A gereksinimi 800 Retinol Equivalantdır.

D Vitamini

D Vitamini yağda eriyen vitaminlerdendir. Daha çok iki şekilde bulunur.Bunlardan aktif ergosterol, kalsiferol ve D2 vitamini gibi adlarla da bilinen ergokalsiferol ışınlanmış mayalarda bulunur.Aktif 7-dehidrokolesterol ve D3 vitamini gibi adlarla da anılan kolesalsiferol ise insan derisinde güneş ışığı ile temas sonucu meydana gelir ve daha çok balık yağında ve yumurta sarısında bulunur. Isıya karşı sabit ve pişirilmeye dayanıklıdır.Yüksek miktarlarda alınması toksik reaksiyonlara (zehirlenme) neden olabilir.

Vücuttaki Fonksiyonları

İnce barsaklardan kalsiyum ve fosforun emilimini düzenleyerek kemik büyümesi, sertleşmesi ve tam üzerinde etkili olur.
Raşitizmi önler
Böbrek hastalıklarında düşük kan kalsiyumu seviyesini düzenler.
Postoperatif kas kasılmalarını önler.
Kalsiyumla birlikte kemik gelişimini kontrol eder.
Bebekler ve çocuklarda kemik ve dişlerin normal gelişme ve büyümesini sağlar.



Henüz kanıtlanmamış olası etkileri:

Artrit, yaşlanma belirtileri ,sivilce,alkolizm, kistik fibrozis uçuk ve herpes zoster tedavisi, kolon kanserinin önlenmesi

Vitamin D alınımına dikkat edilmesi gereken durumlar:

Güneş ışığı bakımından yetersiz bölgelerde yaşayan çocuklar.
Yetersiz gıda alan ve fazla kalori yakan kişiler
55 yaşın üzerindekiler, özellikle menapoz sonrası kadınlar.
Emziren ve hamile kadınlar.
Alkol veya uyuşturucu kullananlar.
Kronik hastalığı olanlar, uzun süredir stress altında olanlar yakın geçmişte ameliyat geçirmiş olanlar.
Mide-barsak kanalının bir kısmı ameliyat ile alınmış olanlar.
Ağır yaralanma ve yanığı olan kişiler.



Eksiklik Belirtileri:

Raşitizm:(Çocuklarda D vitamini eksikliği ile oluşan hastalık)Çarpık bacaklar, kemik veya eklem yerlerinde deformasyonlar, diş gelişiminde gerilik, kaslarda zayıflık, yorgunluk, bitkinlik
Osteomalazi (yetişklerde D vitamini eksikliği ile oluşan hastalık) kaburga kemiklerinde,omurganın alt kısmında, leğen kemiğinde, bacaklarda ağrı, kas zayıflığı ve spazmları, çabuk kırılan kemikler.Aşırılık ve Zehirlenme Belirtileri
Yüksek kan basıncı
Mide bulantısı ve kusma
Düzensiz kalp atışı
Karın ağrısı
İştah kaybı
Zihinsel ve fiziksel gelişme geriliği
Damar sertliğine eğilim
Böbrek hasarları

E Vitamini

E Vitamini yağda eriyen vitaminlerdendir.Alfa,beta,gama ve delta tokoferolleri içerir. Bitkisel yağlar ve buğday tanesi en iyi kaynağıdır. Isıya karşı sabit ve pişirilmeye dayanıklıdır.
Vücuttaki Fonksiyonları

En iyi Antioksidandır.Hücre zarı ve taşıyıcı moleküllerin lipid kısmını stabilize ederek hücreyi serbest radikaller, ağır metaller, zehirli bileşikler, ilaç ve radyasyonun zararlı etkilerinden korur.

İmmun sistemin aktivitesi için gereklidir.Timus bezini ve alyuvarları korur.Virütik hastalıklara karşı bağışıklık sistemini geliştirir.

Göz sağlığı için hayati önem taşır.Retina gelişimi için gereklidir.Serbest radikallerin katarakt yapıcı etkilerini önler.

Yaşlanmaya karşı koruyucudur.Serbest radikallerin dokular, deri ve kan damarlarında oluşturduğu dejenaratif etkiyi önler.Yaşlanmayla ortaya çıkan hafıza kayıplarını da önleyici etkisi vardır.

Eksiklik Belirtileri

Çocuklarda hemolitik anemi ve göz bozuklukları

Yetişkinlerde Dengesiz yürüme, konsantrasyon bozukluğu, düşük tiroid hormonu seviyesi, sinir harabiyeti, uyuşukluk, anemi, bağışıklık sisteminde zayıflama.

E vitamini eksikliğinde kalp hastalıkları ve kanser riski artmıştır.

K Vitamini

K Vitamini yağda eriyen vitaminlerdendir.Kan pıhtılaşmasında önemli rol oynar. Lahana, karnıbahar, ıspanak ve diğer yeşil sebzelerde, soya fasülyesi ve tahıllarda bulunur.Genellikle vücutta barsak bakterileri tarafından sentez edilir.
Vücuttaki Fonksiyonları

Kan pıhtılaşmasını sağlar.

Bazı çalışmalar özellikle yaşlılarda kemkleri güçlendirdiğini göstermektedir.

Pıhtılaşmada ve kemik yapımında kalsiyum'a yardımcıdır.

Eksiklik Belirtileri

Kontrolsuz kanamalara neden olan K vitamini eksikliği malabsorbsiyon hastaları hariç ender görülür.Doğumdan sonraki ilk 3-5 gün içerisinde barsak florası henüz tam gelişmemiş olduğundan K vitamini eksikliği vardır.

Günlük Vitamin K ihtiyacı:

Genellikle sebzelerle alınan günlük 60-85 mg. herhangi bir eklemeye gerek kalmadan yeterli olmaktadır
lösemi kan kanseri ve çocukluk çağı kanserleri
1. S: Lösemi nedir?
C: Lösemi halk arasinda kan kanseri diye bilinen hastaliktir. Bu hastalikta çogunlukla kemik iliginden kaynaklanan ve bir tek hücrenin kanserlesmesi, daha sonra bu hücrenin bölünerek çogalip, önce kemik iligini, daha sonra tüm organlari istila etmesi durumu söz konusudur. Eger tedavi edilmezse olay kisa sürede hastanin kaybi ile sonuçlanir.
2. S: Çocuklukta Lösemi görülür mü?
C: Çocuklarda en sik görülen kanser türü Lösemidir. Beyaz irkta çocukluk çaginda Löseminin sikligi 100.000 canli dogumda yaklasik 5 kadardir.

3. S: Lösemi çocuklarda en sik hangi yaslarda ortaya çikar?
C: Lösemi en sik 2 - 5 yaslari arasinda görülür. Bu dönem çocuklarda Lenf dokusunun en aktif oldugu dönemdir.
4. S: Çocuklarda Lösemiye neden olan faktörler nelerdir?
C: Herseyden önce tüm kanserler gibi Löseminin de genetik bir hastalik oldugunu, yani vücudumuzdaki kanser önleyici veya kanser yapici genlerdeki bazi bozukluklar sonucu ortaya çiktigini bilmek gerekir. Bu bozulmayi kolaylastiran bazi faktörler vardir. Bunlar arasinda iyonizan radyasyon, bazi virüsler, bazi kimyasal maddeler ve bazi genetik hastaliklar sayilabilir.
5. S: Löseminin belirtileri nelerdir? Bir ebeveyn hangi durumlarda Lösemiden süphelenmelidir?
C: Löseminin klinik belirtileri birçok hastalik ile karisir. Halsizlik, istahsizlik, solukluk, düsmeyen ates, deride morluklar veya küçük kirmizi kanama odaklari, burun ve dis etlerinden kanama, karinda sislik, lenf bezlerinde büyüme, kol ve bacak agrilari bunlar arasinda sayilabilir. Bunlardan birinin veya birkaçinin olmasi durumunda bir çocuk kan ve kanser hastaliklari uzmanina basvurulmalidir.
6. S: Lösemi ölümcül bir hastalik midir? Bu hastalikta sag kalma orani nedir?
C: Lösemi çocukluk çaginda görülen kanserler arasinda tedavi sansi en yüksek olanlardan biridir. Günümüzün modern tedavi protokolleri ile akut Löseminin genel anlamda tedavi sansi %70 - 75 dir. Bazi Lösemi tiplerinde bu oran %90 in üzerine çikmaktadir.
7. S: Lösemi tedavisi için yurtdisina gitmek gerekir mi, yoksa tedavi olanaklari ülkemizde de mevcut mudur?
C: Ülkemizde Löseminin her türlü tedavisi en modern sartlarda ve yurt disindan çok daha ucuza yapilabilmektedir. Bunun için yurt disina gitmek gereksizdir.
8. S: Lösemi olusmasinda yiyeceklerin bir rolü var midir?
C: Lösemi ile yiyecekler ve yiyecekler içindeki koruyucu maddeler arasinda bugüne kadar herhangi bir iliski gösterilememistir.
9. S: Lösemi olusmasinda ebeveynin ihmali söz konusu mudur?
C: Hamilelik sirasinda sigara içmek veya uyusturucu kullanmak ile veya hamileligin ilk 3 ayinda röntgen çektirmek ile Lösemi olusumu arasinda ilgiye isaret eden bilgiler vardir. Bu tür davranislardan kaçinilmalidir.
10. S: Lösemi tedavisi her hastanede yapilabilir mi?
C:Hayir, Lösemi tam donanimli ve Çocuk Kan ve Kanser Hastaliklari bölümü bulunan bir hastanede tedavi edilmelidir. Bu hastaligin tedavisi ancak bu konudaki uzman kisiler tarafindan yapilmalidir.
Çocukluk Çagi Kanserleri (Ç.Ç.K.) tüm kanserler içerisinde % 2 oraninda görülür. 15 yas altindaki tüm çocukluk çagi içerisinde rastlanilan ölümlerin %10’nu ÇÇK nedeni iledir. Çocukluk çagi kanserlerinin eriskin dönemde görülen kanserlerden klinik, biyolojik ve ve genetik bakiminda bir çok farkliliklari bulunmaktadir. Amerika’daki SEER programi sonuçlarina göre Bir milyon nufuslu bir popülasyonda her yil yeni kanser görülme sikligi 129.77 çocuk olarak bildirilmistir. En fazla 0-5 yas arasinda görülmektedir.ÇÇK’lerinin görülme sikliginin ülkelere ve çografi bölgelere göre degisiklik gösterdigi saptanmistir. Örnegin Akut lenfoblastik lösemiye en fazla Çin, Japonya ve Amerika’da rastlanirken, Ortadogu ve Afrika’da daha az rastlanilmaktadir. Yine Lenfomalara en fazla Afrika rastlanirken , Japonyada en az rastlanilmaktadir.
Genel olarak çocukluk çaginda görülen kanserlerin sikligi Tablo-1’de verilmistir 1 . Bu siralamaya göre en fazla görülen hastalik lösemilerdir.

HASTALIK ADI
GÖRÜLME SIKLIGI (%)

Akut Lösemi /ALL,AML)
27.5

Santral sinir sistemi Tüm.
20.7

Lenfomalar
11.3

Nöroblastoma
7.3

Böbrek tümörleri
6.1

Kemik tümörleri
4.7

Rhabdomyosarkoma
3.4

Retinoblastoma
2.9

Diger tümörler
16.1




KANSER NEDENLERI


Çocukluk çagi kanserlerinin nedenleri halen bir çok bilim adami tarafindan arastirilan bir konudur. Bu konuda üzerlerinde durulan en önemli nedenler asagida siralanmistir.

1-Ailesel geçis : Bir ailede kanser görüldügünde anne ve babayi endiselendiren en önemli soru , diger çocuklarinda da kanser görülüp görülmeyecegidir ? Bu soruya hemen evet veya hayir demek zordur. Ancak kanserin bazi türlerinin ailsel geçis özelligi olabilir. Daha ziyade Down sendromu gibi genetik bozukluga sahip bir çocukta kanserin ortaya çikma ihtimalinin daha fazla olabileceginden bahsedilebilir. Retinoblastoma ve glioma gibi tümörlerin ailesel geçis ile yakin ilskileri olabilir. Bu oran %1-10 arasinda degismektedir. Ayrica kromozom anomalileri bulunan ailelerde kansere meyilden bahsedilebilir. Bu yüzden bir ailede kanser görüldügünde diger aile fertlerinde de görülebilecegini söylemek zordur.

2-Ultraviyole Radyasyonu : Ultraviyolenin cilt kanserlerine yol açtigi bilinmektedir.

3-Ionize radyasyon : Ionize radyasyonun lenfositlerde kromozomal anomalilere yol açarak kansere neden olabilecegi ileri sürülmektedir. Hamilelik döneminde rasyasyona maruz kalan annelerden dogan çocuklarda kanser görülme olasiligi diger çocuklara oranla daha fazladir. Bilindigi gibi 2.Dünya savasi sirasinda Hiroshima ve Nagasaki’ye atilan atom bombasindan sonra o bölgelerde yasiyan ailelerin çocuklarinda kanser görülme insidansinin 3 kat daha fazla artmis oldugu bilinmektedir.

4-Elektromagnetik dalgalar : !979 yilinda Werheimer ve Leeper tarafindan yapilan bir çalismanin sonucunda elektromagnatik dalgalarin ÇÇK’ne yol açabilecegi (Bilhassa lösemi) bildirilmistir.

5-Kimyasal ajanlar : Aflatoksinler, Aromatik aminler,rsenik, Asbestos, Benzene, sigara, Nikel , Polisiklik hidrokarbonlar,trikloroetan ve Vinyl kloride Kansere yol açtigi bilinen kimyasal ajanlardir. Pesatori ve arkadaslari 1993 yilinda Italya Sveso’daki bir endüstiriyel kazadan sonra dioxin ile temas edenlerde kanser riskinin artmis oldugunu vurgulamislardir. Insektisidlerinde kansere yol açabilir.

6-Viral enfeksiyonlar : Ebstein Barr virusünün Burkitt lenfomasina yol açtigi bilinmektedir. Ancak bazi viruslerin insanlarin kromozomlarinda bulunan kanser genlerini aktive ettikleri ileri sürülmektedir.

Sonuç olarak bazi kanser türlerinin haricinde hala kanserin kesin nedeni bilinmemektedir

LÖSEMILER


Günümüzde lösemilerin nedenleri bilinmemekle beraber, hastanin içinde bulundugu çevresel faktörler ve genetik yapisi arasindaki karsilikli etkilesim sonucunda ortaya çiktigi düsünülmektedir. 15 yas altinda her yil yeni hasta görülme sikligi 100.000 kiside 4 olarak bildirilmektedir. En fazla dört yas civarinda görülür. Lösemi blast adi verilen lösemi hücresinin kontrolsüz çogalmasi sonucu basta kemik iligi olmak üzere çesitli organ ve dokulari tutan malin bir hastaliktir. Tedavi edilmedigi zaman ölüm ile sonuçlanir. Ancak günümüzde kullanilan etkili ilaçlar ve kemik iligi transplantasyonu ile çok basarili sonuçlar alinmaktadir. Lösemiler akut ve kronik olarak ikiye ayrilir. Kronik lösemilere çocukluk çaginda nadiren rastlanir. En sik rastlanilan lösemi türü akut lenfoblastik lösemidir.

Akut Lösemi;
Akut lösemiler lenfoblastik ve myeloblastik olmak üzere iki gruba ayrilir. Tedavileri ve sonuçlari farklidir. Akut lenfoblastik lösemiler tedaviye daha iyi yanit verirler.
Klinik : Hastalik solukluk, yorgunluk, kilo kaybi, ates, kemik agrisi, istahsizlik ve halsizlik gibi genel sikayetler ile basliyabilir. Bazen çok kisa sürede doktora müracaat edilen bir klinik tablo gelisebilirken , bazen de aylarca süren hafif belirtiler ile seyredebilir. En fazla romatizma ile karisabilir. Muayenede boyun, kasik ve koltuk altinda bezeler, karaciger ve dalakda büyüme, vücutta toplu igne basi büyüklügünde kizarikliklar ve/veya daha büyük morluklak tespit edilebilir.
Laboratuar: Bu sikayetler ile doktora basvuran hastanin yapilan kan sayimi ve yaymalarindan hastaliktan süphe edilir. Beyaz kürenin bazen 6000 mm3/dl altinda , bazen de 100.000 mm3/dl üzerinde olabilir. Beyaz kürenin yüksek oldugu durumlarda hastalik enfeksiyonlar ile karistirilabilir. Ayrica hemoglobin düzeyinde düsme (kansizlik) ve trombositopeni (kan pulcuklarinin azalmasi) görülebilir.
Tani : Kesin tani kemik iligi muayenesi ile konur.
Tedavi: Kemoterapi, Radyoterapi ve kemik iligi transplantasyonudur.

Tedavi malin hücrelerin ortadan kaldirilmasini hedefler. Hastalikta merkezden merkeze tedavi degisebilmektedir. Esas olarak baslangiçta Indiksiyon tedavisi denilen ve lösemik hücrelerin ortadan kaldirilmasini hedefliyen bir tedavi uygulanir. Bu Hücum tedavisi tam remisyon saglamak için verilir. Tespit edilebilir lösemik hücrelerin kaybolmasi ile hasta remisyonda kabul edilir. Kemik iligi ve kan sayimlari normale döner. Bu tedavi genellikle 4 haftaliktir. Hastalarin %90’ni bu süre içinde tam remisyona girerler.
Lösemik hücrelerinin sayisi azaltildiktan sonra hastaligin tekrarlamamasi için ve tahlillerde görülemiyen kalinti lösemik hücreleri temizlemek için idame tedavisi düzenlenir. Idame tedavisi kiz çocuklarda en az 2 yil , erkek çocuklarda 3 yildir. Bu tedavi yoluyla siddetle kemik iligi baskilandigi için nötropeni (beyaz kürenin düsmesi) gelisebilir.
Hastaligin baslangicinda veya idame tedavisi sirasinda Santral Sinir Sistemi tutulumu tespit edilebilir. En sik belirtiler bas agrisi, kusma ve ense sertligidir.

Hastalik bazen idame tedavisi sirasinda tekrar ortaya çikabilir. Bu nedenle hastalarin düzenli takibi gereklidir.

Prognoz : Hastanelerde kullanilan çesitli yogun kombine kemoterapi protokolleri ile 5 yillik yasam orani çocugunuzun girecegi risk grubuna göre %60 ile % 90 arasinda degismektedir.



LENFOMALAR


Lenfoma lenf bezlerinin malin hastaligidir. Hodgkin hastaligi ve non-hodgkin lenfoma olmak üzere ikiye ayrilir.

Hodgkin Hastaligi;
Etyolojisi tam bilinmeyen ve karakteristik olarak Reed-Stenberg hücresi ile tani konan bir hastaliktir. Hastalik en fazla boyundaki lenf bezlerinin büyümesi ile baslar. Ancak vucutda lenf bezi olan her yerden ortaya çikabilir. Tedavi edilmedigi takdirde tüm vücuda yayilir. Hastalik ergenlik çagindan hemen önceki dönemde ve yirmili yaslarda daha sik görülür.
Klinik:

1-Ates, gece terlemeleri, halsizlik, yaygin kasindi ,
2-Boyun, koltuk alti ve kasik bölgesinde bezelerde büyüme (lenfadenopati).
3-Karaciger ve dalakta büyüme ,
4-Son 6 ayda % 10 dan fazla kilo kaybi,
5-Kansizlik.

Laboratuar : Anemi, beyaz küre ve trombositlerde artma veya azalma görülebilir. Sedimentasyon yükselmistir. Tam kan sayimi yapilir. Kemik iligi biyopsisi yapilmalidir. Kesin tani lenf bezi biopsisi ile konur.

Tedavi : Kombine kemoterapi uygulanir. Tedavi süresi bu hastalarda maksimum 6 aydir. Tedaviye çok iyi cevap alinir. Genelde ABVD veya COOP adi verilen tedaviler kulanilir.

Prognoz : Bu hastaligin tedavi sonunda hastada basari orani %90’nin üzerindedir.



Non-Hodgkin Lenfoma;

Hodgkin Hastaligi gibi vucutta bulunan tüm lenf nodlarindan ortaya çikabilir. Ancak Hodgkin Hastaligina nazaran daha yaygin olarak lenf nodlarini etkileyebilir. Etkilenen lenf nodlari sert ve agrisizdir. Bazen bagirsaklardaki lenf dokularini bile etkileyebilir. En sik ortaya çiktigi bölge karin içindeki lenf nodlaridir.

Klinik : Hastalikta klinik etkilenen bölgeye göre degisir. Karin içinden ortaya çiktiginda karin agrisi, kabizlik ve karinda kitle ile kendisini belli eder. Gögüs kafesi içinden ortaya çiktiginda nefes darligi, inatçi öksürük ve muayenede solunum seslerinde anormal bulgular tespit edilebilir. Vücudun degisik bölgelerinde ortaya çikabilir. Klinikte degisik büyüklükte bezelerin tespit edilmesi ile süphelenilir. Ayrica bu hastalarda karaciger-dalak büyümesi, idrar çikarma miktarinin azalmasi, havale geçirmesi, kusma, santral sinir sistemi bulgulari, döküntülerin olmasi, sik enfeksiyon geçirmesi, halsizlik ve kilo kaybi da olabilir.

Laboratuar : Etkilenen bölgeye ve hastaligin yayginligina göre degisik labratuvar bulgulari tespit edilebilir. Karaciger ve böbrek tutulumu oldugunda bu organlara ait fonksiyon testleri bozulur. Kemik iligi tutulumu olabilir. Etkilenen bölgenin çekilen grafilerinde ve tomografilerinde kitle veya lenfadenopati tespit edilir.

Tedavi : Kemoterapi, radyoterapi seklindedir. Toplam süresi ilk 6 ayi daha yogun olmak üzere tedavi süresi 2 yil ve 3 yil arasinda degisir.

Prognoz : Basari orani köken aldigi yere ve hastaligin yayginligina göre degismekle birlikte %70 ile % 90 arasinda degismektedir.



NÖROBLASTOMA


Nöroblastoma, sempatik sinir sisteminden menseini alan bir malin tümördür. Çocukluk çaginin en hizli büyüyen tümör-lerinden biridir. Hastalik tani kondugunda genellikle metastaz yapmistir. Öncelikle kemik iligine metastaz yapmaya egilimlidir. Yeni dogan bebeklikten itibaren tüm yas gruplarinda görülmekle birlikte, en çok 2-5 yas grubu çocuklarda görülür.

Klinik : En fazla karin içindeki sempatik ganglionlardan ve surrenal medullasindan menseini aldigi için en önemli bulgu orta hatti geçen karinda kitle ile kendini belli eder . Ayrica ates, kansizlik, zayiflik, ishal, tansiyon yüksekligi , gözlerinin öne dogru çikmasi, kemik agrisi ve kilo kaybi gibi semptomlar görülebilir.

Laboratuar : Tam kan sayimi yapilir. 24 saatlik idrar toplanir, kemik iligi aspirasyonu yapilir. Beyin ve tüm vücut tomografileri çekilir, kemik sintigrafisi yapilir ve idrarda VMA/HVA gibi nöroblastomaya özgü tümör markirlarina bakilir .

Tedavi : Ana tedavi cerrahidir. Tümörün çikarildigi durumlarda tedavi daha kolay ve kisa sürelidir. Tümörün çikarilamadigi durumlarda ise kemoterapi ve radyoterapi yapilir. Tedavi 1 yil ile 2 yil arasinda degisir. Kemoterapik ilaçlarla hastalarin yaklasik olarak % 45’inde remisyon saglanir.

Prognoz : Tedavisi en güç kanser türüdür. Basari orani hastaligin yayginligina göre %25 ile %70 arasinda degisir. Bir yasin altindaki çocuklarda prognoz daha iyidir.



WILMS TÜMÖRÜ


Wilms tümörü böbregi tutan üriner sistemin en yaygin maling hastaligidir. Genellikle karnin sag veya sol kisimda veya her iki tarafinda sert ve agrisiz bir kitle ile kendini belli eder.

Klinik : Karinda sislik, kitle ve karin agrisi , ates, tansiyon yüksekligi ve idrarda kan görülmesi ile hastaliktan süphe edilir. Beraberinde dogustan göz bozuklugu, böbrek bozuklugu ve vucudun bir yarisinda anormallik tespit edilebilir. Özellikle 5 yas altina daha sik görülür.

Laboratuar : Kan sayimi, akciger grafisi, karaciger fonksiyon testleri ve böbreklerin ilaçli filimleri çekilir. Idrarda kanama olup olmadigina bakilir.

Tedavi : Tedavi cerrahidir. Cerrahinin ardindan kemoterapi ve radroterapi uygulanir. Kemoterapi ameliyat öncesi ve sonrasi olabilir. Radyoterapi cerrahi tedaviden 24 ile 72 saat sonra uygulanir.

Prognoz : Çocukluk kanserleri arasinda tedaviye en iyi cevap veren tümördür. Tam iyilesme olan erken dönem hastalarda %90’in üzerindedir.



RABDOMIYOSARKOMA


Rabdomiyosarkoma çocuk çaginda en sik görülen yumusak doku tümörüdür. Kas dokusundan menseini alir. Vucuttta kas olan her yerden ortaya çikabilir. Siklikla üriner ve perianal bölgeden, bas,boyun ve ekstremitelerden ortaya çikar.

Klinik : Tümör kas dokusunun bulundugu her yerden ortaya çiktigi için klinik bulgular orjinini aldigi yere göre degisir. En önemli bulgu orjinini aldigi yerde kitle görünümünün olmasidir. Genellikle bas, boyun, ekstremiteler ve pelvik bölgelerde nedeni belirsiz sisliklerle ortaya çikar. Tutulan yere göre degisen bozukluklar ortaya çikar. En sik ilk 2-5 yaslari arasinda görülür. Farkli tipleri vardir. Vücudun her yerine yayilabilir.

Laboratuar : Tam kan sayimi, kemik iligi aspirasyonu ,grafiler ve tomografiler çekilir.

Tedavi : Cerrahidir. Cerrahi tedavi uygulanamiyorsa kemoterapi ve radyoterapi uygulanir.

Prognoz : Hastalik bir bölgede ise sonuç daha iyidir. Tedavinin son asamasinda otolog kemik iligi nakli yapilir.



RETINOBLASTOMA


Gözden menseini alan bir tümördür. Göz küresini saran retina tabakasindan menseini alir. Göz küresinin içine ve/veya kafa içine dogru yayilmaya meyillidir. Nöroblastoma gibi sempatik sinir sistemi tümörlerindendir. Tek veya her iki gözden de ayni anda ortaya çikabilir.

Klinik : En önemli klinik bulgu gece isikta gözde “kedi gözü” tabirinin kullanildigi isiktaki yansimadir. Ilerlemis vakalarda göz beyaz bir kitle haline dönüsür. Kafa içine yayilmis ilerlemis vakalarda KIBAS denilen bas agrisi,kusma ve kafa çiftlerinde felçlerin ortaya çiktigi bir tablo ortaya çikar.

Laboratuar : Kafa filmleri, CT,kemik iligi muayenesi ve idrarda VMA gibi testler yapilir.

Tani : Gözün anestezi altinda muayenesinden sonra süphelenilen vakalarda gözün alinmasi ve patolojik incelenmesi sonucunda konur.

Tedavi : Cerrahi, Radyoterapi ve kemoterapidir.

Prognoz : Erken yakalanilan vakalarda iyidir.



BEYIN TÜMÖRLERI


Çocukluk çagi tümörlerinin içerisinde lösemilerden sonra siklikta görülür. Patolojik ve klinik olarak bir çok çesidi vardir. Astrositoma, glioma feokromositoma gibi türler çocukluk çaginda daha sik görülür.

Klinik : En önemli klinik bulgu KIBAS’a bagli olarak gelisen sabah kusmalari ve bas agrilaridir. Ayrica suur degisiklikleri, havale geçirme, yürüme ve denge bozukluklari, görme bozukluklari , kafa sinirlerine ait felçler ve kol ve bacaklarda ortaya çikan felçler ile kendisini belli eder.

Laboratuar : Santral sinir sistemi tümörlerinin radyolojik olarak degerlendirilmesi önemlidir. Direk grafiler çok yardimci olmayabilir. Bu nedenle tomografi çekilerek (Kontrasli CT) degerlendirilmelidir. Genellikle grafilerde yer kaplayan ve/veya kalsifiye olmus tümöral kitleler tespit edilir.

Tedavi : Öncelikle cerrahi tedavi gerektirir. Tümörün tipine bagli olarak kemoterapi veya radyoterapi uygulanir.

Prognoz : Tümörün tipine bagli olarak basari %25 ile %65 arasindadir.



KEMIK TÜMÖRLERI


Çocukluk çaginda en sik rastlanilan kemik tümörleri osteosarkom ve Ewing sarkomudur.

Ewing Sarkomu;
Tüm çocukluk çagi tümörleri içerisinde % 1 oraninda rastlanir. % yasindan önce nadiren görülür. Genelde 10-15 yas arasinda ortaya çikar. Erkek çocuklarda biraz daha sik görülmektedir. Nadiren beraberinde baska kemik anomalileri veya genital sistem anomalileri görülebilir.

Klinik : En sik rastlanilan bulgu agri ve etkilenen kemik bölgesinde ortaya çikan sisliktir. Genelde sistemik baska bir bulguya rastlanilmaz. Ancak ilerlemis hastalikta halsizlik, kilo kaybi ve ara sira ortaya çikan ates görülebilir.

Ayirici Tani osteosarkom, kemik iltihabi, nöroblastoma, lösemi ve diger kemik tümörleri ile yapilmalidir.

Tani : Radyolojik çalismalar ve biopsi materyalinin incelenmesi konur.

Tedavi : Sistemik tedavi yapilmayan hastalarin %90’inda metastazlar gelisebilir.Esas tedavi cerrahi olarak tümörün çikartilmasidir. Daha sonra lokal rayoterapi ve sistemik kemoterapi yapilmalidir. Son yillarda kemik iligi transplantasyonu ilede basarili sonuçlar alinmaktadir.


OSTEOSARKOMA


Kemiklerin primer malin tümörüdür. 10 yasindan sonra ve erkek çocuklarda daha sik görülür. Hizli kemik büyümesi olan adolasan çocuklar daha fazla etkilenir. Tümör olusmasinda radyasyon az da ola etkisi saptanmistir (%3). Ailesel geçen retinoblastoma olgularinda da normal popülasyondan daha fazla oranda görülür.

Klinik : En sik bulgu etkilenen bölge etrafinda ortaya çikan sislik ve agridir. Bulgular genelde hastaligin baslangicindan sonraki 3. Aydan sonra ortaya çikar. Genelde uzun kemikler tutulur. Özellikle diz eklemine yakin bölgelerde görülür. Tani aninda sistemik tutulumu olan hastalarda prognoz iyi degildir.

Tani : Radyolojik çalismalar ve biopsi materyalinin incelenmesi konur.

Tedavi : Genelde klasik radyoterapiye fazla cevap alinamaz. Esas tedavi primer tümörün cerrahi olarak çikartilmasidir. Klasik cerrahi tedavi ampütasyondur. Sadece cerrahi girisimler metastazlari önliyemedigi için, cerrahi sonrasinda yogun kemoterapi uygulanmalidir. Genelde lokal radyoterapiye fazla bir cevap alinamaz. Bu nedenle bazi merkezlerde tümörün yayilmasini önlemek amaci ile önce sistemik kemoterapi , arkasindan cerrahi girisim yapilmaktadir.



KEMOTERAPININ YAN ETKILERI


1- ENFEKSIYON: Kanser tedavisinde kullanilan kemoterapi ilaçlari çocukta nötropeniye (beyaz küre düsüklügüne) neden olur. Beyaz kürenin 2000 mm3 altina düsmesine nötropeni denir. Beyaz kürenin düsmesi sonucu ortaya çikan en önemli komplikasyon ENFEKSIYON’dur. Beyaz küre’yi olusturan nötrofillerin 500 mm3 altina düsmesi halinde enfeksiyon riski artar. Bu dönemde hastanin atesinin sik kontrol edilmesi gerekir. 24 saat içinde bir kez 38.50 C veya iki kez 380 C ates tespit edilmesi haline nötropenik ates denir. Hemen enfeksiyon yönünden tedaviye baslanir. Nötropenik hastalara izolasyon ve nötropenik diyet uygulanir.

Izolasyon Uygulamasi : Hastanin derhal odasi ayrilmalidir. Odaya girerken saglik personeli maske, bone, gömlek ve galos kullanilmalidir. Temizligine çok dikkat edimeli ve eller sik sik yikanmalidir. Kullanilan kep, maske, galos ve gömlek günlük olarak degistirilmelidir. Hastanin tüm vücut temizligine ve vücut bakimina çok özen gösterilir. Ziyaretçi giris çikislari kontrol altina alinmalidir.

Diyet : Çig sebze ve meyveler mümkün oldugunca verilmemelidir. Her sey bol boy yikanmali (kullandigi tüm bardak, çatal vb.) ayrica kagit havlu ve peçete kullanilmali, bez havlu kullanilmamalidir.Bu dönemde çocuga yiyecekleri steril verilmelidir. Steril yiyecekleri hazirlarken düdüklü tencere kullanilmali yada yiyecekler mikrodalga firindan geçirilmelidir. Her ögünde yemekler taze pisirilmelidir. Yemek yedirmeden önce ve sonra mutlaka eller bol bol yikanmalidir. Hastanin enfekte kisilerle görüsmesi yasaklanir (kisiler gripli, dudagi uçakla yada nezle ise hasta ile görüstürülmemelidir). Bu dönemde çocuklara canli asi yaptirilmamalidir. Daha sonra doktorun tavsiyesine göre uygun bir zamanda yaptirilabilir. Hastanin mümkün oldugu kadar yaralanmamasina, bir yerlere çarpmamasina ve düsmemesine dikkat edilmelidir. Olusacak yaralanmalarda enfeksiyon riski olabilir.
Hasta aileleri enfeksiyon belirtileri olur olmaz derhal doktoruna basvurmalidirlar.



2-KANAMA : Normal bir insanin trombosit sayisi 200.000 - 500.000 mm3 arasinda degismektedir. Trombosit sayisinin 50.000 mm3 ün altina düsmesi kanama yönünden risk olusturur.Uygulanan kemoterapi ilaçlarinin kemik iligi üzerindeki baskilayici etkisi nedeniyle trombositler düser. Bu komplikasyon lösemide hem hastaliga, hemde tedaviye bagli olarak gelisir. Trombositlerin düsmesi nedeniyle hastada toplu igne basi büyüklügünde kizarikliklar ve mor lekeler olusur. Trombositler 20.000 mm3 ‘ün altina düserse çocugu korumak için özel önlemler alinmalidir. Çocugun hareketleri azaltilmalidir. Her türlü yaralanmalardan ve düsmelerden uzak tutulmalidir.
Trombositlerinin düsük oldugu zamanlarda ayrica iç kanama riski olmasi nedeniyle hastada görülebilecek ani huzursuzluk, bayginlik, bilinç kaybi, tansiyonunda düsme gibi bulgular gelisebilir. Bu durumlar ortaya çiktiginda derhal doktoruna basvurmasi gerekir. Hastanin idrarinda, kakasinda veya kusmasinda herhangi bir kanama belirtisi oldugunda yine doktoruna haber vermesi gerekir.

3-ANEMI : Kirmizi küre normalde kadinlarda 4.800.000, erkeklerde ise 5.400.000 olur. Hastada kirmizi küre düsmesi nedeniyle anemi (kansizlik) gelisebilir. Kirmizi kan sayisi kullanilan tedavinin etkisi ile , enfekisyon, kanamanin yada kötü beslenmenin etkisiyle düsebilir. Lösemili çocuklarda teshis aninda ve rölaps(hastaligin tekrarlamasi) halinde anemi görülebilir. Bu durum lösemik hücrelerin normal kan hücrelerinin yerini almasi sonucu gelisir.
Anemiye Bagli Belirtiler: Yorgunluk, halsizlik ve solunum güçlügü, bas dönmesi olur. Bu durumlarda aileler dikkatli olup, hemen doktoruna haber vermesi gerekir.

4-AGIZ YARALARI : Kullanilan kemoterapik ilaçlarin yan etkisi olarak görülür . Kemoterapatik ilaçlar verildikten 7-10 gün sonra gelisebilir veya beyaz kürenin düsmesiyle ortaya çikabilir. Bunlara bagli olarak agiz yaralarini engellemek pek mümkün olmayabilir. Bunun için hastanin agizinin sürekli temiz tutulmasi ve bakimi önemlidir. Ayrica bu dönemlerde agizda kuruluk yaparak yaralar çikmasina neden olacagi için alkol, limon ve gliserinli maddeler kullanilmamalidir. Agiz temiz tutulup, gargaralarin düzenli kullanilmasi gerekir. Yemeklerden sonra mutlaka agiz bol su ile çalkalanip temiz tutulmalidir. Agiz yarasi olusmayan çocuklar yumusak naylon dis firçasi ile her yemekten sonra dislerini yavasca firçalamalidirlar. Hastalar gargara ve çesitli agiz bakimi solüsyonlari, agiz spreyi kullanmalidir. Baslangiçta agizda beyaz lekeler görülür. Hastalik ilerledikçe bu beyazliklar büyür. Bu belirtiler olusmaya baslayinca derhal doktoruna basvurmalari gerekir.

5-BULANTI-KUSMA : Genellikle kemoterapi ilaçlar verildikten 2 ile 6 saat sonra bulanti ve kusma görülür. Kemoterapi nedeniyle görülen bulanti ve kusmalar ilaç verilmesi bittikten 48 saat sonrasina kadar devam edebilir. Bu kusmalar uzun süre devam ederse ve bol miktarda olursa derhal doktora haber vermek gerekir. Onun için genellikle kemoterapiye baslarken kusma ve bulantiyi önleyici ilaçlar kullanilir. Kemoterapiden sonra bulanti ve kusmalari kismen azaltabilmek için bir takim önlemler alinabilir. Örnegin: Odanin sessiz olmasi, odanin isigini hafifletmek, fazla gürültü yapmamak, hastanin rahatlatilip uyutulmasi saglandiginda bu bulanti ve kusmalar kismen azalabilir.

6-ISHAL : Genellikle kullanilan ilaçlar hastada karin agrisi ve ishal yapabilir. Bu durumlarda az posali, bol sivi yiyecekler yedirilmelidir. Bol su verilir. Yiyeceklerine ve temizligine dikkat edilmelidir. Hastanin ishali, tedaviye bagli olmayabilir. Bu durumlarda ishali sik sik , pis kokulu, kanli ve müküslü oluyorsa derhal doktoruna basvurmasi gerekir. Ishalli hastanin beslenmesi önemlidir. Hastaya sik araliklarla bol sivi ve isal diyeti verilmelidir. Ishalli çocugun aldigi yiyecek miktari ve çikardigi miktar takip edilmelidir.

7-ALOPESI : Saç follekülleri kullanilan kemoterapik ilaçlara bagli olarak etkilenerek saç dökülmesine neden olurlar. Saçlarin dökülmesi çocugun önemli bir hastaliginin oldugunu ve yogun tedavi almasi gerektigini gösteren bir belirtidir. Tedaviye bagli olarak saçlarin dökülmesi sürekli bir olay degildir. Tedavi bittikten 4-6 hafta içinde yeniden çikmaya baslar. Ancak yeni çikan saçlarin renginde ve yapisinda degisiklik olabilir. Saç dökülmesi çocugu psikolojik olarak çok etkiledigi için, çocuga önceden anlatilmalidir.





TEDAVI SIRASINDA DIKKAT EDILMESI GEREKEN HUSUSLAR


Hasta kortizon(prednol) alirken mutlaka TUZSUZ yemesi gereklidir.

Kanama egilimli çocuklarda enjeksiyon ve benzeri girisimlerden sakinilmalidir.

Tedavinin sebep olacagi kabizligi önlemek için bol mevye, mevye sulari ve çesitli sivilar verilip barsaklar yumusak tutulmalidir.

Bulanti, kusma için gerektiginde anti-emetikler verilmelidir. Siddetli kusmalarda damardan sivi destegi yapilmalidir.

Iyi beslenme saglanmalidir. Tedavi günü ve öncesi bol sivi besinlerle beslenmelidir.



ENFEKSIYONDAN KORUNMAK IÇIN ALINACAK ÖNLEMLER


Hastaya enfeksiyonlu hiç kimseler yaklastirilmamalidir.

Beyaz küresi düsecegi için maske kullanilmali ve odasinin ayrilmalidir.

Beyaz küresi düsecegi için yiyecekler steril olarak hazirlanmalidir (mikro dalga firindan geçirilmeli yada düdüklü tencerede pisirilmelidir)

Beyaz küresi düsük oldugundan ates, ishal, agiz yaralari oldugunda acilen hastaneye basvurulmalidir.

Enfeksiyonlardan korunmasi için EL YIKAMA çok önemlidir. Hastanin, yakinlarinin da sik sik ellerini yikamasi gereklidir.

Her tedavi sonrasinda beyaz kürenin düsecegi bilinerek bu dönemde siki takip edilmelidir.

Disardan gelen enfeksiyon degil , kendi vücudundan gelecek enfeksiyon için banyo yaptirilmalidir. Vücut ve agiz bakimi önemlidir.



HASTA VE AILEYE PSIKOLOJIK DESTEK



Çocugunuza kanser tanisi konuldugunda lütfen panige kapilmadan bu hastalik hakkinda daha genis bilgi edinmeye çalisiniz. Bu konuda doktor ve hemsireniz size gerekli yardimda bulunacaktir. Bu hastalik tedavi edilebilir bir hastaliktir. Fakat uzun süreli mücadele gerektirir. Çevrenizden gelen sözlü uyarilari fazla dikkate almadan kitaplardan veya bu hastalikla daha önceden karsilasmis olan ailelerden görüs alabilirsiniz. Aile düzeninizi bozmayacak sekilde hastalikla mücadele için bir yöntem gelistiriniz. Çocugunuzun iyilesebilecegine inanmalisiniz. Yine de olasi çocugunuzda ve sizde psikolojik sorunlar gelistiginde bu konuyla ilgili yardim almak için lütfen doktor ve hemsirenize basvurunuz.



KEMIK ILIGI VE KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU


Son yillarda hematolojik ve onkolojik hastaliklarin yeni tedavi sekli olarak kemik iligi transplantasyonu yapilmaktadir. Basarili transplantasyon sonrasi daha kaliteli ve daha uzun yasam süresi saglanabildiginden son zamanlarda sikca tercih edilen bir tedavi sekli olmustur. Amaç kök hücre adi verilen ve tüm hücrelerin menseini aldigi bu hücrelerin hastanin kemik iliginde yeniden yapilanmasini saglamakdir. Kök hücrenin bilinen üç kaynagi vardir. Kemik iligi, periferal kan ve kort kanidir. Kemik iligi ve kök hücre nakli bu üç kaynaga göre yapilir.

KIT (Kemik iligi transplantasyonu) 3 sekilde yapilmaktadir:

1-Otolog KIT : Hastanin kendi hücrelerinin uygun zamanda alindiktan sonra yüksek doz kemoterapi uygulanmasini takiben , tekrar hastaya verilme islemidir. Alina kemik iligi çesitli islemlerden geçirildikten sonra dondurulurak sivi nitrojen tanklarinda 5 yila kadar saklanabilir.

2-Allojenik KIT : Uygun doku gurubuna sahip kardes yada akraba olmiyan uygun kisilerden alinan kemik iliginin hastaya verilme islemidir.

3-Sinjeneik KIT : Ikiz kardesten alinan kemik iliginin hastaya verilme islemi olan seklidir.

Transplanta hazirlanan hastaya önce Hickman adi verilen ve santral venlere konulan bir katater yerlestirilir. Sonra hasta steril odalara alinir. Hazirlik rejimi adi verilen kemoterapi uygulanir. Bunda amaç hasta kemik iligini yok ederek yeni verilecek olan kök hücrelerin kolay yerlesmesini saglamaktir. Dogal olarak verilen kemoterapiye bagli olarak hastanin beyaz küresi, kan düzeyi ve trombosit düzeyi de düsmektedir. Kök hücre verildikten sonra kan ve trombosit destegi yapilir. Beyaz kürenin daha çabuk düzelmesi için G-CSF ve GM-CSF gibi ilaölar verilir.

Transplantasyondan sonra çocugun yasam bulgularinin ve iligin reddedilmesine iliskin belirtilerin yakindan gözlenmesi ve 10-20 gün süreyle çocugu koruyucu izolasyon uygulanmasi gerekir.

Transplantasyondan sonra 3 hafta süreyle periferal kan sayiminda artma gözükür. Immün sistemin ve lökositlerin normale dönmesi yaklasik 1 yil sürer. Bu dönem çocuk için önemlidir. Özenle bakilmasi ve enfeksiyondan korunmasi gereklidir. Ayni zamanda iligin reddedilme riski olabilecegi aileye özenle anlatilmalidir ve aile desteklenmelidir.
LÖSEMI

Damarlarimizda dolasan kanin yapim yeri olan kemik iliginin normal olmayan kan hücrelerince istila edilerek kan yapiminin duraksamasidir. En çok 2-6 yas grubu çocuklarda görülmektedir. Türkiye'de her yil 1000-1500 yeni lösemili çocuk vakasi ortaya çikmaktadir. Nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte genetik ve çevre faktörlerinin etkili oldugu sanilmaktadir.





BELIRTILERI:

- Ates
- Halsizlik
- Istahsizlik
- Kilo kaybi
- Nedensiz burun ve cilt alti kanamalari
- Kansizlik
- Lenf bezlerinde büyüme
- Karaciger-dalak büyümesi

TEDAVISI:
Lösemi, son derece uzun, zor ve pahali bir tedavi gerektirmektedir. Lösemi tanisi alan vakalara haftada, ayda bir damardan verilen çok sayida ilaç ve kemoterapi tedavisiyle 2.5 yil kadar süren bir tedavi uygulanir. Bu tedavi sonucunda % 70-85 oraninda tamamen iyilesme saglanabilir. Yanlizca % 5 oranindaki vakalarda ve uygun durumlarda kemik iligi nakli yapilabilir. Türkiye'de kemoterapi ve kemik iligi nakli bati ülkeleri standartlarinda, basariyla yapilmaktadir.

LÖSEMILI ÇOCUKLAR VE AILELERININ PROBLEMLERI:
- Okuldan uzak kalmak
- Arkadaslari tarafindan dislanmak
- Toplumun bu çocuklarin iyilesme sansinin olmadigini düsünmesi
- Maske yüzünden hastaligin bulasici oldugunun düsünülmesi
- Çocuklarin sosyal etkinliklere katilamamalari (Sinema, tiyatro, ...)
- Çocuklarin sevdikleri yiyeceklerden uzak durma zorunlulugu
- Kan bulamamak
- Parasizlik
- Hastanede çocuklarina refakat etmek isteyen ailelerin is yerlerinden çok sik izin almalari sonucu islerine son verilmesi
Normal Kan ve Kemik İliği
Kan plazma ve çeşitleri hücrelerden oluşur. Plazma genel olarak sıvı ve birçok kimyasal maddelerden: protein (albumin), hormonlar (tiroid hormonu), mineraller (demir), vitaminler (folik asid) ve bağışıklıktan sorumlu immunglobulinlerden oluşur. Hücre elemanları ise kırmızı kan hücresi, trombosit, beyaz kan hücresinden oluşur. Kanın tüm hücreleri kemik iliğinde yapılmaktadır.


LÖSEMİYLE İLGİLİ SORU VE CEVAPLAR

Kırmızı kan hücresi (Eritrosit=Alyuvar)
Kana kırmızı rengini verir, görevi vücudun iptiyacı olan oksijeni taşımaktır. Alyuvarların kandaki normal değerleri: 4.5-4.9 milyon/mm3 tür. Alyuvarlar içlerinde hemoglobin (Hb) taşırlar. Hemoglobinin normal değerleri: 12.0-14.5 g/dl, hematokritin normal değerleri:


Trombosit
Kanın pıhtılaşmasını sağlar. Normal koşullarda kanamayı önler. Böylece vurma, çarpma durumunda kanama durur. Trombositlerin kandaki normal değerleri: 150.000-400.000/mm3 arasındadır.



Beyaz kan hücresi (Lökosit = Akyuvarlar = WBC)
Enfeksiyonlar mücadelede görevlidir. Vücudun bağışıklık sisteminin bir komponentidir. Bakteri ve virüsler ile mücadelede önemli fonksiyonları vardır. Enfeksiyon durumunda akyuvar yapımı artar. Sayı çok düşükse enfeksiyonlara yatkınlık artar.
Akyuvarlar nötrofil, lenfosit, eozinofil, bazofil ve monositlerden oluşur.


Nötrofil
Primer olarak bakterileri öldürür.


Lenfosit
İmmun cevaptan sorumludur. T ve B lenfosit alt grupları vardır.


Eozinofil
Allerjik ve iltihabı reaksiyonlarda rol alır.


Monosit (makrofaj)
İmmun cevaptan özellikle virüs, mantar, tüberküloz gibi etkenlere karşı sorumludur.


Akyuvarların (WBC) kandaki normal değerleri
WBC: 5.000-10.000/mm3
Nötrofil: (WBC'nin) %50-60'ı
Lenfosit: (WBC'nin) %25-35'i
Eozinofil: (WBC'nin) %1-3'ü
Bazofil: (WBC'nin) %0-1

Kemik iliğinde kök hücresinin farklılaşması, çoğalması ve olgunlaşması sonucu yapılan tüm hücreler kanımıza salınır. Bu hücreler ancak olgun şekillerde vazifelerini yapabilir ve enfeksiyonlarla mücadele edebilirler.



Lösemi nedir?
Kan kanseri olarak da adlandırılan lösemi, kan hücrelerinin yapıldığı ve kemiklerin ortasını dolduran doku olan kemik iliğinin hastalığıdır. Kan hücrelerinin hatalı, başı boş, kontrolsüz yapımı sonucu oluşur. Lösemide kan hücreleri hep genç, ilkel kalır ve durmadan çoğalırlar. Bu ilkel şekildeki hücrelere blast denir.



Blast Nedir?
Blast hep genç, ilkel kalan ve vazifesini göremeyen beyaz kan hücresine denir.
Löseminin cinsine göre adlandırılırlar: Lenfoblast, miyeloblast, monoblast gibi.
İnsan yaşamında olduğu gibi kemik iliğinde de hücreler yapılır (doğar), büyür, olgunlaşır, çoğalır, kana verilir, vazifelerini görür ve ölürler. Aslında yeni doğan hücrede bir blasttır. Ancak bu blastlar kemik iliğinin 100 hücresinin 5'inden azdır ve olgunlaşmasını sürdürür. Lösemide ise hücrelerin hemen hepsi %20-%100'ü genç ve sorumsuzdur. Sayı olarak hızla ve dengesiz bir artış gösterir. Mikroskopta blastlar tipine göre farklı özel bir görünümdedir.



Lösemi belirtileri nelerdir?
Kemik iliğinde "lösemi blastları" ortaya çıkıp sürekli artmaya başladığında, bu artış giderek bir istilaya dönüşür. Kemik iliğinde bir yaşam kavgası başlar. Ancak bir süre sonra lösemi blastları her köşeyi kaplar. Artık kana renk ve dokulara oksijen veren kırmızı kan hücreleri, infeksiyonları önleyen beyaz kan hücreleri, kanamaları durduran trombosit hücreleri yoktur. O zaman çocukta ilk belirtiler ortaya çıkmaya başlar.
Kansızlık: Kırmızı kan hücreleri yapılamadığından hasta soluk, halsiz, iştahsızdır. Çabuk yorulur. Çünkü kalp, beyin, kaslar oksijensiz kalmıştır.
Kanama: Burun kanaması, dışkı-idrarda kanama, deride morluklar, kırmızı mor noktalar, çürükler gibi belirtiler olabilir. Çünkü, artık kanamayı durduran trombositler yoktur veya çok azalmıştır.
Ateş ve infeksiyon: Olgun beyaz kan hücreleri olmadığı için vücut müdafaasız kalır ve tüm mikroplar vücudu işgal edebilir.
Diğer organ tutulum bulguları: Hastalarda blastlar kemik iliğinden kana dökülürler. Bu hastaların kan sayımında çok yüksek sayıda beyaz kan hücresi-blast çıkabilir. Normalde 4.000-10.000/mm3 olan sayı 100.000/mm3'ü aşabilir. Bazı hastalarda ise çok az sayıda blast kana geçer. Kana karışan blastlar vücudun tüm dokularına yayılabilir. Ama beyin, testis gibi bazı yerleri de özellikle seçerler. Beynin lösemi hücreleri ile tutulumu sonucu baş ağrısı, bulantı, kusma, çeşitli sinir felçleri (yüz felci, ayaklarda felç) görülebilir. Erkeklerde yumurtalıkların tutulumu ile bu bölgede şişlik, kızarıklık, ağrı olabilir.
Lenf bezlerinde büyüme: Lösemi hücreleri lenfatik sistemi tutar ve bu bezlerde büyüme, sertlik olur, gözle görülür ve muayenede ele gelir. Kulak arkası, çene altı, boyun, koltuk altı, kasık gibi bölgelerdeki lenf bezleri tutulur.
Karın şişliği: Lösemik hücrelerin karaciğer, dalağı istila etmesi ile bu organlarda büyüme olur. Karın ağrısı, gerginlik, şişlik görülebilir.


Lösemi tipleri ve sıklığı:
Çocukta lösemi aslında çok nadirdir. Yüzbin çocuktan sadece 3-5'inde olur. Her yüz lösemili çocuktan yaklaşık %75'inde "Akut Lenfoblastik Lösemi" (ALL), %20'sinde "Akut Miyeloid Lösemi" (AML), %15'inde "Kronik Miyeloid Lösemi" (KML) vardır. Yani lösemi tek tip bir hastalık değildir. Bayaz kan hücrelerinin çeşitli alt gruplarından çıkışlarına göre isim alırlar (nötrofil, lenfosit, monosit v.b).
Eğer hastalık birden başlar, gürültülü, hızlı bir seyir gösterirse ve hızla ilerliyorsa buna "Akut" lösemi denir. Buna karşın sinsi, yavaş ve bazen de tesadüfen ortaya çıkıyorsa, "Kronik" lösemi adını alır. Kronik lösemide kemik iliği, blastların yanında yeterli, normal hücre de üretir. Bu da kemik iliğine yayılma eğilimi gösteren lösemi hücrelerinin tespit edilmesini geciktirir.


Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL)
Çocuklarda en sık görülen tiptir. "Lenfosit" adını alan beyaz kan hücrelerinin genç formunun kontrolsüz çoğalması ve işgali ile oluşur. Kısaca ALL diye bilinir. Hücre tiplerine göre L1, L2, L3; yüzey işaretlerine göre de B ve T hücreli olarak ayırt edilir. Genellikle 2-8 yaşlarda olur. Ancak her yaşta da görülebilir. Bilinmeyen nedenlerle erkek çocuklarda kızlardan daha sıktır.


Akut Miyeloid Lösemi (AML)
Çocukluk çağı lösemilerinin %20'sini oluşturur. AML diye de adlandırılır. Nötrofil, monosit gibi beyaz kan hücrelerinin infeksiyonlarla mücadele ile görevli tiplerinden kaynaklanır. Hücre tipine göre M0, M1, M2, M3, M4, M5, M6, ve M7 olarak ayırt edilir.


Kronik Miyeloid Lösemi (KML)
Bu tip de çocukların değil, erişkinlerin hastalığıdır. Çocuklarda çok nadirdir. Miyeloid seri de denen beyaz kan hücrelerinin hel olgun, hem de ilkel tipleri çoğalır. Sinsi bir gidiş gösteren bu tip lösemiye genelde tesadüfen veya hızla büyüyen dalak-karaciğerin neden olduğu sorunlarla tanı konur.



Lösemi neden gelişir?
Löseminin kesin nedeni bilinmektedir. Ancak çeşitli faktörler lösemi gelişiminde risk oluşturabilir.


Yüksek doz radyasyon
Japonya'da atom bombası atıldıktan sonra lösemi insidansında belirgin bir artış oluşmuştur (normalden 20-25 kez daha fazla). Bir kişi hamilelik döneminde röntgen çektirirse bebekte lösemi gelişme riski artabilir.
Hodgkin hastalığı nedeniyle ışın ve kemoterapi almış hastalarda 2-12 yıl içinde lösemi gelişme riski %5-10 oranında artar.
Fanconi Anemisi, Nörofibromatoz, Ataksi-Telenjiektazi'si olanlarda artmış risk vardır.
Kronik Miyeloid Lösemili hastaların %90'ında kromozom anomalisi (filadelfia kromozomu) bulunur. Tedavi ve kemik iliği nakli ile düzelebilir.


Kimyasal ajanlar ve ilaçları
Bir çok kimyasal ajan ile lösemi gelişimi arasında ilişki bulunmuştur. Bazen, gazolin ile uzun süre temas sonucu 20 kat fazla lösemi riski görülür.


Virüsler
Retroviruslar (RNA tümör viruslar), EBV, HLTV-1 lösemi oluşturabilir.


Tanı (Teşhis)
Yukarıda sıralanan (kansızlık, ateş, kanama vb.) bulgularla doktora getirilen hastaya kesin tanı için bazı testlerin yapılması gereklidir. Çünkü infeksiyöz mononükleoz (öpücük hastalığı), bademcik iltihabı, kansızlıklar, romatizma, menenjit, diğer kanserler, kedi tırmığı hastalığı gibi bazı hastalıklar lösemiyi taklit edilebilir.
İlk yapılacak işlem "kan sayımıdır". Sıklıkla parmak ucundan, bazen damardan alınan kandaki hücre sayıları özel yöntemlerle saptanır (kırmızı kan hücresi-bunu gösteren hemoglobin ve hematokrit, beyaz kan hücresi, trombosit).
Ayrıca bir damla kan lam denen camlara yayılıp boyanarak mikroskopla incelenir. Uzman bir doktor bu kan hücrelerini inceleyerek belli bir sonuç çıkartabilirse de esas tanı kemik iliği incelemesi ile konur.


Kemik iliği aspirasyonu
Kemik iliğini alma işlemi kısa ve zararsız bir olaydır. Ağrı olmasını önlemek için yapıldığı bölge özel ilaçlarla uyuşturulur veya hasta uyutulur. Hasta yüzü koyun yatırılır, kalça bölgesi uygun maddelerle temizlenir ve mikroplardan arındırılır ve uyuşturulur. Daha sonra özel bir iğne ile kalça kemiğinden çok az miktar kemik iliği (enjektör içine) emilir ve aynen kan gibi cam üzerine yayılır, boyanır ve mikroskopta incelenir. Bu incelemede hem löseminin olup olmadığı, hem de tipi belirlenir. Bazen buna ilave bazı kan ve kemik iliği, gen testleri gerekebilir.
Ayrıca blast hücrelerinin nereleri işgal ettiğini araştırmak içinde bazı testler yapılır. Akciğer filmi, karaciğer-böbrek testleri ve bel suyundan örnek alıp bakmak anlamına gelen "lomber ponksiyon" işlemleri yapılır.


Lomber Ponksiyon
Beyin-omurilik sıvısının incelenmesi beyin dokosunun lösemi hücreleri ile tutulumunu gösterir. Lomber ponksiyon için hasta oturur veya yatar pozisyonda ve doktora arkası dönük olarak yerleştirilir. Bel bölgesi temizlenir, uyuşturulur ve özel bir iğne ile girilerek bel suyundan birkaç damla örnek alınır. Bu sıvıda kan gibi cama yayılır, boyanır ve mikroskopla bakılarak blast olup olmadığı araştırılır.
Normalde hiç bir hücre yoktur. Varsa beyin-omurilik tutulumundan söz edilir.
Yumurtalıklar (testis) doktor tarafından muayene edilmelidir.
Şişme, renk değiştirme blastların işgaline işaret olabilir.



Kateter Uygulaması
Çocuklara acı veren iğne batırılarak parmak ucundan veya damardan kan alma işlemi yerine veya ilaçların, kan ve kan ürünlerinin deri-deri altı dokulara kaçmadan damar yoluyla verilebilmesi için derin damarlara kateter uygulaması (Hickman, Groschong) yararlıdır. Kateter narkoz altında göğsün sağ veya sol bölgesinden çıkış noktası bulup boyun kısmından derin damarlara yerleştirilir. Haftada 1-2 kez bakımı ve pansumanı gereklidir.


Hastaneye yatış ve tedavi
Bu önemli, ciddi, ancak iyileşmesi mümkün hastalıkla ilk mücadele, hastanede yapılmalıdır.
Bu dönemin bazı özellikleri ve safhaları vardır.


1- Lösemi tanısının aileye söylenmesi:
Mutlaka en zor dönemlerden biridir. Kıymetli evladının özellikle adı nedeniyle çok ürkütücü olan bu hastalığa tutulduğunu öğrenmek anne/baba için zor ve kabullenmesi güç bir durumdur. Bu anı anne/babaların tümü en zor dakika olarak tanımlamaktadırlar. Ancak tanının anne/babaya uygun ve doğru bilgilerin eşliğinde aktarılması doktorun önemli görevidir. Beraberinde psikiyatrist ve psikolog, sosyal uzman ile beraber konunun uzmanı bir doktor aileye tanıyı aktarır ve hastalığı tanıtır. Ayrıca anne/babanın sorularını da cevaplayarak birlikte mücadelenin ilk adımını atar.


2- Çocuğun hastaneye yatışı:
Hastaneye kabülü ile çocuk yepyeni bir dünyaya adımını atar. Yepyeni insanlar, garip aletler, canını da yakan birçok işlemlerle karşılaşır. Çevresi de kendisi gibi çocuklarla doludur. Onlarla ve yeni yaşamıyla bir denge sağlamaya çalışır. Özellikle küçük ise ilk günler sürekli bir isyan halindedir. Ağlar, bağırır, hiç kimseye yakınlık göstermez. Belki yalnız annesine inanır. Daha sonra bir kabullenme ve çevreye yönelme devri başlar. Hala ağrılı işlemler onu rahatsız eder, ama çevresiyle daha ilişkilidir. Bu dönemlerde doktor, hemşire yanında psiko-sosyal ekip de çocuğa ve anne/babaya destek olmalıdır.
Bütün çocuklar hastalıklarını da bilmek isterler. Anlayabileceği dille bilgi verilmelidir. Özellikle uzak kaldığı okulu, arkadaşları onu çok üzebilir. Yaşa göre oyun odaları veya okul dersleri ile ilişkisini sürdürebilecek bir hastane okulu çok yararlı olacaktır. Ayrıca meşguliyet eğitiminin yanında odalara özellikle mutlak izolasyon dönemlerinde konacak televizyon, bilgisayar, resim malzemesi çocuk için son derece faydalıdır. Oda meşguliyetlerinde psikososyal ekip ve anne de görev alır.
Uzun yatak istirahatlerinin sonucunda ortaya çıkacak kas erimesini önleyebilmek için egzersizler, bisiklet kullanımı, fizyoterapistler eşliğinde uygulanmaktadır.


Lösemi tedavisi:
Hastalığın tedavisi mümkündür. Ancak mutlak olarak anne/baba, çocuk ile doktor/hemşire/psiko-sosyal ekibin işbirliği şarttır.

Tedavide çeşitli yöntemler kullanılır.
a) Kemoterapi (ilaç tedavisi)
b) Radyoterapi (ışın tedavisi)
c) Destekleme tedavisi
d) Kemik iliği nakli

Doktorunuz çocuğunuza uygulayacağı tedaviyi bir çok özelliği göz önüne alarak seçecektir: tedaviyi kaldırabilmesi, hastalığının tipine göre en uygun tedavi seçimi v.b. dikkate alınacaktır. Amaç hastalığı iyileştirmektir. Aynı tanıyı alsalar bile sizin çocuğunuz diğerlerinden farklıdır. Asla hastaları ve hastalıklarını birbirleri ile mukayese etmeyin.


A) Kemoterapi (ilaç tedavisi)
Lösemi tedavisinde ilaçla tedavi çok önem taşır. Her gün daha yeni ve etkili ilaçlar bulunmakta ve kullanılmaktadır. Lösemide tipi ne olursa olsun ilk hedef, lösemi, "blast"larının işgalindeki kemik iliğini, yoğun ilaç tedavileriyle temizlemektir. Bu dönemde hasta değişen sürelerde ama mutlaka hastanede tutulmalıdır. Anne-baba-çocuk bu güç dönemi beraber atlatırlar. Damardan, ağızdan alınan ve ayrıca bel iğnesi ile verilen bir çok ilaç kullanılarak blastlara karşı savaş kazanılmaya çalışır. Bu döneme "HÜCUM" dönemi (indiksiyon da) demekteyiz.
Başarı sağlanırsa hedeflenen; kemik iliğinin uykuya sokulması "REMİSYON" ve blastlar yok edilerek yerini işe yarar iyi hücrelerin (kırmızı kan hücresi, beyaz kan hücresi, trombosit) almasıdır. ALL'li 100 çocuktan 90'ı AML'li 100 çocuktan 75'i "Remisyon"a ulaşacaktır.
İndiksiyon dönemini tamamlayan çocuklara sağlanan uyku dönemini daha da sağlamlaştırmak için bir "SAĞLAMLAŞTIRMA" (konsolidasyon) tedavisi uygulanır. Artık hastalığa karşı ilk zafer kazanılmıştır. Ancak hastalığın blast hücreleri beyin-omurilik gibi ilaçların çok iyi ulaşamadığı yerlere saklanabilirler, hatta ilk başlangıçta bile buraları tutabilirler. İlaçlarımızı onlara ulaştırmak için "lomber ponksiyon ve bel iğnesi (intratekal)" tedavi yapılır. Direkt olarak bel suyuna ilacımızı vererek saklanmış blastlara yüz yüze mücadele yapma şansını sağlarız. Aynı amaçla ikinci bir uygulama da başa (beyine) ışın tedavisi uygulamaktır. Bu tedaviye "Radyoterapi" denir.
Lösemide sık kullanılan ilaçlar, kullanım şekli:
Prednizolon / damar içi, kas içi ve ağız yolu
Vincristine / damar içi
L-Asparaginase / deri altı, kas içi (damar içi)
Cyclophosphamide / damar içi
Daunorubicine / damar içi
6-Mercaptopurine / ağız yolu
Methotrexate / damar içi, ağız yolu, intratekal
Aclarubicin / damar içi
Cytosine Arabinoside / damar içi, deri altı
Etoposide / damar içi
Thioguanine / ağız yolu
Mitoxantrone / damar içi
Amsacrine / damar içi

Lösemide kullanılan ilaçların yan etkileri:
Lösemi tedavisi şarttır, ancak ilaçlar iki tarafı keskin kılıç gibidir. Bozuk lösemi hücrelerini yok edip öldürdükleri gibi sağlam dokulara da zarar verebilmektedir. Tedavi sırasında istenmeyen etkiler görülmektedir.

Erken dönemde görülen yan etkiler:
Bulantı ve kusma:
Genellikle sitostatik ilacın verilmesinden 4 saat sonra gelişir ve 2 gün kadar sürer. Günümüzde bulantı kusmayı azaltıcı ilaçlar yararlı olabilir. Bulantı oluşumunun nedeni mide-barsaktaki hücrelerin zedelenmesi sonucu ortaya çıkan serotonin adlı hormondur.
Serotonin hormonunun sinir sistemi uyarısı ile beyindeki bulantı kusma merkezi uyarılır ve sonuç olarak bulantı-kusma gelişir.
Bulantı-kusma olduğunda ilaçlara ilâve olarak bazı önlemler yararlı olabilir. Besinler soğuk, ılık yenmeli, sıcak olanlardan kaçınılmalıdır. Ağır, yağlı, tatlı, tuzlu, baharatlı, karışık besin alınmamalı, limon sıkılmalı, patates, pirinçli gıdalar, elma, muz gibi meyveler tercih edilmelidir.
Ağır kokulardan uzak durulmalı, temiz hava alınmalı, müzik, televizyon, oyunlar ile dikkat başka alanlara çekilmeli ve uyumaya çalışılmalıdır.

Saç dökülmesi:
Kimi hastaların saçları tamamen dökülebildiği gibi bazılarının ki daha az etkilenir. Kaşlar, kirpikler, vücudun muhtelif yerlerindeki tüyler de dökülebilir. Ancak unutulmamalıdır ki bu durum geçicidir ve saçlar daha gür ve yumuşak olarak tekrar çıkacaktır.
Saçlar neden dökülür? Aslında saçın kendisi canlı değildir; saçlı deride bulunan saç hücreleri bu saçları üretir. Sitostatik ilaçlardan bu saç hücreleri zarar gördüğü için saçlar dökülür. Hücreler yenilenince saçlar tekrar çıkar.
Tedavi sırasında hastanın saçları kesilirse, dökülen saçlar etrafa saçılmaz ve rahatsızlık vermez. Ancak saçlar psikolojik nedenlerle kestirilmek istenmezse daha dikkatli bakım ister. Saçlar ılık su ile tahriş etmeyen şampuanlar ile yıkanmalı, jöle, lastikli toka v.s. kullanılmamalıdır. En iyisi bone takmaktır. Bu dönemde peruk takılabilir.

İnfeksiyonlara artmış eğilim:
İlaçların başlıca yan etkisi enfeksiyonlara sık ve ağır olarak yakalanmadır.
Tedavi sırasında gerek savunma sisteminin diğer hücreleri, gerekse akyuvarlar sayıca azalacağı ve fonksiyonları da bozulacağı için vücut direnci bozulur ve solunum yolu, idrar yolu, barsak, mukoza infeksiyonları da artar. Enfeksiyon etkenleri olarak viruslar (Herpus uçuk virusu, CMV, EBV, parvovirus) mantarlar (candida ve aspergillus) ve bakteriler (Gram (+) ve Gram (-), anaerobik) sayılabilir.

Kendimizi İnfeksiyonlardan nasıl koruyalım?
- Besinlerimizi ihmal etmeyelim, düzenli beslenelim.
- Kendimizi aşırı yormayalım.
- İnfeksiyonu olan kişilerden uzak duralım. Okul, kreş, otobüs, toplantı gibi kalabalık ortamlara girmeyelim.
- Canlı aşı uygulanmış (felç aşısı) kişilere yaklaşmayalım.
- Durgun su kullanmayalım.
- Temizliğe (banyo, diş, ağız, tuvalet v.s.) dikkat edelim.
- Besinleri hep taze, her öğünde pişmiş olarak tüketelim. Sütlü gıdaları kaynatarak yiyelim. Soyulmuş muz, elma gibi meyve haricindeki sebze, meyveleri pişirip yiyelim.
- Çiçek ve süs bitkileriyle yakın temas etmeyelim.
- Sık sık ellerimizi yıkayalım.
- Banyo küvetinde yıkanmak yerine duşu tercih edelim.
- Tuvalet yaptıktan sonra o bölgemizi sabunlayalım.

Hangi durumlarda acilen doktora, hastaneye başvuralım?
- Ateş 38 C° dereceyi geçerse
- Öksürük, boğaz ağrısı olursa
- Aşırı terleme veya üşüme hissi duyulursa
- Sık idrar ve ağrılı idrar yapma
- Deride sivilce gibi kızarıklık, ısı artışı gelişen durumlar
- Yanıklar
- İshal gelişirse

Halsizlik, Yorgunluk
Kemoterapinin geçici yan etkilerindendir. İlaçlar kemik iliğine zarar verir ve daha az alyuvar üretebilir, daha az oksijen vücuda taşınabilir. Bu kaslarda kuvvetsizlik, baş dönmesi, baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu yaratabilir.
Yine yetersiz beslenme, azalmış uyku, ağrı, korku, sinirlenme ve psikolojik olarak etkilenme sonucu da gelişebilir.

İştahsızlık
Tedaviye bağlı tat alma hissinde azalma, çiğneme ve yutma güçlüğüne bağlı gelişir. Genellikle bulantı ve kusma ile birliktedir. İştahsızlığı azaltmak için besinler sık sık az miktarlarda yenmelidir.
Kahvaltı ihmal edilmemeli, besinler özenle iştah açıcı şekillerde sunulmalıdır. A ve C vitaminlerden zengin tablet veya besinler alınmalıdır.

İlaç Sızıntısı
Bazı ilaçlar damara verilirken dışarı sızarlarsa yakarlar ve kötü yaralar açarlar. Bu tip ilaçlar uygulanırken dikkat edilmeli ve acı hissinde doktor, hemşire uyarılmalıdır.

Sarılık/Böbrek Sorunları
Nadirdir. Uygun testlerde izlenerek gerekli tedbirler alınır.

Havale
Nadiren hastalarda özellikle bel iğnesi ve radyoterapi esnasında görülür. Uygun ilaç değişimi ile düzene sokulur. Bazen de beyin tutulumunun işaretidir.

Kalp ile ilgili sorunlar
Bazı ilaçlar kalbi de etkileyebilir ve kalp kasını bozabilir. Bu durumda o ilaca devam edilmez.

Mide ağrısı - Yanma/Kusma
Özellikle prednol gibi kortikosteroid alanlarda olur. Uygun ilaçlarla düzeltilir.

Kan şekeri artışı
Bazı ilaçların yan etkisidir. Uygun diyetle ve tedavi ile düzeltilir.

Ağızda yaralar
Uygun ağız bakımı ve ilaçlarla düzeltilir.

Geç dönemde görülen yan etkileri:
Büyüme-gelişme geriliği
Alınan yoğun tedaviler, özellikle kemik iliği nakli sonrası görülebilir. Büyüme yavaşlayabilir. Radyoterapi sonrası bazen çocuğun okul başarısı etkilenebilir. Işınlama 2 yaşın altında yapılmaz.

Kısırlık
Normal şartlarda çok nadirdir. Ancak yoğun tedaviler, kemik iliği nakli sonrası kaçınılmazdır.

Graftın alıcıyı reddi
Kemik iliği nakli sonrası deri, karaciğer sorunları ve ishale giden bir tablodur. Özel ilaçlarla korunma ve tedavisine çalışılır.

Katarakt
Kemik iliği nakli sonrası görülebilir. Uygun cerrahi müdahale ile düzeltilir.

B) Radyoterapi (ışın tedavisi):
Işın tedavisi 2-3 hafta sürer. Her hafta belli sürelerle uygulandığı "DEVAM (İDAME)" dönemi izler. Artık hasta normal yaşamına döner, okulu, arkadaşları, ailesi ile günlük uğraşlarını sürdürür. Bazı ilaçları sürekli ağzından uygularken, diğerlerini aylık ziyaretlerle hastanede alır. Bu dönem 2-3 yıl sürer ve sonuçta her şey yolunda giderse şifaya ulaşır.

Ancak bazen her şey bu kadar düzenli gitmez ve uyuyan lösemi blastları bazen kemik iliğinde, bazen beyinde, bazen yumurtalıkta yeniden uyanır. Biz buna "TEKRARLAMA (RELAPS)" dönemi deriz. O zaman kemoterapi yanında kemik iliği nakli gibi başka yöntemlere de yönelmek genellikle gerekecektir.


C) Destekleme tedavisi:
Büyük bir harbe benzetebileceğimiz ve hem hasta, hem aile, hem de doktor için büyük bir mücadele dönemi olan hücum ve sağlamlaştırma dönemlerinde sorun yalnız lösemi değildir. Verilen ilaçların yan etkileri, lösemi ve tedavisi ile boşalan ve henüz gerekli hücrelerini yapamayan, hırpalanmış bir kemik iliğinin getirdikleri de problem doğurabilir. Özellikle trombositlerin yokluğu kanamalara ve beyaz kan hücrelerinin (lökosit) yokluğu da infeksiyona yol açabilir. Bunun için kan merkezlerinde trombositlerin ayrılması ile elde edilen "trombosit süspansiyonları" verilerek kanamaların oluşumu önlenebilir. Trombosit süspansiyonları hücre ayrım cihazları ile (cell seperator) sağlıklı seçilmiş vericilerden hazırlanır. Ne yazık ki aynı şey lökositler için geçerli değildir.

Lökositlerin ayrılması ve uygulanması denenmişse de çok fazla sorun doğurduğu görülmüştür. Onun yerine hastayı enfeksiyondan korumak için beyaz kan hücreleri yükselene dek temiz, giriş-çıkışı kısıtlanmış özel odalarda tutma yoluna gidilmiştir. Bu esnada gerek anne-babalara, gerekse doktor, hemşire, sağlık personeline büyük görev düşmektedir. Şu noktalar asla ihmal edilmemelidir:
- Odaya giren her kimse mutlaka elini en azından sabunla, daha iyisi uygun mikrop kırıcı (antiseptik) sıvılarla yıkamalıdır.
- Ayakkabı ve giysilerle dış ortamın mikropları içeri taşınabilir. Bunun için maske, eldiven, galoş (ayakkabı üzerine giyilen lastik kılıf), önlük gibi koruyucu malzeme mutlaka kullanılmalıdır.
- Hastaların kendi derileri, ağız-mide-barsak sistemleri de mikrop kaynağı olabilir. Onun için hasta sık sık yıkanmalı, en azından derisi silinmeli, ağız bakımı muntazam yapılmalı, doktorunuzun önereceği ilaç ve gargaralar muntazam kullanılmalıdır. Hastanın yiyecekleri ve suyu özellikle lökositleri düşükse mutlaka kaynatılmalı, pişirilmelidir.

Eğer infeksiyon ortaya çıkarsa uygun antibiyotikler ve gerekirse mantar ilaçları ile tedavi yapılmalıdır.


D) Kemik iliği nakli:
Son yılların en büyük keşfi basit olarak sağlam bir kişiden alınan kemik iliğinin iyice tedavi edilmiş (kemoterapi, radyoterapi görmüş) hastaya verilerek onun hasta kemik iliğinin yerini almasını sağlamaktır. Böylece artık kemik iliğinde lösemik blastlara yer kalmaz ve hasta şifaya kavuşur. Bu yöntemle hastalığı tekrarlamış her 10 ALL'den 5'i (ALL'de ilk remisyon uyuma dönemi bozulmadan sürerse kemoterapiye devam edilir. Kemik iliği nakline gerek yoktur.) kurtulur. AML'de ise ilk remisyonda kemik iliği nakli uygun olur ve her 10 hastadan 6-7'si bu yöntemle kurtulabilir. Ancak bu işlem o kadar da kolay olmayabilir. Yaklaşık 4-6 hafta hasta tamamen mikropsuz bir ortamda korunmalıdır. Ayrıca kanama olmasın diye trombosit süspansiyonları da verilmelidir.

Kemik iliği nakli için öncelikle, bir verici bulunmalıdır. Bu verici ideal olarak kardeştir. Ancak öncelikle "doku uygunluğu testi" yapılır. Uygun verici aranır. Bazen hastanın kendi kemik iliği de remisyonda iken alınıp, blastalardan temizlenip dondurularak saklanır ve gereğinde kullanılır. Verici çok nadiren yakın akrabalar veya dokusu uygun yabancılar da olabilir. Eğer verici hastanın kardeşleri veya yakınları ise bu tip kemik iliği nakline "allojenik" kendi kemik iliği ise "otolog" denir. Bunun yanında bazen verilen kemik iliği hastayı, bazen de hasta verilen kemik iliğini kendine uygun bulmaz. Bu da ya kemik iliğinin reddi (graft versus host hastalığı-GVHD) ya da hastanın kemik iliğini reddi ile sonlanır (rejeksiyon). Bazen de lösemi her şeye rağmen geri gelir (relaps). Yine de şifa şansı vardır. Kemik iliğini veren kişiye hiç bir zararı yoktur. Sadece 30-45 dakikalık bir anestezi ile kemik iliği alınır. Bunun dışında normal yaşamını sürdürür.

Tedavilerini tamamlayan hasta artık yaşıtları arasına karışır. Özellikle 5 yılını doldurduğunda her şeyi geride bırakır. Geleceğe yönelir.



3- Ailenin diğer fertleri ve kardeşleri:
Özellikle evde kalan çocuklar çok önemli bir sorun oluşturabilir. İlk dönemde ailede bir sorun olduğunu hisseden kardeşlerde korku ve kargaşa hissi kaçınılmazdır. Kardeşlerinin hasta olduğunu anlamasalar dahi; onun yokluğunu anne-babanın huzursuz ortamı, evden uzaklaşmaları onları çok rahatsız eder. Bu aşamada onların sorunlarına ciddi ve tatmin edici cevaplar vermek, onları dinlemek gerekir. Küçük yaştakiler basit açıklamalarla yetinirken, büyük çocuklar detaylarını sorabilirler.

Onlara löseminin ciddi ve özel ihtimam gerektiren bir hastalık olduğunu anlatmak, duygu ve düşüncelerini paylaşmak, sırdaş olarak almak çok yararlı olabilir. Kardeşlerinin tedavisinde rol oynamak onların terk edilmek ve suçluluk gibi duygulara saplanmasını da engelleyebilir. Hatta uygun şartlarda hastanede kardeşlerini ziyaret etmeleri de sağlanmalıdır. Böylece onunla olan ilişkileri daha canlı sürdürülebilir.


4- Diğer aile sorunları:
Anne/babanın sorunları yalnızca çocuklarının hastalığının tedavisi olmamaktadır. Lösemi tedavisi uzun, masraflı bir süreçtir. En önemli sorun bu ağır masrafların karşılanmasıdır. Özellikle SSK, Emekli Sandığı gibi bir sigorta sisteminin güvencesi altında olmayan bir ailenin işi çok zordur. Bu aileler ya sosyal güvenceli bir işe teşvik edilmeli ya da Sosyal Yardımlaşma Vakfı gibi yardımlardan yararlandırılmalıdır. İkinci önemli sorun aile içi psikolojik sorunlardır. Anne-baba-kardeşler konuyla ilgili psiko-sosyal ekibin destek tedavilerine alınmalı, grup tartışmaları ve belli aralarla yapılacak eğitim seminerleriyle sorunlarına destek olunmalı, soruları cevaplanmalıdır. Diğer bir yöntem aileler arası dayanışmanın sağlanmasıdır.
Başa dön


--------------------------------------------------------------------------------
Lösemi tedavisi sırasında sık kullanılan terimler:
Akut: Hızlı ve kısa süreli.
Anemi-(Kansızlık): Kırmızı kan hücrelerinin sayıca yetersizliği
Bakteri: Hücrelerin olgun aşamaya gelmeden önceki genç, olgunlaşmamış ana şekli.
Beyin tutulumu: Lösemide, beyin/omurilikte blast hücreleri saklanabilir ve hastalığın alevlenmesine neden olabilir. Hatta kemik iliği normal olsa dahi ilk tekrarlama buradan olabilir.
Dalak: Lenf bezleri gibi bakteri ve kanser hücrelerini süzgeç gibi toplayan bir karın organıdır. Lösemide büyüyebilir.
Deri altı (SC=Subkutan): Bazı kemoterapi ilaçları özellikle kolda deri altına injekte edilir.
Destekleyici Tedavi (Supportif): Lösemi tedavisinin en önemli koludur. Kan ve kan ürünlerinin verilmesi, antibiotikler, el yıkama, özel temiz odalar, maske/galoş, önlük kullanımı bu tedavinin önemli öğeleridir.
Devam tedavisi (İdame): Gerekli hücum ve sağlamlaştırma tedavilerini takiben 2-3 yıl süre ile sağlanan kemik iliği uyumasının (remisyon) şifaya dönüşmesi için yapılan tedavidir.
Doku Grubu: Anne ve babadan yarı yarıya alınan ve insanın dokusal özelliklerini belirten işaretler (Kan grubu ile aynı değildir, HLA olarak da anılır).
Eritrosit: Kırmızı kan hücresi. Hemoglobin adı verilen bölümü ile akciğerlerden dokulara oksijen taşır.
Galoş: Ayakkabı üzerine giyilen naylon/lastik kılıf.
Graftın Alıcıyı Reddi (Graft Versus Host Hastalığı-GVHD): Kemik iliği nakli sonrası görülen ve deri, karaciğer bulguları ve ishale giden bir yan etkidir.
Hematokrit: Kanın taşıdığı eritrosit oranını belirleyen bir ölçüdür. %30'un altında kan verilir.
Hematoloji: Kan ve kan yapan organlarla uğraşan bilim dalı.
Hematolog: Eritrositlerin oksijen taşımasıyla görevli bölümü.
Hickman kateteri: Ameliyatla damara konan ve kan alma tedavi işlerinde kullanılan özel hortum.
Hücum tedavisi (İndüksiyon): Lösemide kemik iliğini işgal eden ve blastların yok edilmesi ve kemik iliğinin uykuya sokulması (remisyon) için yapılan tedavi bölümü.
İmmun Sistem: Vücudun hastalıklara karşı direnmesini sağlayan lökosit ve benzeri bazı hücrelerden oluşan sistemdir.
İnfeksiyon: Vücutta hastalık yapıcı mikroorganizmaların çoğalması ve vücudu işgali.
İntramüsküler (İM): İlacın kas dokusu içine yapılması.
İntratekal (İT): İlacın direkt olarak belden özel iğnelerle bel suyuna verilmesi.
İntravenöz (İV): İlacın damara direkt verilmesi.
Kan grubu: Kan hücreleri insandan insana değişen ve özel yöntemlerle gösterilebilen işaretleyiciler taşır. Kan naklinden önce alıcı ve vericide aynı olmaları şarttır. Başlıcaları A, B, O, AB ve Rh (+) / (-)'dir.
Kanser: Kontrolsuz ve normal dışı hücre artışı ile giden yaklaşık 100 hastalığın ortak adıdır. Artan hücre urlar yapabilir, diğer dokuları işgal edebilir.
Karaciğer: Hayatın devamı için gerekli birçok karmaşık işi yapan (sindirim, kan proteinleri yapımı, artıkların yok edilmesi) bir karın içi organıdır.
Kemoterapi: Kansere karşı ilaçlarla tedavi.
Kronik: Belirti ve bulguları uzun süren, yavaş ortaya çıkan, süregen.
Kültür: Ateş/infeksiyon anında neden olan mikroorganizmanın (bakteri) tespiti için alınan kan, boğaz, idrar, dışkı örneklerinde yapılan ve etkili antibiotikleri de (infeksiyonlara karşı kullanılan ilaçlar) gösteren testler.
Lenf Bezi: Tüm vücuda yayılmış, özel sistemi bulunan ve bakteri, kanser hücreleri için süzgeç görevi yapan organlar. Lösemide büyüyebilirler.
Lökosit: Beyaz kan hücreleri.
Lomber Ponksiyon: Bel suyunun incelenmesi veya ilaç verilmesi amacıyla yapılan, belden özel iğnelerle girilerek uygulanan tanı / tedavi yöntemi.
Lösemi: Kemik iliğinde olgunlaşmamış, genç blast hücrelerinin kontrolsuz çoğalması ile giden ve kan kanseri adını da alan bir hastalık.
Mantar: Tüm vücutta infeksiyon yapabilecek bir çeşit hastalık erkeni.
Nötrofil: Beyaz kan hücrelerinin, bakteri, mantar, viruslara karşı vücut medafaasında önemli bir rol oynayan tipi. (Nötropeni: Nötrofillerin normalden az olması).
Onkoloji: Kanserin fiziksel, kimyasal, biyolojik tüm özellikleri ile uğraşan bilim dalı.
Onkolog: Onkoloji ile uğraşan bilim adamı.
Oral: İlacın ağız yolu ile verilmesi.
Patoloji/Patolog: Hastalıkların dokuda yaptığı değişiklikleri inceleyen, yorumlayan ve tanı koyan bilim dalı, bilim adamı.
Pateşi/Ekimoz: Özellikle trombositin düşük olduğu hastalarda deri içine küçük / büyük kanamalar.
Prognoz: Hastalığın sonucu / geleceği hakkında tahmini yaklaşım.
Radyoterapi: Özel aletlerden çıkan ışınları kullanarak yapılan tedavi.
Rejeksiyon: Hastanın dışarıdan verilen dokuyu (Ör. Kemik iliği) reddi.
Relaps: Hastalığın uykuya daldıktan sonra yeniden uyanma ve bulgu vermesi.
Remisyon: Uygun tedavilerden sonra lösemik hücrelerden temizlenmiş kemik iliğinin uykuya dalması, normal çalışması.
Sağlamlaştırma Tedavisi (Konsolidasyon): Uygun hücum tedavisiyle remisyon sağlandıktan sonra yoğun bir tedavi ile yapılanların garantiye alınması.
Şifa: Hastalığın kesin olarak iyileşip bir daha geri gelmemesi.
Testis (Yumurtalık) tutulumu: Erkek çocuklarda testislere saklanan lösemi hücrelerinin çoğalması ile şişme, hassasiyet ile giden ve hastalığın tekrarına neden olan durum.
Trombosit: Kanın pıhtılaşmayı sağlayan, zedeli damarı tıkayarak kanamayı durduran hücresi.
Virüs: Çok küçük, ancak özel alet ve yöntemlerle saptanan kızamık / suçiçeği gibi hastalıkları yapan etken.



Burun kanaması
Burun kanaması KBB alanındaki en çok görülen şikayetlerden biridir. Hemen herkes hayatında bir kezde olsa burun kanaması geçirmiştir. Genellikle basit nedenlere bağlı ve kolayca durdurulan bir durum olmasına rağmen bazen sebebi çok ciddi olup hayatı tehdit eden şiddette kanamalar olabilir.

Burun Neden Sık Kanar: Burun içi oldukça yoğun ve yüzeyel damarlar içerir. Özellikle burun boşluğunu ikiye ayıran bölmenin ön kısmı buruna gelen damarların birbiriyle birleştiği ve bu damarların oldukça yüzeyel olduğu bir bölümdür. Özellikle çocuklarda bu kısım hiç bir etki olmadan bile kanayabilir. Burun boşluğunun her iki kenarında bulunan ve konka adı verilen etlerde damar açısından çok zengindir ve bazı kanamaların sebebidir.

Burun Kanamasının Nedenleri Nelerdir: Burun kanaması hem buruna ait sebeplere (lokal sebepler) hemde burun dışındaki problemlere (genel sebepler) bağlı olarak gelişir
.
Lokal Sebepler:
-Burun içi iltihapları
-Sinüzit
-Buruna gelen darbeler
-Çocukların burun karıştırmaları
-Buruna sokulan yabancı cisimler
-Burun içi ve sinüs tümörleri
-Burunda kemik eğriliği (septum deviasyonu)
-Allerjik rinit

Genel Sebepler:
-Hipertansiyon
-Kan Hastalıkları (Kanama-pıhtılaşma bozuklukları,lösemi vs.)
-Barsak Parazitleri

Hangi Tetkiklerin Yapılması Gerekir: Özellikle şiddetli burun kanamalarında genellikle ilk yapılan iş, sebebine bakılmaksızın kanamanın durdurulmasıdır. Kanama durdurulduktan sonra sebebi konusunda bazı araştırmalar yapılmalıdır. Sebebin araştırılmasında yapılması gereken ilk şey hastanın muayenesidir. Birçok kez muayene ile sebep anlaşılır. Şüphelenilen sebebe göre yapılabilecek tetkikler şunlardır

-Tansiyon ölçülmesi
-Sinüzit filmlerinin çekilmesi (normal filmler ya da tomografi)
-Barsak paraziti araştırılması
-Kanama-Pıhtılaşma testleri
-Kan hastalıkları ile ilgili testler
Bu testler her zaman her hastaya uygulanmaz. Doktorun şüphelendiği sebebe göre bir kısmı yapılarak sebep bulunmaya çalışılır.

Nasıl Tedavi Edilir: Birçok burun kanaması kendiliğinden ya da hastanın burun ucunu tutması ve soğuk uygulaması ile durur. Ancak bu şekilde durmayan kanamalar doktor müdahelesini gerektirir. Kanamayı durdurmak için yapılabilecek müdaheleler şunlardır:
-Damarın Yakılması: Hafif derecedeki sık tekrarlayan kanamalar için kullanılır. Burun bölmesinin ön kısmındaki damar ağına kimyasal maddeler uygulanarak kanamanın önlenilmesine çalışılır. Her iki tarafa uygulandığında veya aşırı kimyasal madde uygulandığında burun bölmesinin delinmesi riski vardır.
-Tampon konulması: Sık uygulanan bir tedavi yöntemidir. Burun ucunun tutulması ya da soğuk uygulama ile durdurulamayan kanamalarda kullanılır. Burun boşluğuna konan tampon kanayan damar üzerine baskı yaparak kanamayı durdurur. Tampon olarak antibiyotikli kremler sürülmüş gazlı bez kulanılabileceği gibi, ortasında hastanın nefes almasını sağlayacak borunun bulunduğu daha konforlu tamponlar da kullanılabilir. Tamponlar genellikle 48 saat kalarak çıkarılır. Daha uzun süre kalması bazen problem infeksiyonlara yol açabilir. Tampon süresince hastaya antibiyotik verilmesi ihmal edilmemelidir.
Bazen burun kanamasının kaynağı burnun arka bölümleridir ve önden konan tamponlarla durdurulamaz. Bu durumda arka (posteriör) tampon denen ve ağız içinden sokularak burnun arka kısmına yerleştirilen tampon kullanılır.
Damarların Bağlanması: Bu işlem bir ameliyattır ve hastanın hayatını tehdit edecek şiddette olan ve tampon konmasıyla durmayan kanamalarda kullanılır. Kanamanın yerine göre belirlenen damar bazen sinüs içinden bazen de boyun açılarak bağlanır.

Hastaya yapılan müdaheleler esnasında hastanın rahatlatılması önemli yer tutar. Özellikle yaşlı ve hipertansiyonlu hastalarda bu amaçla hastaya diazem ya da diğer sakinleştirici ilaçların verilmesi gerekebilir.



Burnum Kanadığında Evde Ne Yapabilirim: Birçok kez hastanın kendi uyguladığı yöntemler kanamayı durdurabilir. Hastanın ilk yapması gereken şey burun ucunu sıkıca tutarak başın öne doğru eğilmesidir. Eğer baş arkaya doğru eğilirse kanın genizden boğaza gitme ihtimali artar. Burun üzerine soğuk uygulaması da faydalıdır. Hatta hasta burun ön kısmına tampon görevini üstlenecek bir gazlı bez de koyabilir. Ancak hastanın kendi uyguladığı yöntemler kanamayı durdursa da mutlaka uygun zamanda bir KBB uzmanına muayene olmalıdır.



0 yorum

Yorum Gönder