Welcome to My Website

İzleyiciler

Saglik Haberleri 31:30

Gönderen cprnc 3 Şubat 2010 Çarşamba

Lohusalık problemleri

Loğusalık dönemi bir yandan bebeğinizin ihtiyaçlarını karşıladığınız, öte yandan gebeliğe bağlı oluşan etkilerin silinmeye başladığı bu dönemde çeşitli yakınmalarla başa çıkmaya çalıştığınız bir dönemdir. Her ne kadar tümüyle seyreden bir gebelik ve doğumun loğusalığı da sıklıkla sorunsuz seyretse de aşağıdaki yakınma ya da belirtilerden birini gözlemlediğinizde doktora başvurmalı ve gerekli tetkik ve tedavinin yapılmasını sağlamalısınız.

Aşağıda yaralan belirtiler sizde mutlaka normal dışı bir durum varlığını göstermezler, ancak mutlaka doktor incelemesi gerektirirler.

Ateş

Vücut ısısı yükselmesi en az iki adet ölçümde vücut ısısının 38 derece ve üzerinde olmasıdır ve her zaman aydınlatılması gereken bir durumdur. Loğusalıkta en sık ateş nedeni memelerin aşırı dolgun olmasıdır (süt ateşi, loğusalık ateşi). Bunun dışında endomiyometrit (uterus ve uterus iç zarı enfeksiyonu) ve idrar yolu enfeksiyonu loğusalıkta sıklıkla ateş yapan iki enfeksiyon türüdür. Epizyotomi yarasının enfeksiyonu, sezaryen cilt ve cilt altı yarası enfeksiyonu da ender olarak ateşe neden olabilirler. Ayrıca ateş, loğusalıkta tesadüfen geçirmekte olduğunuz diğer bir enfeksiyonun (grip, üst solunum yolu enfeksiyonu gibi) belirtisi olabilir.

Karın ağrısı

Loğusalıkta karın ağrısının en sık görülen nedeni uterusun "toparlanma" yani gebelik öncesi döneme geri dönme sürecinde kasılması ve bunun anne tarafından "ağrı" olarak algılanmasıdır. Bunun dışında endomiyometrit (uterus ve uterus iç zarı enfeksiyonu) ve idrar yolu enfeksiyonu da karın ağrısı şeklinde belirti verebilir.

Aşırı kanama, pıhtı düşürme

Loğusalığın ilk günlerinde kanama normal kabul edilir. Ancak günlük kanama miktarının normal adet kanamasından iki kat ya da daha fazla olması mutlaka doktor değerlendirmesi gerektirir. Muhtemel neden plasentanın bir parçasının uterus içinde kalması olabileceği gibi endomiyometrit (uterus ve uterus iç zarı enfeksiyonu) de söz konusu olabilir.

Kötü kokulu ve/veya miktarca fazla akıntı

Loğusalık döneminde akıntı normal kabul edilir ve akıntının nitelikleri loğusalığın dönemine göre değişkenlik gösterir. Loğusalık akıntısı ya da "loşi" adı verilen bu akıntı doğumdan sonraki 4-6 hafta boyunca devam eden özel bir akıntı türüdür. Amacı uterusun içindeki "gebeliğe bağlı kalıntıların" atılmasıdır. İlk günlerde kanama şeklinde olan bu akıntı kısa zamanda pembeleşir, daha sonra rengi sararır ve nihayet beyazlaşarak loğusalık bittiğinde tümüyle biter. Gebelik öncesi dönemde fizyolojik (herhangi bir soruna bağlanmayan) akıntısı olan kadınlarda loğusalık bittiğinde bu fizyolojik akıntı genellikle geri döner.

Loğusalık akıntısı özellikle sabah kalktığınızda daha fazla olabilir. Bunun nedeni gece boyunca yatmaya bağlı olarak vajinada biriken akıntının ilk ayağa kalktığınızda nispeten daha hızlı boşalmasıdır.

Yukarıdakilerden farklı özellikler taşıyan her akıntı doktor tarafından değerlendirilmelidir. Kötü kokulu bir akıntı enfeksiyon belirtisidir. Özellikle beraberinde karın ağrısı ve ateş gibi belirtiler de söz konusu olduğunda sıklıkla endomiyometrit (uterus ve uterus iç zarı enfeksiyonu) söz konusudur. Tek başına kötü kokulu akıntı basit bir bakteriyel vajinit belirtisi olabileceği gibi epizyotomiyle normal doğum yapmış olan annelerde epizyotomi tamir edilirken kanamanın görüş sahasını kapatmasını engellemek amacıyla vajinaya yerleştirilmiş ve tamir sonrası çıkarılması unutulmuş bir tampon da söz konusu olabilir. Köpüklü bir akıntı trikomonas enfeksiyonuna işaret ederken, peynir kesiği gibi bir akıntı ve beraberinde vajina ve/veya vulvada kaşıntı sıklıkla bir mantar enfeksiyonuna işaret eder.

Bacaklardan birinde ya da ikisinde ağrı, kızarıklık, şişme

Gebelik dönemi özellikle toplardamarlarda pıhtı oluşumuna zemin hazırlar ve bu risk loğusalığın ilk günlerinde devam eder. Derin ven trombozu (DVT) (dokunun derinlerinde yar alan bir toplar damar içinde pıhtı oluşumu) adı verilen durum kendini tıkanıklık oluşan bölgenin gerisinde kızarıklık, ağrı, şişme ve bölgesel ısı artışı şeklinde belli eder. Bu belirtilerin tümü birden oluşabileceği gibi özellikle hastalığın başında yalnızca biri söz konusu olabilir.

DVT tedavi edilmediğinde toplardamar içinde oluşan trombüs (pıhtı) yerinden kalkarak akciğer atardamarlarından birinin tıkanmasına neden olabilir. Pulmoner emboli ("akciğer damarı tıkanıklığı") adı verilen bu durum anne ölümlerinin başta gelen nedenlerinden biridir. Bu nedenle yukarıdaki belirtilerin varlığında en kısa zamanda doktora başvurulmalı ve tedaviye hemen başlanmalıdır.

Memelerde aşırı ağrı, ısı artışı, bölgesel kızarıklık

Memelerde emzirme döneminde çeşitli sorunlar ortaya çıkabilir. Bu sorunlar basit bir angorjman ("dolgunluk") şeklinde olabileceği gibi bakterilerin meme(ler)de enfeksiyon yapması (mastit) söz konusu olabilir. Her iki durumda da memelerden birinde ya da ikisinde ısı artışı, dolgunluk, ağrı ve vücut ısısında artış söz konusudur. Bunlara ek olarak memelerden birinin diğerine göre çok daha ağrılı olması, o meme üzerinde "baş vermiş" bir absenin ele gelmesi meme absesi düşündürür. Meme absesi sıklıkla erken aşamalarında tedavi edilmemiş basit bir mastit sonucunda gelişir.

Memelerin aşırı dolgunlaşması durumunda sıklıkla birkaç tedbirle tedavi sağlanırken (yukarıdaki linke tıklayın), mastit durumunda sıklıkla antibiyotik tedavisi gerekir. Abse ise cerrahi bir işlemle boşaltılması gereken bir durumudur. Meme enfeksiyonu belirtilerinin erken tanınması ve tedavisi abse gelişiminin önlenmesi açısından önemlidir.

Bariz ruhsal değişiklikler

Loğusalık depresyonu anne tarafından her zaman fark edilmeyebilir ve bu durumlarda ailenin diğer bireyleri ve sıklıkla kadının eşi doktora başvurulması gereken durumları tanımalıdır.

Perine bölgesinde ağrı

Normal doğum yapmış ve özellikle de doğum esnasında epizyotomi uygulanmış annelerin bu belirtiye çok duyarlı olmaları gerekir. Epizyotomi tamir edildikten sonraki ilk saatlerde bölgede ortaya çıkan ağrı bir epizyotomi hematomuna işaret edebilir (hematom: bölgede kan toplanması). Yine ilk günlerde ortaya çıkan ağrı epizyotomi dehisansı (dehisans: dikişlerin açılması) ve/veya epizyotomi yeri enfeksiyonuna işaret edebilir.

Epizyotomi ya da sezaryen dikişlerinde ağrı, akıntı, bölgede kızarıklık

Bu belirtiler bölgesel bir enfeksiyona işaret edeler ve doktor tarafından değerlendirilmelidirler.

Makattan kanama

Gebelik dönemi hemoroid (basur) oluşumu için zemin hazırlar ve risk loğusalıkta da devam eder. Özellikle dışkının kanla boyalı olduğunun görülmesi beraberinde ağrı olsa da olmasa da mutlaka doktor değerlendirmesi gerektiren bir durumdur.

Değerlendirme gerektiren diğer belirtiler

İdrar yaparken yanma (idrar yolu enfeksiyonuna işaret eder), idrar boşaltamama hissi (epizyotomi ağrısı idrarın tümüyle boşaltılmasını engellediğinde bu his ortaya çıkabilir), halsizlik-uykuya eğilim-üşüme gibi kansızlık belirtileri, gaz ya da dışkı kaçırma (doğumda perinenin ileri derecede yırtılması neticesinde gaz ve dışkı tutucu mekanizmanın hasar görmesi) gibi belirtiler doktor değerlendirmesi gerektiren diğer durumlardır
Erkekte Cinsel İşlev Bozuklukları
Cinsel ilgi ve istek bozukluğu:

İngiltere’de seyrek ancak Amerika’da daha sık rastlandığı bildirilmektedir. Bazıları ereksiyon bozukluğuna bağlı olarak ortaya çıkar ve çoğunlukla evlilik içi ilişkilerde bozukluk ve depresyonla birlikte görülür. Hipogonadizm gibi organik nedenler dışlanmalıdır.



Uyarılma (Ereksiyon) Bozukluğu:

En sık rastlanan cinsel işlev bozukluğudur. Genellikle diğer cinsel işlev bozukluklarına oranla daha ileri yaşta görülürler ve nedenleri arasında organik (bedensel hastalık) nedenlere sık rastlanır.





Erken Boşalma:

Tanımlanması zor bir bozukluktur. En doğru yaklaşım erkeğin boşalma zamanının çift için tatminkar olup olmadığını değerlendirmektir. Ancak kadında orgazm güçlüğü olabileceği göz önünde bulundurulmalı ve beklentinin gerçekçi olup olmadığına da dikkat etmek gerekir. Genellikle birincil olarak ortaya çıkar ve hızlı mastürbasyon yatkınlaştırıcı bir nedendir. Geçici erken boşalma sık görüldüğünden, yalnızca süreklilik kazanmış durumlarda bir bozukluk olarak kabul edilmelidir.



Geç boşalma / boşalamama:

Nadir görülür. Hem boşalmayı hem de orgazmı etkiler. Orgazm oluşmasına karşın boşalma olmuyorsa geriye (retrograd) boşalma akla gelmeli ve diğer organik nedenler de dışlanmalıdır

Ağrılı Boşalma ve disparenü:

Boşalma veya cinsel birleşme ağrılıdır. Organik nedenler dışlanmalıdır.

CİB Yaygınlığı

Toplumda cinsel sorunların görülme sıklığının CİB Tedavi Merkezlerine yapılan başvurulardan çok daha yaygın olduğu bilinmektedir. Crowe ve Jones (1992)’a göre normal popülasyonda cinsel doyumsuzluk veya CİB erişkinlerin 1/5 ila 1/3’ünde zaman zaman ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde CİB yaygınlığını araştıran araştırmalara rastlanmamıştır.


KAYNAK:
ANCETEM www.cinselterapi.com
Dr.Aydın DEMİRKOL
Yumurtalık absesi tubaovarian abse
Tubo-ovarian abse (TOA) ise adından da anlaşılabileceği gibi adneksiyel alanda meydana gelen abselerdir

Abse denildiğinde genel olarak etraf dokulardan bir kapsül ile ayrılmış, içi iltihap dolu kitleler anlaşılır. Üreme sistemi enfeksiyonlarının hayatı tehdit edebilen en ciddi komplikasyonudur. Pelvik iltihabi hastalığın ileri bir formu olarak kabul edilebilir. PID'ye neden olan mekanizmaların ve mikroorganizmaların tümü abseye de yol açabilir. Pekçok TOA vakasında overler aslında olayın içinde değildir ancak tubaların uçları ile yakın komşuluk içinde bulunduklarından olayın bir parçası gibi görünürler.

Risk faktörleri olarak pelvik iltihabi hastalık için risk altında olan tüm kadınlar abse açısından da risk altındadırlar. Bunlara ilave olarak spiral kullanımı, genital tüberküloz, kolit, apandisit gibi sindirim sistemi iltihapları da TOA riskini arttırırlar.

Klinik
TOA çok değişik şekillerde belirti verebilir. Çok büyük bir abse varlığında çok hafif bulgular olabileceği gibi, minik bir abse ciddi semptomlar yaratabilir. Bunlar ağrı, ateş, karında sertlik, barsak hareketlerinin durması ve distansiyon (şişlik), hatta septik şok şeklinde olabilir. PID belirtileri adet kanamasından hemen sonra başlarken absede belirtiler adet siklusunun ikinci yarısında ortaya çıkar. Genelde iki taraflı olma eğilimindedirler.

Tanı
PID tanısı ile hemen hemen benzerdir. Burada önemli olan muayenede ve ultrasonografide ele gelen kitle saptanmasıdır. Hassasiyet nedeni ile muayenede kitlenin sınırları ve büyüklüğü saptanamayabilir. Emin olunmayan vakalarda bilgisayarlı tomografi gerekli olabilir.

Tedavi
TOA tedavisinde ilk planda agresif bir antibiyotik uygulaması yapılır. İki yada daha fazla çeşitte antibiyotik hasta hastaneye yatırılarak damardan verilir. 72 saat içinde bulgularda gerileme olmaz ise cerrahi drenaj gerekli olur. Bu amaçla vajinal ya da karından girişimler yapılabilir. Eğer abse kendiliğinden patlar ise acil cerrahi gereklidir. Eğer septik şok tablosu gelişmiş ise buna yönelik tedavi uygulanır
"Bu yazı Dr. Alper Mumcu'dan (www.mumcu.com) alınmıştır"

SARS akut solunum yetmezliği sendromu sars
Tanımı :
SARS (Severe Acute Respiratory Syndrome) ya da halk arasında bilinen adıyla "gizemli zatürre" ; 2003 yılı başlarında Asya’da, Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da görüldüğü bildirilen, ani başlayıp ağır seyreden, virüslerle oluşan bir solunum yolları hastalığıdır.

En sık görülen belirtileri :
38 dereceyi geçen ateş
Kuru, balgamsız öksürük
Solunum güçlüğü
Bu belirtilerin salgın olan bölgelerde yaşayan veya oraya yakın zamanda seyahat etmiş olan kişilerde görülmesi daha da anlamlıdır.


Etyoloji :
Yapılan son çalışmalara göre hastalığa yol açan mikrobun ‘Coronavirüs’ (nezle ve soğuk algınlığına da yol açan taç şeklindeki virüs grubu) ailesine ait bir virüs olduğu anlaşılmıştır.

Epidemiyoloji :
Dünya'da (yaygın olarak) ilk kez güney Çin'deki Guangdong eyaletinde ortaya çıktı.
WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından şubat 2003’ten itibaren toplanan bilgilerle tanımlandı. 9 ülkede 11 labaratuvarda tanı amaçlı çalışma yapılıyor.
Hastaların yaşları 25-70 arasında değişiyor.
15 yaş altı çocuklarda da görülmüş.
29 mart 2003’de Dr Carlo Urban Hanaoi'de (Vietnam) SARS’tan öldü.
Hastalığın sıklığı ve ölüm oranı :
Temmuz 2003 itibarıyla tüm dünyada (29 ülkede) 8435 kişide görüldüğü ve 812 kişinin de ölümüne neden olduğu bildirildi.
Ortalama % 5-10 olguda ölüm görüldü. Ölüm oranı yaş arttıkça artmaktadır. Bu oran 24 yaş altındakilerde %1, 24-44 arası yaşlarda % 6, 45-64 arası yaşlarda % 15, 65 yaş üzerindeki hastalarda % 50'dir. Solunum-kalp rahatsızlıklarının bulunması durumunda ölüm oranının daha çok artmasına yol açan bir etmendir.
Bildirilen SARS olguları için tıklayınız.
Temmuz 2003 itibarıyla bölgesel salgın olan bölgeler : Çin- Tayvan eyaleti
SARS olgularını gösteren dünya haritasını görmek için tıklayınız.


Klinik :
Kuluçka süresi 2-7 gündür. 10 güne uzayabilir. Yani virüs alındıktan yaklaşık 2 ila 7 gün sonra hastalık belirtileri ortaya çıkmaya başlar.
Bu virüs oda sıcaklığında 24 saatten fazla canlı kalabilmektedir.
Hastalık ateşle başlar. Titreme, baş ağrısı, boğaz ağrısı, burun akıntısı, halsizlik, kas ağrısı başlangıç bulguları olabilir
Ateşle beraber ishal de görülebilir.
3 ila 7 gün sonra alt solunum yolu bulguları ortaya çıkar.
Kuru öksürük, nefes darlığı, hipoksemi (kandaki oksijen oranının düşmesi) görülür.
Olguların % 10-20'sinde yapay solunuma gereksinim olmaktadır.
Akciğer filmi ateşli dönemde normaldir. Solunumsal fazda yamalı interstisyel gölge ve konsolidasyon görülür.
Bazı laboratuar bulgularında değişiklikler olur: Lenfosit azalır. Lökopeni, trombositopeni, kreatinin fosfokinaz (CPK) yüksekliği, karaciğer transaminazları (SGOT, SGPT) değerlerinde artışı görülür.
Hastalığın şiddeti hafiften ağıra kadar değişir.
%80-90 olgu 6-7 günde düzelir.
Olguların %10-20’sinde entübasyon ve mekanik ventilasyon gerekebilir.
Eşlik eden hastalığı olup 40 yaşın üzerinde olanlarda hastalık ağırlaşır.

Tanı :
Tanıda şu testler kullanılmaktadır :
Moleküler testler : PCR (polimeraz zincir reaksiyonu) ile vücut sıvılarındaki SARS-CoV genetik materyali (SARS coronavirus RNA) tesbit edilir.
Antikor testleri : ELISA ve IFAT yöntemleri ile hastalığa özgü IgM ve IgG seviyeleri ölçülür.
Hücre kültürü : SARS hastalarından alınan vücut sıvısı örneklerinde virüs saptanır.
Kan, dışkı, idrar, solunum sistemi ifrazatları ve diğer bazı vücut sıvıları tanıda kullanılır.


Bulaşma :
Hasta kişiden (öksürük, hapşırık vs yoluyla) yayılan tükürük damlacıklarının başka bir kişi tarafından solunması ile ya da üzerinde hastalık mikrobu bulunan eşyalara dokunan ellerin ağız, burun ve gözlere götürülmesiyle hastalık bulaşır.
SARS'ın dünyaya yayılmasında, en önemli etken uluslararası seyahatlerdir.
Temaslıların çoğunda hastalık gelişmez. Çok azında aynı hastalık gelişir.
Hastalara bakan sağlık çalışanlarında da hastalık görülmüştür.
Hastalığın bulaşması nasıl azaltılır.
Şüpheli yada hasta olanlar maske takmalıdır. Öksürürken ağzını örtmelidir.
Hasta eşyalarına ve kullanılan tıbbi aletlere dezenfeksiyon uygulanmalıdır.
Hasta ile temas edenler iyi bir el hijyeni uygulamalıdır.
Eldiven kullanılsa bile eller sabunlu su ile yıkanmalıdır.
El temiz olsa bile alkolle ovulmalıdır.
Hasta ile ilgilenen personel göz koruması, önlük, maske ugulamalı.
Hasta izole edilmelidir. Hastalık düzeldikten sonra 10 güne kadar.
Hasta naklinde hasta ve personel maske kullanmalıdır.
Hasta odalarının havası ana sisteme verilmemelidir. Kapalı kapılı ve negatif basınçlı odalar olmalıdır.
Özel bir sistem yoksa havalandırma cam açılarak yapılamalı.
Hastaların bakıldığı yer ve personel ayrılmalıdır.
Tek kullanımlık ekipman kullanılmalıdır.
10 gün için hastayla teması olup yukardaki şikayetleri başlayanlar(Hasta yakınları ve bakan sağlıkçılar) on gün işten ayrılıp toplu temastan uzak tutulmalıdır.
Hasta uçakla nakledildiyse uçuş sonrası dezenfeksiyon uygulanmalıdır. Personel el hijyenine dikkat etmeli.
Hasta materyallerini inceleyen laboratuvar personelinede tam koruma uygulamalıdır.
Hastalıklı bölgelerden uçakla gelen yolcular taranmalıdır.
Yolcular bu hastalık konusunda bilgilendirilmelidir.

Korunma :
Hastalığın bulaşmasını azaltıcı tedbirlere uyulmalıdır. Özellikle eller iyi yıkanmalıdır.
Bağışıklık sistemini güçlendirecek yiyecekler yenmelidir; özellikle C vitamininden zengin (narenciye vs) yiyecekler yenmelidir.
Hastalık olduğu bilinen bölgelere seyahat edilmemelidir.
Bağışıklık sistemini güçlendirmek için yeterince dinlenilmelidir.




Şüpheli olgular :
Sebebi bilinmeyen ateş, öksürük, nefes darlığı, solunum zorluğu, hipoksi, radyolojik pnomoni bulguları, akut solunum sıkıntısı sendromu varlığı olanlarda on gün içinde şüpheli bölgeye seyahat öyküsü bulunması veya salgın olan bölgede yaşıyor olması.
Kimler yakın temaslıdır:
Hastayla birlikte yaşayanlar.
Hastanın solunum ve vücut sıvılarıyla teması olanlar (örneğin hastayla birlikte seyahat edenler).
Hastanın bakımını üstlenen sağlık görevlileri.

Tedavi :
Şimdilik kesin tedavisi yoktur.
Tedavi kesinlikle hastanede (yataklı kurumda) ve diğer hastalardan ayrı bir bölümde yapılmalıdır.
Genel destekleyici tedavi uygulanır. Atipik pnomoni antibiotikleri, antiviral ajanlar (oseltamivir, ribavirin) steroid uygulanmıştır.
Aşağıdaki bulgular varsa hastalar hastaneden taburcu edilebilir.
Ateşsiz 48 saat.
Öksürük düzeldiyse.
Beyaz küre, trombosit, CPK, KCFT, Sodyum, CRP normale döndüyse
Akciğer filmi düzeldiyse.
Taburcu olan hastaların takibi
Günde 2 defa ateş ölçülmeli.
Hasta 7 gün evde kalmalıdır. Aşırı temastan kaçınmalı.
Bir hafta sonra labaratuvar tetkikleri tekrarlanmalı.
İmmünsüpresse ya da akciğer filmi sonuçları kötü olan hastalar daha fazla izlenmelidir.




Sık Sorulan Sorular
Türkiye'de SARS var mı ?
Henüz bildirilmiş SARS olgusu yoktur.
Türkiye'de SARS için alınmış bir tedbir var mı ?
Sağlık Bakanlığı'na bağlı Hudut Sahiller ve Sağlık Genel Müdürlüğü; havaalanları ve diğer ülke girişlerinde, hastalık belirtileri taşıyan kişilerin havaalanlarında tıbbi kontrollere alınması, gerekiyorsa hastane koşullarında araştırma yapılması konularında gerekli önlemleri almıştır.
SARS’ın semptomları nelerdir?
Ateş, kuru öksürük, nefes darlığı, solunum zorluğu.
Akciğer filminde pnomonik gölge koyuluğu.
Baş ağrısı, kas güçsüzlüğü, istah kaybı, düşkünlük, konfüzyon, rash (döküntü) ve ishal.
SARS ne kadar bulaşıcıdır?
Hastalıklı kişi ile yakın temas ile bulaşır. Hastanın sekresyonları bulaşmada önemlidir.
Hastalık yakın aile bireyleri ve sağlık personeline daha çabuk bulaşır.
Bulaşıcılığı gripten daha azdır.
SARS hastası olan birinin etrafındakilere bu hastalığı bulaştırması tehlikesi ne kadar sürer?
o Bugüne kadar gelen bilgilere göre, hasta insanların ateş ya da öksürme gibi belirtiler ortaya çıktığı zaman, hastalığı bulaştırma olasılıkları en yüksektir. Ayrıca, SARS hastalarının, semptomların başlamasından ne kadar zaman önce ya da sonra hastalığı sağlam insanlara bulaştırdıkları bilinmemektedir.
SARS’li hasta nasıl takip edilmelidir?
Hasta izole edilir.
Şüpheli hastalar tek kişilik odalara alınır.
Sağlık personeli maske, gözlük, önlük ve galoş kullanır.
SARS’ın tedavisi nedir?
Kesin tedavi ve koruyucu ilacı yok.
Antibiyotikler etkili değil.
Semptomatik tedavi uygulanır.
Gereken olgular yoğun bakıma nakledilir.
Hastalık sebebi ne zaman bulunacak?
9 ülkede 11 labaratuvar bunun için uğraşıyor.
SARS nekadar hızla yayılıyor?
Gripten daha bulaşıcıdır.
İnkübasyon süresi kısadır. İki ila yedi gün arasında değişiyor.
Uluslararası seyahatler hastalığı yayabilir.
İlk SARS nerede ve ne zaman ortaya çıktı ?
Hanoi’de 26 şubat 2003'de ateş, kuru öksürük, kas güçsüzlüğü ve boğaz ağrısı olan bir erkek hasta hastaneye yatmış. Dört gün sonra mekanik ventilasyon gerektiren ARDS (erişkin sıkıntılı solunum zorluğu) ve trombositopeni ile yoğun bakıma kabul edilmiş. Bu olgu şimdiki SARS ile aynı olan ilk (bireysel) olgudur.
Kaç adet SARS’lı olgu bildirilmiş?
1 Kasım ile 6 Temmuz 2003 tarihleri arası 8435 olgu, 812 ölüm bildirilmiş.
Kaç ülkede SARS olguları bildirildi?
Temmuz 2003 itibarıyla 29 ülke.
Yayılım Çin'de Guandong şehrinden miydi?
Kasım 2002’de Guandong’da görülen atipik pnömoninin ilişkisi araştırılıyor. Bölgesel salgın olarak ilk kez bu bölgede görüldüğü ve dünyaya da buradan yayıldığı kabul ediliyor.
Bu bir bioterörizim midir?
Böyle bir ispatlama yok.
Endişe duymalı mıyız?
Hastalık ciddidir. Seyahatle kısa sürede çeşitli ülkelere yayılabilir.
Bulaşıcılığı yüksek değildir.
Ölüm oranı düşüktür.
15 marttan beri sadece izole olgular saptanmıştır.
Seyahat etmek güvenilir midir?
WHO seyahat kısıtlaması getirmemiştir.
Ama tüm yolcular SARS semptomları konusunda uyarılmıştır.
Şikayetleri olanların seyahat etmemleri öğütlenmektedir.
Bu bir grip pandemisi olabilirmi?
SARS etkeni grip etkeninden başka bir virüstür. Bu nedenle bu bir grip pandemisi değildir. Lakin bazı grip salgınları da SARS ile karışabilmektedir.
WHO ne öneriyor?
Global çalışmalar devam ediyor.
Şüpheli olgular bildiriliyor.
Olgular izole şartlarda tedavi ediliyor.
Halk nasıl bilgilendirilir?
WHO’nun WEB sayfası ile Dünya yeterince bilgilendirilmiştir.
Olumlu gelişmeler var mı?
Vietnam’da iyi bir tıbbi bakımla belli sayıda olgu düzelmiştir. Son edinilen bilgilere göre Vietnam'da bu hastalıktan etkilenen kişi kalmadığı bildirilmiştir.
Bölgedeki ülkeler hastalık için önlem alıyor mu ?
Güneybatı Asya Ülkeler Birliği (ASEAN) devlet başkanları 29 Nisan 2003'de Tayland'ın başkenti Bangkok'ta biraraya gelmişler ve SARS'a karşı uluslararası işbirliği yapmak için daha önce ülke sağlık bakanlarının yapmış olduğu SARS mücadelesi protokolunu imzalamışlardır.


ÖZETLE ; Akut Solunum Yetmezliği Sendromu ( SARS ) :

Ani başlayıp ağır seyreden bir solunum yolu hastalığıdır.
En sık görülen belirtileri: 38 dereceyi geçen ateş , kuru, balgamsız öksürük, kas ağrısıdır.
Hastalık ateşle başlar. Titreme, baş ağrısı, boğaz ağrısı, burun akıntısı, halsizlik, kas ağrısı başlangıç bulguları olabilir. Ateşle beraber ishal de görülebilir.
Hastalığa yol açan virüs bir tür coronavirüstür (taçlı virüs).
Dünya'da ilk kez güney Çin'deki Guangdong eyaletinde ortaya çıktı.
Türkiye'de henüz bildirilmiş SARS olgusu yoktur.
Temmuz 2003 itibarıyla tüm dünyada 8435 kişide görüldü ve 812 kişinin de ölümüne neden oldu.
Hasta kişiden yayılan tükürük damlacıkları ile bulaşır. Hastalığın dünyaya yayılmasında en önemli etken uluslararası seyahatlerdir.
Hastalığın bulaşmasını azaltıcı tedbirlere uyulmalıdır. Özellikle eller iyi yıkanmalı, gerekirse mutlaka özel maske ve eldiven takmalıdır.
Bağışıklık sistemini güçlendirmek için yeterince dinlenilmeli, C vitamininden zengin yiyecekler yenmelidir.
Şimdilik kesin tedavisi yoktur. Genel destekleyici tedavi uygulanmaktadır
Katarakt nedir?
KATARAKT NEDİR , TEDAVİSİ NASILDIR?

Katarakt gözün şeffaf lensinin saydamlığını kaybetmesidir. Bu durumu buğulanmış cama benzetebiliriz. Katarakt hakkında bazı yanlış anlamalar vardır,

Göz üzerindeki bir film değildir.

Gözü fazla kullanmaktan oluşmamaktadır.

Kanser değildir.

Bir gözden diğerine geçmez.

Kalıcı körlüğe yol açmaz.

Kataraktın nedeni nedir?

En çok katarakta gözün yaşlanması neden olur, diğer nedenler:

Aile hikayesi.

Şeker hastalığı gibi hastalıklar.

Gözün travmaya maruz kalması.

Steroidler gibi ilaçlar.

Güneş ışığına uzun süre korumasız şekilde maruz kalma.

Daha önce göz ameliyatı geçirmiş olma.




Katarakt tanısı nasıl konur?

Göz doktorunuzun yapacağı muayene sonunda tanı konabilmektedir. Görmedeki bozulmaya neden olabilecek diğer hastalıklarda ayırt edilebilir. Retina yada optik sinirde olabilecek diğer bozukluklarda katarakt ile beraber görmeyi azaltabilmektedir. Eğer böyle hastalıklar varsa katarakt ameliyatı sonrası görmede istenen iyileşme sağlanamıyacaktır.

Katarakt nasıl tedavi edilir?

Kataraktın tek tedavisi cerrahidir. Ancak katarakt hafif derecede ise sadece gözlüğünüzün değişmeside yeterli olabilmektedir. Herhangi bir ilaçla, dietle, egzersizle, çeşitli cihazlarla katarakt tedavi edilmemektedir. Güneş ışığından korunmak için ultraviole fitreli gözlük kullanılmasının faydası vardır.

Ne zaman ameliyat olmam gerekir?

Katarakt cerrahisi görme bulanıklığının artık günlük aktiviteleri engellemeye başladığı zamanda yapılmaktadır. Güvenli bir şekilde araba kullanabildiğinizden, okurken, televizyon seyrederken zorluk çektiğinizden emin olmalısınızdır. Katarakt tanısı konulduysa göz doktorunuz tarafından düzenli aralıklarla kontrole gitmeniz gerekmektedir.

Cerrahi olarak kataraktın alınması için iyice olgunlaşması gerektiği doğru değildir.

Katarakt ameliyatından ne bekleyebilirim?

Katarakt ameliyatı için hastanede yatmanıza gerek yoktur. Hastalar smeliyat sabahı kliniğimize geldikten sonra öğleden sonra taburcu edilmektedir. Ameliyat lokal anestezi ile mikroskop altında yapılmaktadır. Fakoemülsifikasyon tekniği halk arasında dikişsiz yöntem , lazer olarak bilinmektedir.Yanlış bir inanış olmasına rağmen ameliyat lazer ile yapılmamaktadır. Aletler yüksek frekanstaki ses dalgalarını kullanmaktadır. Klasik yöntem ve fakoemülsifikasyon arasındaki tercih hastanın durumuna göre göz doktorunuz tarafından yapılmaktadır.

Katarakt ameliyatından sonra vakaların 5'te birinde arka kapsülde kesafet oluşmaktadır. Bu sorun lazer ile çözülmektedir.

Ameliyattan sonra günlük aktivitelerinizin çoğunu yapabilmektesinizdir. Bazı damlaların kullanılması ve çeşitli kontrol vizitlerinin yapılması gerekmektedir. % 90 vakada görme tatmin edici bir şekilde artacaktır. Her ameliyatta olduğu gibi düşük bir oranda olsada komplikasyon gelişme ihtimali vardır. Bu yüzden ameliyattan önce iyi bir sonuç garanti edilememektedir
gözde uçuşma ışık çarpması
GÖZDE UÇUŞMALAR, IŞIK ÇAKMALARI

Uçuşmalar nelerdir?

Baktığınız yerde gözüken karaltılar, sinekler yada gölgelerdir. Özellikle duvar yada gökyüzü gibi düz bir zemine baktığınızda belirgin olarak gözükürler. Bunlar aslında gözün merkezinde bulunan vitreus isimli jelimsi saydam bölümde meydana gelen dejenerasyonlar ve hücre kalıntısı birikintileridir. Karaltılar önünüzde gibi gözüksede aslında gözün içinde yer almaktadırlar. Gözün hareket etmesi bu karaltıların hareket etmesine neden olmaktadır.

Uçuşmaların nedeni nedir?

Orta yaşlarda vitreus dejenere olmaya başlar ve içinde mikroskobik kümeler ve çizgiler oluşur. Vitreusun küçülmesi ile vitre normalde yapışık olduğu retinadan ayrılabilmektedir.Bu duruma vitreus dekolmanı adı verilir ve uçuşmaların sık nedenlerinden biridir.Bu durum myoplarda, katarakt ameliyatı geçirmişlerde ve Yag Lazer uygulanmışlarda daha sık görülür. Özellikle uçuşmalar aniden meydana geldilerse çok önemlidirler. Ancak genelde normal yaşlanmanın neden olduğu önemsiz bir olaydır.Uçuşmalar ciddi bir olaymıdır?Şekilde görüldüğü üzere vitreus retina yüzeyini kaplamaktadır. Vitrenin dejenerasyonla çekilmesi retinadada gerilmelere ve kanamalara neden olmaktadır. Bu kanama yeni uçuşmalar olarak gözükür ve ardından gelecek olabilen bir retina dekolmanının habercisidirler.
Aniden meydana gelen uçuşmalar ve ışık çakmaları gözünüzde oluşuyorsa , baktığınız noktanın kenarlarını görememeye başladıysanız acilen göz doktorunuza başvurmanız gerekmektedir.

Uçuşmalarla ilgili olarak ne yapabilirim?

Özellikle kitap okurken gözünüzdeki uçuşmalar sizi rahatsız edebilir. Tedavi gerektirmeyen bu durumda karaltılar zamanla kendiliğinden azalabilmektedir. Eğer tam baktığınız yerde varsa gözünüzü basitce yukarı aşağı çevirerek karaltının kaybolmasını sağlayabilirsiniz.



Işık çakmalarının nedeni nedir?

Vitreus retinayı çektiği zaman ışık çakmaları şeklinde ilüzyonlara neden olabilmektedir. Bu gözünüze darbe aldığınızda gördüğünüz yıldızlara benzemektedir. Bu durum bazen haftalarca, aylarca sürebilmektedir. Çoğu zaman yaşa bağlı bu durum gözüksede ışık çakmaları çok sayıda uçuşan cisimlerle birlikte oluşmaya başladıysa, baktığınız alanda belli bölgeleri görmemeye başladıysanız acilen göz doktorunuza ulaşmanız gerekmektedir. Göz doktorunuz retinada herhangibir yerde yırtık yada dekolman gelişip gelişmediğini ekarte etmelidir.

Aynı uçuşmalarda olduğu gibi gözünüzde aniden ışık çakmaları başladıysa göz doktorunuza başvurmanız gerekmektedir.

Erken boşalma
ERKEN BOŞALMA:



Kırk-kırk beş yaş altındaki erkeklerin en çok şikayetçi oldukları cinsel sorunu erken boşalmadır. Erkek cinsel sorunları içinde birinci sırada gelmektedir. Erken boşalma olayı, erkeğin ve eşinin boşalmayı arzuladığı andan daha önce boşalmasıdır. Aslında erken boşalma, bir bozukluk, bir patoloji olmaktan çok fizyolojik olayların göreceli olarak beklenenden daha hızlı seyretmesi ile olmaktadır. Bazı erkekler cinsel yaşamlarının ilk başlangıcında daha erken boşalırken gittikçe boşalmayı kontrol ettiklerini ve daha geç boşalmaya başladıklarını, ancak aniden erken boşalmanın bir sorun olarak karşılarına çıktığını belirtmektedir. Bir kısmı ise başlangıçtan beri hep çabuk boşalmaktan şikayet etmektedir. Sonuçta boşalma zamanı objektif zaman ölçüsü ile belirlenmekten çok, hastaların algılayış, ya da kabulleniş biçimi ile ilgilidir.

Bir genelleme yapmak gerekirse, 30 yaş altındaki erkeklerde cinsel ilşki esnasında vajinaya duhul gerçekleştikten sonra 1-3 dakika içinde boşalma olması beklenen bir durumdur. Erkeğin boşalmasını hızlandıracak çeşitli etmenler söz konusudur. Ne kadar genç olursa, o derecede erken boşalması beklenir. Yine heyecan düzeyine bağlı olarak ve bununla ilişkili bir şekilde eşinin daha istekli, uyarıcı olması ve heyecan uyandırması ile boşalma süresi kısalır. Önceki boşalmadan sonra aradan geçen süre uzunsa, erkeğin boşalmasını kontrol etmesi zorlaşır ve daha çabuk orgazma ulaşır. Birleşme esnasındaki gidip gelmeler hızlandıkça boşalma ihtimali de artar. Kaygılı, sinirli ruh hali erken boşalma nedenleri arasındadır.

Sonuçta yeni evlenmiş, uzun süredir veya hiç cinsel ilişkide bulunmamış, genç, cinsel heyecanı yüksek, istekli bir adam, biraz heyecanlı, biraz tedirgin bir şekilde hızlı bir cinsel birleşmeye meylederse erken boşalma riski altındadır. Evliliklerin çoğunda böyle anlar olması hiç de şaşırtıcı olmamalıdır.

Peki karşılıklı memnuniyet içinde bir cinsel hayat sürdürürken birden ortaya çıkan erken boşalma sorunu neden oluyor? Cinsel ilişkide rol alan tüm fizyolojik olayların zihinsel fonksiyonların ve duyguların kontrolü altında olduğunu unutmamak gerekir. İnsan cinsel işlevi yerine getiren bir robot değildir ki, programlandığı şekilde devam etsin. Her şey normal seyrinde giderken bir akşam eve günün stresinden bunalmış, yorgun ve sıkıntılı bir halde geldiğinizi düşünün. Eşinizle cinsel ilişki içine girdiğiniz zaman dahi bir yığın sorun zihninizi kurcalamaya devam ediyor. Kısa süren bir sevişme erken boşalma ile sonlanıyor. Daha sonraki gecelerden birinde eşinizle tekrar yatağa girdiğinizde aynı stresi yaşamıyorsunuz, ama bu sefer acaba yine başarısız mı olacağım, boşalmamı kontrol edebilecek miyim? gibi sorular aklınıza geliyor. Bu kaygı sizin öncekinden daha erken boşalmanıza yol açacaktır. Böylece bir kısır döngü içine girersiniz; başarısızlık korkusunu takip eden performans anksiyetesi ve onun sonucunda yine başarısızlık olan bir kısır daire.

Erken Boşalmanın Tedavisi

Boşalmayı geciktirmek amacı ile çeşitli ilaçlar denenmiştir. Lokal uyuşturucu kremler veya spreyler bunların başında gelmektedir. Ancak sadece penisin üzerindeki sinir uçlarını uyuşturmak fazla yarar sağlamaz. Sertleşme ve boşalma tüm otonom sinir sistemini ilgilendirmektedir. Esas büyük cinsel organın iki bacak arasında değil, iki kulak arasında olduğunu söyleyenlerin iddiasını hafife almamak gerekir. Ayrıca bu tür ilaçlar, lokal uyuşturucu etkisi ile boşalmayı geciktirmekten çok penisin duyarlığını azalttığı için, temastan duyulan cinsel zevki azaltmaktadır. Bu lokal uyuşturucu maddeler cinsel birleşme esnasında vajen duvarından emilerek bu dokuların hassasiyetini azalttıklarından, kadının orgazm olmasında gecikmeye yol açmakta ve sorunu adeta pekiştirmektedir. Bu yüzden bu tür sprey ve kremler tıbbi pratikte terk edilmiştir.

Son zamanlarda depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçların yan etki olarak boşalmayı geciktirdiği fark edilmiş ve bu ilaçlar tedavide kullanılmaya başlanmıştır. Bu ilaçlardan hastalar yarar görmektedir. Ancak boşalma kontrolünde sırf ilaca dayalı bir tedavi yararlı olsa da, ömür boyu ilaç kullanmanın zorluğu nedeniyle cazip görülmemektedir. Aslında boşalmayı kontrol edebilme bir öğrenme sorunudur. Hastanın bu öğrenimine yardımcı olmak amacıyla ilaçla tedavi edilmesi, veya daha doğru bir ifade ile, tedaviye ilaç eklenmesi doğru bir yaklaşımdır. Amcak esas olan, erkeğin kendini ve eşini memnun edecek şekilde boşalmasını kontrol edebilmeyi öğrenmesidir.

Prezervatif kullanılmasının boşalmayı geciktirmede yararlı olduğunu ifade edenler vardır. Doğum kontrol yöntemi olarak kullanılmıyorsa, sırf boşalma kontrolü için prezervatif kullanılması çok cazip değildir.

Her erkeğin aynı duyarlıkta olmadığı, aynı cinsel tepkiyi vermediği bir gerçektir. Yukarıda belirtildiği gibi, fazla cinsel heyecan duyan ve psikolojik anksiyete içindeki erkekler daha erken boşalır. Öyleyse, boşalmayı kontrol etmek öğrenimi içinde öncelikle cinsel heyecanı yatıştırma ve sakinleşmek gelir. Hem zihnen hem bedenen gevşemek, sakinleşmek önemli oranda yardımcıdır. Sık cinsel birleşmede bulunmak boşalma aralarını ve dolayısı ile duyarlılığı azaltacaktır.

Cinsel birleşme anında erkeğin pozisyonunun boşalma üzerine etkisi vardır. Bu yüzden bazı pozisyonlarda boşalma daha hızlı olmaktadır. Erkeğin üstte olduğu klasik cinsel birleşme pozisyonu boşalmanın geciktirilmesi için elverişli bir pozisyon değildir. Daha rahat olduğu, kolay gevşeyebildiği ve efor harcamadığı bir pozisyonda erkek boşalmasını daha rahat kontrol edebilir.

Tedavi için önerilen en basit yöntem, sevişme esnasında erkeğin boşalma anına yaklaştığını hissettiği zaman, penisin ucunu iki parmağı arasında sıkarak vücuttaki cinsel heyecanın azalmasını bir süre beklemesi ve yeteri kadar gevşedikten sonra tekrar sevişmeye başlamasıdır. Bu yöntem uygulanırken bekleme anında derin derin nefes alınmasının da yararı olmaktadır. Ayrıca seks terapistleri tarafından bu tür şikayeti olan çiftlere bir takım öğrenme egzersizleri yaptırılmaktadır.
YÜZ FELCİ: BELL PARALİZİSİ
Yüz Felci Ne Demektir: Yüz hareketlerini (dudak, yanak, kaş,göz çevresi) yapmamızı yüz siniri (fasial sinir) aracılığı ile sağlarız. Beyinden gelen hareket emirlerini yüz siniri, yüz kaslarına ileterek istediğimiz hareketleri yapmamızı sağlar. Eğer beyindeki veya yüz sinirindeki bazı hastalıklar bu iletiyi engellerse yüz felci oluşur ve yüz hareketleri kısmen ya da tamamen ortadan kaybolur. Yüz felci tıbbi olarak fasial paralizi olarak ismlendirilir.

Yüz Siniri Nerededir: Beyin ile beyin sapı arasında yüz sinirini oluşturacak lifler karışık bir şekilde gelir. Bu bölüm daha çok Nöroloji ile ilgilidir. Beyin sapından sonra yüz siniri kıvrımlı biryol izler. İç kulak yolundan geçerek, orta kulağında çevresini dolaşır ve kulak arkasından doğru birkaç dal halinde yüz kaslarına ulaşır. Yüz kaslarına ulaşmadan önce kulak önündeki tükrük bezinin içinden geçer. İç kulak yolundan geçerken işitme siniri ile birlikte bulunur. Yolu boyunca bazı dallar verir ve bu dallar çeşitli görevler yaparlar. Gözyaşı bezinin salgısını, çene altındaki tükrük bezlerinin salgısını ve dilin tat hücrelerinin görev yapmasını da yüz sinirinin dalları sağlar.

Yüz Felcinin Nedenleri Nelerdir: Yüz felci beyinle beyin sapı arasındaki veya beyin sapından yüz kaslarına kadar olan bölümdeki birçok hastalığa bağlı olarak gelişebilir. Beyin-beyin sapı arasındaki yüz felci nedenleri genellikle beyin kanamasına bağlıdır ve nöroloji bölümünde incelenirler. Bu nedenlerle oluşan yüz felcine merkezi yüz felci denir. Beyin sapından sonraki yüz siniri hastalıklarında oluşan yüz felcine ise periferik yüz felci denir. Periferik yüz felci yapabilecek bir çok sebep vardır:
-Bell Paralizisi: En sık görülen yüz felci nedenidir. Nedeni aslında kesin değildir. Yüz sinirinin iç kulak çevresindeki bir bölümünde iltihap oluştuğu düşünülmektedir. Soğuk ve rüzgara maruz kalmanın etkili olduğu bilinmektedir.Sinirin fonksiyonunun kaybolması dışında bir bulgu yoktur. Başka nörolojik bulgu olmamasıyla teşhis konur. Genellikle tam olarak iyileşir.
-Ramsay-Hunt Sendromu: Virüslerin neden olduğu bir hastalıktır. Bell paralizisindeki bulgulara ilave olarak ağrı ve dış kulak yolunda bazı lezyonlar vardır. Tam iyileşme oranı Bell paralizisine göre biraz daha azdır.
-Orta Kulak İltihapları: Çocuklarda akut orta kulak iltihabı büyüklerde de kronik orta kulak iltihabı çevresindeki kemiği eriterek ya da mevcut açıklıklardan ulaşarak yüz sinirine ulaşabilir ve yüz felci yapabilir.
-Sistemik Hastalıklar: Şeker hastalığı, hipertansiyon, nörit(sinir iltihabı), vitamin eksikliği gibi vücudun diğer bölgalerinide ilgilendiren hastalıklar.
-Tümöral Hastalıklar: Yüz sinirinin kendisinde veya yolu boyunca geçtiği bölgelerdeki tümörler de yüz felci yapabilirler. Bu sinirler iyi ya da kötü huylu olabilirler. Yüz siniri, kaslara gitmeden önce kulak önündeki tükrük bezinin içinden de geçtiği için, bu tükrük bezi tümörleri de yüz felci yapabilir.
-Travmalar: Kulak çevresine veya yüze gelen travmalar (darbeler) yüz sinirini hasara uğratarak yüz felci yapabilirler.
-Ameliyatlar: Kafa içinde, kulakta veya tükrük bezinde başka sebeplerle yapılan ameliyatlar sırasında yüz siniri yaralanabilir.

Ne Gibi Belirtiler Olur: Yüz sinirinin çalışmamasının en belirgin bulgusu yüz hareketlerinin azlması veya kaybolmasıdır. Kaş kaldırma, göz kapama, diş gösterme, gülme, yanak şişirme gibi hareketler bozulur. Bunun dışında gözyaşı azalması, tükrük salgısının azalması, tat duyusunun bozulması, gürültüye duyarlılık artışı gibi bulgularda bulunabilir. Yüz felcini yapan asıl sebebe göre ilave bulgular görülebilir.

Muayenede Ne Görülür: Muayenede ilk göze çarpan hastanın yüz hareketlerini yapamamasıdır. En sık yüz felci nedeni olan Bell paralizisinde başka bulgu yoktur. Ancak diğer sebeplerde ilave bulgular olabilir. Bunlar arasında dış kulak yolunda lezyonlar, orta kulak iltihabı bulguları, diğer nörolojik bulgular sayılabilir. Orta kulak iltihabı veya bir orta kulak tümörü yoksa kulak muayenesi normal görülür.

Ne Gibi Tetkikler Yapılır: En sık görülen Bell paralizisi için muayenede başka bir hastalıktan şüphelenilmiyorsa genellikle bir tetkik yapılmaz. Ancak tedavide verilen ilaçların yan etkisi olarak tansiyon ve şeker yükselmesi olabildiği için tansiyon ve açlık kan şekeri ölçümleri yapılabilir. genel olarak yapılabilecek tetkikler şunlardır:
-Açlık kan şekeri, tansiyon, kolesterol ölçümleri
-Kafa içinde veya tükrük bezi tümörlerinden şüpheleniliyorsa bilgisayarlı tomografi veya manyetik resonans
-İşitme testleri
-Gözyaşı miktarının test edilmesi (schirmer testi)
-EMG
-Elektrofizyolojik testler adı verilen ve sinir ileti hızını yada sinirin hastalanma yüzdesini göstermeye yarayan testler (Bu testler özellikle tedavi için ameliyat düşünülüyorsa uygulanır).

Teşhis Nasıl Konur: Yüz Felci teşhisi hastanın yüz hareketlerinin bozulduğunun görülmesi ile konur. Ancak önemli olan asıl sebebin ne olduğudur. Bunu araştırmak için şüphelenilen duruma uygun tetkikler yapılır ve bir hastalık bulunursa onun tedavisi yapılır. Eğer ilk muayene sırasında yüz felci dışında bir bulgu bulunmadıysa kan şekeri ve tansiyon ölçümleri yapılır ve Bell paralizisi olduğu düşünülerek tedaviye başlanır. İlaç tedavisi ile geçmeyen veye tekrar eden durumlarda özellikle bilgisayarlı tomografi veya manyetik resonans gibi tetkikler başta olmak üzere araştırmalar yapılabilir.

Nasıl Tedavi Edilir: Yüz felcinin tedaviside yine sebebe göre yapılır. Bell paralizisinde tedavi ilaç tedavisidir. Hastanın diğer hastalıkları izin verirse (tansiyon, şeker yüksekliği veya mide problemleri) kortikosteroidler ve B vitamini ilaçlar verilir. Buna ilave olarak mide için ilaçlar, göz kurumalarını önlemek için yapay gözyaşı veya antibiyotikli kremler verilir. Hastanın dikkat etmesi gereken durumlar olarak yüz kasları üzerine masaj yapılması, sıcak uygulamaları, yüz kaslarını hareket ettirmek için sakız çiğnenmesi sayılabilir. Ramsay-Hunt sendromunda ilave olarak virüslere karşı da ilaç verilir. Eğer yüz felcinin başka bir sebebi bulunursa bu hastalık ilaç ya da ameliyatla tedavi edilir. Bu tedaviler o hastalıkla ilgili bölümlerde anlatılmıştır. Örneğin iç kulak tümörleri veya kronik orta kulak iltihaplarına bağlı yüz felçleri ameliyat gerketiren hastalıklarken, akut orta kulak iltihabına bağlı yüz felci kulak zarını çizmek ve antibiyotik ile tedavi edilir.

Ameliyat Gerekli midir?: Yüz felcinin bazı sebepleri ameliyat gerektirir. Yukarıda da bahsedildiği gibi tümör (kafa içinde veya tükrük bezlerinde), kronik orta kulak iltihapları ameliyat gerektirir. Ancak genellikle ilaçla tedavi edilen Bell paralizisi gibi hastalıklarda bazen ameliyat gerektirir. Ne zaman ameliyat gerektiği kesinlik kazanmış bir konu değildir. Buna karar verirken ilaca ne derece yanıt alındığı, yüz felcinin derecesi, elektrofizyolojik testlerin sonuçları ve başlangıçtan beri geçen zaman dikkate alınarak karar verilir. Bu karar doktorunuz tarafından uygun şekilde alınacaktır.

Ne Gibi Ameliyatlar Yapılmaktadır: Yüz felci sebebine göre değişik ameliyatlar yapılmaktadır. İç kulak tümörlerinde kafa kemiklerini açarak ya da kulak arkasından girerek tümör çıkartılmaya çalışılır. Bazı iç kulak tümörlerinde henüz yüz felci gelişmemişse de ameliyat sonrası oluşabilir. Yüz sinirinden kaynaklanan bir tümör varsa tümörle beraber sinirin bir kısmıda çıkarılır. Geride kalan sinir kısmı onarılmaya çalışılır ancak bunu için bazen başka sinirleri yüz sinirleriyle birleştirmek gerekebilir. Kronik orta kulak iltihaplarına bağlı yüz felcinde orta kulaktaki iltihap temizlenir ve yüz sinirini saran kılıf açılarak iltihabın temizlenmesi sağlanır. Tükrük bezi tümörlerine bağlı yüz felcinde tükrük bezi ile beraber yine sinirin tümörle tutulan kısmıda çıkarılır. Bell paralizisi veya Ramsay-Hunt sendromundaki yüz felcinde ilaç tedavisinin sonucuna göre eğer ameliyat gerekirse genellikle yapılan işlem kulak arkasından girilerek sinire ulaşmak ve etrafındaki kılıfı açmaktır.
Yüz sinirinin ilaçla ya da ameliyatla tedavi edilemeyeceği görüldüğünde bazı yardımcı ameliyatlar yapılır. Bunlar arasında başka sinirlerle hareket eden kasların yüze transferi, başka sinirlerin yüz sinirine birleştirilmesi, göz kapaklarına altın ağırlık yerleştirilmesiile gözlerin kapanmasının sağlanması gibi ameliyatlar yapılabilir.

Fizik Tedavi Gerekli midir?: Yüz kaslarına fizik tedavi yöntemlerinin uygulanması yüz sinirine yeniden fonksiyon kazandıran yöntemler değildir. Ancak özellikle uzun süren yüz felçlerinde yüz kasları hareketsizlikten güçsüzleşirler ve daha sonra yüz siniri çalışsa bile yüzde asimetri ve güç kaybı olabilir. Bu nedenle hastanın kendi kendine uygulayabileceği masaj ve sakız çiğneme dışında fizik tedavi uygulanması önerilmektedir.

Yüzücü kulağı kulakta mantar
YÜZÜCÜ KULAĞI

Kulak Kaşıntısı ve Mantar Enfeksiyonu

"Yüzücü Kulağı" Ne Demektir?

Dış kulak yolu iltihaplarından birine verilen isimdir. Kulağın mantar enfeksiyonu da denir. Bazen mantarlar tarafından oluşturulsa da, özellikle ağrılı vak'alarda doğada sık rastlanan bir bakteri tarafından oluşturulur.

Nasıl Korunursunuz?

Su kulağınıza girdiğinde beraberinde mantar ve bakterileri de getirebilir. Çoğunlukla su geri gelir, kulak kurur ve bakteri ile mantarlar problem oluşturmazlar. Fakat su bazen dış kulak yolunda hapsolur ve buradaki cildi yumuşatır. Nemli ortamda bakteri ve mantarlar ürer, beslenir ve kulağı iltihaplandırabilirler.

Başlangıçta kulaklarda tıkanıklık hissedilir ve kaşıntı olabilir. Kısa zamanda dış kulak yolu şişer, tıkanır ve bazen süt gibi bir akıntı olur. Çok ağrı yapmaya başlar. Kulak kepçesi ve önü çok hassaslaşır. İltihap bu duruma geldiğinde hekim tedavisi gerekir. Bu, boyun bezleri şişerse de geçerlidir.

Kulağınızda su hapsolduğunu hissettiğinizde koruyucu antiseptik damlalardan kullanarak bütün bu olaylar zincirini önleyebilirsiniz.

Şayet kulak hekiminiz kulak zarınızın normal ve güvenli olduğunu söylerse, yüzme sonrası kulak damlalarınızı kullanabilirsiniz. Basit alkol damla kullanmak önerilebilir. Alkol, suyu emer, dış kulak yolunun kurumasına yardımcı olur ve aynı zamanda yüzücü kulağında oluşabilecek bakteri ve mantarları öldürebilir. Asetik asit ihtiva eden beyaz sirke de kullanılabilir. Eczaneden alkol veya sirkeyi muhafaza edecek damlalık alabilir ve çantanızda taşıyabilirsiniz.

"Yüzücü Kulağı"ndan Korunmak

Şayet yüzme, duş veya banyo sonrası kulağınızda suyun hapsolduğunu veyahut kulağınızın nemli kaldığını hissederseniz, bu kulağınız yukarıda kalacak şekilde başınızı eğiniz ve kulak kepçenizi yukarı ve geriye doğru çekerek damlalarınızı damlatınız.

Damlaların heryere ulaşmasını sağlamak için kulağınızı ovalayınız, daha sonra kulağın kuruması için kulağınızı aşağı yönde çeviriniz.

Şayet kulak probleminiz tekrarlayan bir eğilim gösteriyorsa, kulak, burun, boğaz hekiminiz yüzmeden önce kulaklarınızı nasıl koruyacağınızı anlatacaktır.

Dikkat!

Şayet kulağınız hâlen iltihaplı, kulak zarınız delinmiş veya önceden delik ise, hasar görmüşse veyahut kulak operasyonu geçirmiş iseniz, yüzmeden ve kulak damlası kullanmadan önce kulak, burun, boğaz hekimine danışmanız lazımdır.



Kulaklar Neden Kaşınır?

Kaşınan her türlü kulak, kişiyi deli eder. Ani oluşan kaşıntılara sıklıkla mantar enfeksiyonu sebep olur, daha uzun süreli durumlarda sıklıkla kronik dermatit denilen deri inflamasyonu kaşıntının sebebidir. Başta oluşan kepek gibi dış kulak yolunda da kuru, ince ve bol miktarda kepek oluşabilir, buna "seboreik dermatit" adı verilir. Bazı kişiler, yiyeceklerinde değişiklik yaparak (yağlı yiyecekler, karbonhidratlar, çikolata gibi yiyeceklerden uzak durarak) bu durumun önüne geçebilirler. Hekimler kulaklar kaşındığında genellikle yağlı veya kortizonlu damlalar önerirler. Uzun süreli tedavisi olmasa da kontrol altında tutulabilirler. Nadir olarak kulak kaşıntısı alerjik de olabilir ve bu durumun tedavisi farklıdır.

Kaşıntılı, kepekli kulaklar veya kulak akıntısının biriktiği kulaklar, "yüzücü kulağı"nın gelişmesine yatkındırlar. Bu kişiler özellikle kulakları ıslak kaldığında koruyucu kulak damlaları kullanmaları konusunda bilinçli olmalıdırlar. Yüzme mevsimi başlamadan önce kulaklarını temizletmeleri de çok yardımcı olur.



Tatarcık, Sinek ve Yabancı Cisimler?

Kulak içerisine giren birçok böcek vardır, tatarcık, güve, hamamböceği bunların başında gelir. Tatarcıklar kulak akıntısı içerisinde hapsolur ve uçamazlar. Daha büyük böcekler kulak içerisinde dönemezler ve geri çıkamazlar. Bu yüzden sürekli hareket ederek kişide kulak ağrısına, sese ve korkuya sebep olurlar.

Tatarcıklar ılık su ile yıkanarak kolayca çıkartılabilirler (Yıkadıktan sonra hem kulağın kuruması hem de antiseptik amaçla alkol damlatmayı unutmayınız). Büyük böcekler için ilk yapılacak şey kulağın mineral yağ ile doldurulmasıdır, yağ böceğin nefes deliklerini tıkayarak ölmesine sebep olur. Bu durum 5 ilâ 10 dakikada gerçekleşir. Bundan sonra böceğin çıkartılması için hekime başvurmanız gerekir.

Boncuklar, kalem uçları, silgiler, plastik oyuncak parçaları, kuru fasulyeler çocukların kulaklarına soktukları sık yabancı cisimlerdendir. Bunların çıkartılması çok hassas bir iştir ve mutlaka bir kulak burun boğaz hekimince yapılmalıdır.

Kulaklar, Yükseklik ve Uçak Yolculuğu

Uçak yolculuğu sırasında niçin kulaklarınızda "pop" diye bir basınç hissettiğinizi hiç merak ettiniz mi? Veya niçin basınç hissetmediğiniz zaman kulak ağrınız olduğunu düşündünüz mü? Uçaklar inişe geçtiğinde çocukların niçin yaygara çıkartıp ağladığını hiç merak ettiniz mi?

Uçak yolculuğu sırasında karşılaşılan en sık tıbbi problem kulak problemleridir. Çoğunlukla basit rahatsızlıklar olur, nadiren geçici ağrı ve işitme kaybı oluşur. Bu broşür uçak yolculuğunuz esnasında karşılaştığınız hafif kulak problemlerinizi ve nasıl korunacağınızı anlamanız için hazırlanmıştır.

Yapı

Kulak genel olarak üç bölüme ayrılır:

a)Dış kulak: Başın yan tarafında görülen kulak kepçesi ile içeriye kulak zarına kadar devam eden dış kulak yolundan oluşur.

b)Orta kulak: Kulak zarı ile iç kulak arasında kalan ufak boşluktur. Burada üç adet kemikçik, kulak kemiğinin hava boşlukları bulunur.

c)İç kulak: Kulak kemiğinin iç kısmında bulunan ve işitme ile denge sinir uçlarını ihtiva eden bölümdür.

Hava yolculuğu sırasında probleme yol açan, orta kulak bölümüdür. Ufak bir hava boşluğu olduğu için, basınç değişikliklerinden etkilenir.

Normal olarak her yutkunduğunuzda (veya ikinci üçüncü yutkunduğunuzda) kulaklarınızda ufak bir çıt sesi veya basınç oynaması hissedersiniz. Bu esnada geniz ile orta kulak arasındaki östaki borusu vasıtası ile orta kulağınıza hava kabarcığı geçmiştir. Orta kulaktaki hava burayı döşeyen doku tarafından sürekli emilir fakat "östaki borusu" her yutkunuşta sürekli hava sağlar. Bu sayede kulak zarının her iki tarafındaki hava basıncı eşitlenir. Şayet bir şekilde basınç farkı oluşursa, kulaklar tıkalı imiş gibi hissedilir.

Östaki Borusu ve Kulakların Tıkanıklığına Neler Sebep Olur?

Östaki borusu, birçok sebepten dolayı tıkanabilir veya ağzı kapanabilir. Bu durumda, orta kulak basıncı eşitlenemez.

Orta kulaktaki hava sürekli emilir ve yenilenemediği için vakum oluşur, kulak zarı içeri doğru çöker. Gergin kulak zarı normal olarak titreşemez ve sesler donuk, az gelir. Kulak zarının gerginleşmesi de ağrı oluşturabilir. Şayet bu durum bir süre devam ederse, ota kulaktaki basıncı eşitleyebilmek için, orta kulağı döşeyen dokudan kan serumuna benzer bir sıvı sızarak burayı doldurur. Bu duruma "orta kulakta sıvı", "seröz otit" veya "aero-otit" ismi verilir.

Östaki borusunu tıkanmasına yol açan en sık sebep basit soğuk algınlığıdır. Sinüs iltihapları ve burun alerjileri de (saman nezlesi gibi) sık sebeplerdendir.

Östaki borusu ve onu döşeyen döşeyen doku, burun ve genizin devamıdır. Bu devamlılıktan dolayı çoğunlukla burunun tıkalı olması, kulakların da tıkalı olmasına ve böyle hissedilmesine sebep olur.

Östaki borusunun tıkanmasının bir diğer sebebi dokularda şişliğe yol açan orta kulak iltihaplarıdır.

Östaki borusu yetişkinlere göre daha dar olduğu için çocuklar tıkanıklığa daha yatkındırlar.

Hava Yolculuğu Nasıl Problem Yaratır?

Hava yolculuğu esnasında ani basınç değişiklikleri olur. Bu basınç değişikliklerinin eşitlenmesi için östaki borusunun o esnada hemen açılıp kapanabilmesi lazımdır. Bu olay özellikle uçak inişe geçtiğinde görülür.

İlk dönemde basınç eşitlenmesi sağlanamayan uçaklarda bu gerçek bir problem oluşturmaktaydı. Günümüzde bu olay en aza düşürülmüştür. Buna rağmen hâlâ bazı önlenemeyen basınç değişiklikleri olabilmektedir.

Gerçekte, basınç değişikliğine yol açan her türlü durum problem yaratır. Aynı durumla, yüksek binalarda hızla hareket eden asansörlerin içinde veya suya dalarken karşılaşırsınız. Derine dalan dalgıçlara ve pilotlara bu durumla nasıl başedecekleri öğretilir. Siz de kendi metodunuzu öğrenebilirsiniz.

Kulaklarınızın Tıkanmasını Nasıl Önlersiniz?

Yutma işlemi östaki borusunu açan kasları harekete geçirir. Sakız çiğnerken veya naneli şeker yerken daha sık yutkunursunuz. Bunlar inişe geçmeden önce yapılabilecek iyi egzersizlerdir. Esnemek daha bile iyidir. Esnerken bu kas daha iyi uyarılır. İniş sıasında uyumamaya dikkat etmeniz gerekir çünkü uyurken yutkunma işlemi çok yavaşlar (uçuş ekibi inişe geçildiğinde sizi uyandırmak ister).

Şayet yutkunmak ve esnemek etkili değilse şu metod en iyi sonucu verir: 1)Burun kanatlarınızı elinizle sıkıca kapatınız 2)Ağızdan kuvvetli bir soluk alınız 3)Ağzınız ve burnunuz kapalı olduğu halde bu nefesi yanak ve yutma kaslarınızı kullanarak dışarı üflemeye çalışınız, böylece basınçlı hava östaki borusundan orta kulağa geçebilir. Kulağınızda basınç veya ses hissttiğinizde başardınız demektir. İniş sırasında bunu birçok kez yapmanız gerekebilir.

Bebekler bu işlemi yapamazlar fakat bir şey emerlerse rahatlarlar. İniş sırasında bebeğinizi emziriniz veya besleyiniz ve uyumalarına müsaade etmeyiniz.

Hangi Tedbirleri Almalısınız?

Kulaklarınuıza hava ile basınç yaparken karnınızı ve göğsünüzü kullanmayınız çünkü bu durumda çok fazla basınç oluşur. Uygun basınç sadece yanak ve yutma kaslarınızı kullanarak sağlanır.

Soğuk algınlığınız, sinüs iltihabınız veya alerjiniz varsa en iyisi uçuşu ertelemektir.

Son günlerde bir kulak müdahalesi geçirmişseniz, doktorunuzdan uçuş hakkında bilgi alınız.

Burun Açıcı İlaçlar ve Burun Spreyleri?

Deneyimli yolcular inişe geçmeden yaklaşık bir saat önce burun açıcı bir ilaç veya sprey kullanırlar. Bu ilaçlar kulağa giden dokuları büzerek orta kulak havalanmasına yardımcı olurlar. Aynı sebepten dolayı alerjisi olan kişiler de alerji ilaçlarını uçuş öncesi almalıdırlar.

Burun açıcı ilaçların yüksek tansiyonu, kalp problemi, kalp ritm bozukluğu, tiroid hastalığı, aşırı sinirliliği olan kişilerce kullanılmadan önce mutlaka bir hekime danışılması gerekmektedir. Aynı şekilde hamile bayanlar da hekimlerine danışmalıdırlar.

Kulaklarınız Açılmazsa Ne Yapılmalı?

İnişten sonra da basınç eşitleyici hareketler yapabilir ve burun açıcı ilaçlara devam edebilirsiniz (burun açıcı spreyleri kullanmayı alışkanlık haline getirmeyiniz ve uzun süre kullanmayınız aksi takdirde daha fazla tıkanıklığa yol açabilirler). Kulaklarınız hâlâ açılmıyor ve ağrıyorsa kulak hekimine başvurmanız gerekir. Hekiminiz, kulak zarınızı çizerek orta kulağınızdaki basıncı veya sıvıyı boşaltmaya ihtiyaç duyabilir.

kan ve kan ürünleriye bulaşan hastlaıklar
KAN VE KAN ÜRÜNLERİYLE BULAŞAN HASTALIKLAR

BULAŞICI SARILIKLAR (HEPATİTLER):
Transfüzyona bağlı sarılık ilk kez 1943 yılında BEESON ve arkadaşlarınca tanımlanmıştır. İlerleyen yıllarda hemofili hastalarının plazma kullanmasıyla hepatit vak´aları artmıştır.

BULAŞICI A TİPİ HEPATİT VİRÜSÜ (HAV):
Hepatif A virüsünün hemofili hastalarına sadece Faktör konsantreleri ile buluşması oldukça nadirdir. Ancak bunun 1988 yılından sonra özellikle yüksek saflıkta ve solventdeterjan yöntemi ile sterilize edilen faktör konsantreleri ile geçebildiği tespit edilmiştir. Bu virüsün zarı lipit (yağ) madde içermediğinden diğer virüsler gibi sadece solvent-deterjan yöntemi ile etkisizleştirilemez. Bu nedenle bunu yok etmek için günümüzde bir çok faktör konsantresinde kuru ısı veya pastorizasyon gibi ikinci bir inaktivasyon uygulamasına daha gerek görülmüştür.
Hemofili tanısı kondugunda hastalara Anti HAV IgG testi yapılarak hepatit A geçirip geçirmedikleri ni kontrol edilmeli ve negatif olanlara A aşısı yapılmalıdır. Bu şekilde hastalar için uzun süreli kalıcı koruyuculuk sağlanabilir.

BULAŞICI B TİPİ HEPATİT VİRÜSÜ (HBV):
Hemofili hastaları yoğun plazma tedavisi aldıkları dönemde en sıcak olarak bu virüsle enfekte olmuşlardır. Bu hastaların bir kısmı hiçbir klinik belirti vermeden bağışıklık kazanırken, birkısmı taşıyıcı haline gelip ömürlerinin herhangi bir döneminde hepatit (karaciğer iltihabı)
Veya siroz belirtileri göstermektedirler. Son 10 yıldır kan veren kişilerin özel olarak seçilmesi, bunlardan alınan kanların bu açıdan incelenmesi ve faktör konsantrelerine uygulanan virüs etkisizleştirilme yöntemleri sonucu bu virüsün hemofililere bulaşması oldukça azalmıştır. Bilinmelidir ki HBV'nü alan hemofili hastalarına sonradan yapılacak tedaviler kesin sonuç vermemektedir. Bu nedenle her hastaya tanı konur konmaz HbsAg, Anti Hbs, Anti HBc testleri yapılmalı ve hastalığı geçirmedikleri belirlenen hemofililere 3 doz aşı yapılmalı, bundan sonraki her 5 yılda bir aşı tekrarlanmalıdır. Testlerden sonra taşıyıcı durumunda oldukları saptanan hemofili hastalarının öncelikle 1.derece yakınlarıda aşılanmalıdır. Taşıyıcı durumunda olan hemofili hastalarının karaciğer fonksiyon testleri 3 ayda bir tekrarlanarak karaciğer hasarı erkenden tespit edilmelidir. Kronik Hepatitli hastalara son yıllarda uygulanan interferon tedavisi doz ve uygulanma süresine bağlı olarak %30 olguda tam başarı sağlanmaktadır. Son yıllarda kronikleşen bulaşıcı B hepatitli hastalara verilen Lamuvidin ile de önemli ölçüde başarı elde edilmiştir.

BULAŞICI D TİPİ HEPATİT VİRÜSÜ (HDV):
Ancak HDV'nün varlığında çoğalabilen bu virüs'te karaciğer iltihabına ve siroz'a sebep olabilir. Hemofili hastalarına verilen faktör konsantreleri ile bulaşabilen bu virüs'ün henüz aşısı yoktur. Ancak HBV'ne karşı yapılan aşılama ile hastalar aynı zamanda bu virüs'e karşıda korunmuş olmaktadırlar.

BULAŞICI C TİPİ HEPATİT VİRÜSÜ (HCV):
1983 öncesinde Hepatit A veya B virüsüne bağlı olmayan karaciğer iltihaplanmalarının büyük bir bölümünde bu virüs'ün sorunlu olduğu bilinmesine rağmen henüz bu virüse karşı koruyucu yöntem geliştirilememiştir. Plazma havuzlarından hazırlanan faktör konsantreleri ile tedavi edilen hemofili hastaları 1985 yılına kadar HCV ile enfekte olmuşlardır. Bu hastaların yarıya yakını bağışıklık kazanırken diğer yarısı kronik (müzmin) karaciğer iltihaplanmasına veya sirozuna yakalanmıştır. HCV'nün bulaşmasına sebep olan faktör konsantreleri ile aynı zamanda HIV virüsü de bulaşabilir. Bu nedenle HCV ile HIV birlikte olursa daha sık, erken ve ağır karaciğer yetersizliği gelişebilir.
HCV kendi içinde genetik olarak 5 tipe sahiptir. Farklı coğrafyalara göre HCV tipleri farklılık gösterirken özellikle tipi HCV hastalarda daha fazla oranda karaciğer harabiyetine kronikleşmeye neden olmaktadır.
Kan ve kan ürünleriyle bulaşan HCV'nün cinsel temasla buluşmasına çok sık rastlanmaz ancak hemofili hastaları HCV ile beraber AİDS virüsünü de taşıyorlarsa cinsel yolla HCV geçişi daha sık olmaktadır. HCV RNA pozitifliği (müspetliği) yüksek olan hastalar cinsel yaşamlarını koruyucu tedbirlerle sürdürmelidirler.
HCV'nün taşıyan hemofili hastalarının karaciğer sirozuna ve kanserine yakalanma şanssızlıkları HBV'ne göre daha fazladır. HCV ile HBV'nün beraber bulunması durumunda HBV'ü tanımlayıcılarının kanda tespit edilmesi gecikirken (Lee ve ark. 1985, Misums ve ark. 1993) HBV'nün taşıyıcılığı durumunda veya aktif replikasyonunun (çoğalması) devam ettiği durumlarda HCV'nün çoğalması engellenmektedir (Henley ve ark. 1993). Bu nedenle HBV ve HCV'nin beraber bulunduğu durumlarda HBV DNA ve HCV RNA ölçümleri mutlaka yapılmalıdır.
Hepatit B virüsünde olduğu gibi HCV için de elimizde bulunan en güçlü tedavi ajanı Interferon'dur. Ancak Interferonla HBV hepatitinde henüz ulaşılamamıştır. Son zamanlarda daha yüksek dozda ve daha uzun süreli Interferon tedavisine Ribavirin eklenerek tedavi başarısının %50'ye ulaştığı yayınlanmaktadır.
Çalışmaları yoğun şekilde devam eden HCV aşısı şu anda insanlarda kullanılmamaktadır. Bu nedenle faktör konsantrelerinin buluşması mutemel virüsler açısından inaktivasyonları büyük önem kazanmaktadır. Ayrıca faktör tedavisi alan hemofili hastaları her yıl anti HCV testi yaptırmalı ve sonucu pozitif hastalarının PCR yöntemi ile HCV RNA testi yapılarak virüs taşıyıcısı olup olmadıkları mutlaka tespit edilmektedir.

PARVOVİRÜS B19:
Bu virüs ilk kez 1975 yılında herhangi bir şikayeti olmayan kan veren kişilerde tespit edilmiş hemofili hastalarında faktör konsantrelerinin kullanılmasıyla hızla yaygınlaşmıştır. (Corsi ve ark. 1988, Schwart 1991, Azzi 1992, Morfini 1992). Parvovirüs B19 kılıfsız bir virüs olduğundan solvent-detejanla yapılan inaktivasyon (etkisizleştirme) yöntemlerine dayanıklıdır. Bu nedenle öldürülmesi için kan mutlaka kuru ısı uygulanması yapılmalıdır.
Parvovirüs B19 ile temas sağlıklı kişilerde %30-35 oranında tespit edilirken hemofili hastalarında bu oran %75-85 oranlarına çıkmaktadır. Parvovirüs B19 enfeksiyonu genellikle çok hafif geçerken, nadiren geçici kemik iliği yetersizliği veya kronik anemiye sebep olabilir. Ayrıca Parvovirüs B19 karaciğer iltihaplanmasına da yol açabilir. Parvovirüs B19 özellikle doğuştan kansızlık yapan hastalıklarda (hemoglobinopatiler), hamile annelerin çocuklarında ve bağışıklık sistemi bozulmuş kişilerde ciddi tehlike oluşturmaktadır.
Parvovirüs B19'un henüz henüz herhangi bir tedavisi veya aşısı yoktur.
Yeni tanı konulan hemofili hastalarında Anti Parvovirüs B19 IgG testi yapılarak daha önce bu virüs'ü alıp almadıkları tespit edilmelidir.

BULAŞICI G TİPİ HEPATİT VİRÜSÜ (HGV):
Karaciğer iltihaplanması yapan virüslerden 1 tanesidir. Kan ve kan ürünleri ile bulaşabildiğine dair yayınlar 1995 yılından itibaren artarak devam etmektedir. Hepatit G virüsü uyuşturucu bağımlılarında %46, diyaliz hastalarında %22, hemofili hastalarında %10 oranında pozitiflik göstermektedir (Adamson ve ark. 1995)
HGV akut hepatit yapabilirken uzun dönemdeki etkisi de araştırılmaktadır.
Virüs inaktivasyon yöntemleri HGV'nün bulaşmasını oldukça azaltmaktadır. Bu şekilde hazırlanan ürünler HGV aşısından güvenli sayılabilir.

BEYİNİN SÜNGERİMSİ ERİTİCİ HASTALIĞI
(CREUTZFELD - JAKOP HASTALIĞI = CJD):
Ülkemizde deli dana hastalığı olarak bilinen CJD, merkezi sinir sisteminin hızlı dejenerasyonu sonucu demansa, ilaçlara dirençli epilepsiye ve ölüme sebep olan bir hastalıktır.
kan ve kan ürünleriyle ilgili ilk yayın 1994 yılında Amerika Kan Merkezince yayınlanmıştır. Bu bildiride 64 yaşında CJD nedeniyle ölen bir hastanın 30 yıl boyunca 90'dan fazla kez kan veya kan ürünü kullandığı bildirilmiştir. Bu olaydan sonra bir çok üretici firma bu hastalığa sebep olacak kan ürünlerini toplattılar.
Bu hastalığa sebep olan enfeksiyöz protein (prion) kan ve kan ürünleri ile bulaşabilmektedir. Hastalığa yakalanmanın kullanılan kan ürününün çeşidi ile farkı bulunmamaktadır. 1995 yılına kadar yapılan taramalarda hemofili hastalarında CJD tespit edilmemiştir. Ancak CJD'nin kuluçka dönemi uzun (10-30 yıl) olduğundan hemofili hastaları bu bakımdan izlenmelidir.

Uzm. Dr. Yusuf Büyükpınarbaşılı
Doç. Dr. Bülent Zülfikar

0 yorum

Yorum Gönder